Haklarımızdan, hayatlarımızdan ve hayallerimizden vazgeçmeyeceğiz.
25 Kasım, kadınlar için, her türlü şiddete karşı dayanışma ve birliği güçlendirme günüdür. BM Genel Kurulu 17 Aralık 1999 tarihli kararı ile bugünü, “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslar arası Mücadele Günü“ olarak kabul etmiştir. 25 Kasım’ın seçilmesinin nedeni, Dominik Cumhuriyeti’nde askeri darbe ile iktidarı ele geçiren ve halka dünyayı zindan eden diktatörlüğe direnen Mirabel Kardeşler’in katlediliş tarihi oluşudur. Onlar, kadının insan haklarının, bütün bir toplumun özgürce yaşadığı topraklarda sağlanabileceğinin bilinci içindeydiler. Kadın olarak önde olmanın ve direnmenin bedelini ağır ödediler. Ancak, anıları, dünyanın her yerinde, her türlü şiddete karşı mücadele eden kadınlara yol göstermeye devam ediyor.
Ne var ki şiddet, bugün de hız kesmeden sürüyor. Ülkemizde de durum farklı değil. 2024 yılının ilk 10 ayında bilinen 296 kadın cinayeti yaşandı. Bunu 184 şüpheli kadın ölümü izliyor. Ekim ayında ailesi tarafından katledilen Narin, onu izleyen yenidoğan bebek cinayetleri, kadınların, çocukların ve özellikle de kız çocukların yaşamlarının güvencede olmadığını açıkça gözler önüne seriyor. Evlerin kapılarının ardına gizlenmiş, sözlü, duygusal, ekonomik, fiziksel, cinsel şiddet eylemlerinin sayısı ise bilinemiyor. Cinsel yönelimleri farklı bireylerin onurları ile oynanmaya devam ediliyor. Ülkede giderek ağırlaşan ekonomik koşullar, özellikle kadın yoksulluğunu artırıyor. Bilimsel eğitimi, tarikatlara ve onların gerici zihniyetlerine teslim eden anlayış, kadının ikincilleşmesini yeniden besliyor.
İstanbul Sözleşmesi, nafaka ve soyadı hakkı gibi kadınların, yaşamlarını güvenceye almak için verdikleri mücadelenin ürünü olan yasal kazanımlar ellerinden alınmaya çalışılıyor. Anayasa’nın 4. Maddesinde “değiştirilemeyeceği“ hüküm altına alınmış olan “Cumhuriyetin, demokratik, laik, ve sosyal hukuk devleti olduğu” ilkesi fiilen yok ediliyor. Devredilemez olan yasama, Anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanılması gereken yürütme , bağımsız mahkemelerce kullanılması gereken yargı yetkileri tek bir kişinin iradesine terk ediliyor. Bu durum özellikle kadınların hak talepli davalarından sonuç almalarını engelliyor. Özellikle kadına yönelik şiddet davalarında cezasızlık, şiddet faillerini cesaretlendiriyor.
Kadınlar hâlâ eşit işe eşit ücret alamıyor. Tarım işçisi, mülteci kadın ve kız çocukları hem ayırımcılığın, hem de emek sömürüsünün muhatabı oluyor. Kadınlar için esnek ve güvencesiz çalışma kalıcı hale getirilmeye çalışılıyor. Kadınlar, “eş ve anne” tanımı ile eve hapsedilmek isteniyor. Fiili kürtaj yasağı, kadınların kayıtsız, ruhsatsız, merdiven altı yerlerde hayati tehlikeyle karşı karşıya kalmasına sebep oluyor. Ülkemizde her yıl, binlerce kadın, rahim ağzı kanserinden yaşamını yitirirken, HPV aşısı hâlâ ücretsiz yapılmıyor.
Kadına karşı şiddetin önlenmesi, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayacak önemli adımlardan biridir. Böylece kadınlar, hem ülke sorunları hem de kadının insan hakları sorunlarına daha sıkı sarılacak ve bu hakların kazanılmasında etkin olmayı başaracaklardır. Ne var ki iktıdar, son 20 yılda kadının güçlenmesine değil, geride kalmasına neden olacak uygulamalara devam ediyor. Tam da 25 Kasım yaklaşırken bu politikanın yeni bir örneği ile karşılaştık: Harp Okulu mezuniyet töreninde üç kadın öğrenci, öğrenimlerini birincilikle tamamlayıp, teğmen rütbesini taktılar. Ancak, resmi törenin ardından, mezuniyet coşkusu ve onurla “kılıç çattıkları” ve “Atatürk’ün Askerleriyiz!” sloganı attıkları için disiplin soruşturması ile karşı karşıya bırakıldılar. Biz, bu gerekçe ile verilecek bir cezanın, hukuka aykırı olacağı ve yeni bir şiddet türü yaratacağı inancındayız. İktidarı, bu konuda ve her alanda şiddeti besleyen eylem ve işlemlerden uzak durmaya davet ediyoruz.
Kadınlar olarak, mücadelenin kazandırdığının bilincindeyiz. Yılmadan ve yorulmadan haklarımız için mücadeleye ve dayanışmaya devam edeceğiz.
Haklarımızdan, hayatlarımızdan ve hayallerimizden vazgeçmeyeceğiz.
Av. Şenal Sarıhan
Genel Başkan