ALIŞVERİŞİ TÜİK’DEN YAPIN, FAKİRLEŞMEYİN !...

Araştırmacı gazeteci Erdal Direğin, Siyaset Bilimci kimliği ile Türk ekonomisini, enflasyonun dar gelirli vatandaşlar üzerinde etkisini, Finans sektöründeki dalgalanmalari ve Başkanlık Sisteminin ülkemizi nasıl sıkıntıya soktuğunu analiz etti. Yerel seçimlerden sonra neleri ön gördüğü, özellikle emekliler üzerinden değerlendirmelerini çok önemsiyoruz.. Özetle Erdal Direğin "insanlarımızın yaşam hakkını ellerinden aldınız" diyor.

Bağımsız ekonomistlerin bir araya gelip araştırma yaptıkları ENAG ve Yerli ! Milli kuruluşumuz TUİK… İlkinden başlayalım, araştırmalarında ve analizlerinde benim de çok güvendiğim iktisat hocalarının ve akademisyenlerin verileri her ay halkla paylaşılıyor.

Diğer taraftan hangi referanslarla araştırma yaptığı bilinmeyen Tuik. Şimdi gelelim işin özüne, ENAG verileri, vatandaşın gözlemleri, hissettikleri ile büyük
ölçüde örtüşüyor. Uzun bir süredir aynı marketten her ay aynı ürünleri alan ve artışı kamuoyu ile paylaşan eski İyi Partili Ümit Dikbayır’ın paylaşımlarından ne öğrendik? Aylık enflasyon % 7.16 çıkmışken, Tuik yetkilileri aynı dönemde 2.16 bulmuşlar. Bu yıla geldiğimizde ENAG yıllık enflasyonu % 127.21, Tuik % 64,74 olarak ilan etti. “Ne olacak canım, bizde ENAG ve bağımsız kuruluşlara inanırız geçeriz” deriz ancak maalesef öyle olmuyor.

Devlet Tuik verilerini esas alıyor. Çalışanların ve emeklilerin maaş artışları TUİK de görevli marifetli uzmanların ! insafına kalıyor. Şimdi ne oldu biliyormusunuz; % 50 daha fakirleştik. Buna itiraz edenler ise sadece muhalif seçmen olması da çok düşündürücü. Beyinlerimiz bu kadar nasıl uyuştu? İnsanlar kuru ekmeğe muhtaç bırakıldı. Yine de şükredin diyenlere biat ediyor. Bu ne yaman çelişki ! Sosyologlar ve sosyal psikologları bir kez daha göreve çağırıyorum. Bu patolojik durumu analiz edip bize açıklasınlar…

Enflasyonun ağır koşullarını en iyi hissedenler, dar gelirli dediğimiz, asgari ücretli, emekli ve hatta işsiz vatandaşlarımız. Tuik ne derse desin inandırıcı olamıyor. Reel enflasyon % 100’ün üzerinde. Peki biz inanmıyoruz, halk inanmıyor. Hiç kimsenin inanmadığı bir gerçeğe iktidar neden inanmış gibi yapıp, buna göre maaş artışları yapıyor? Tuik Yöneticileri, ekonomi bakanı, çalışma bakanı ve elbette kimsenin sözünden çıkamadığı Cumhurbaşkanı Erdoğan bundan sorumlu. Yazık oluyor benim güzel, naif insanlarıma…

İktidarı destekleyenlere “beter olsunlar” demek de doğru değil, hep beraber beter oluyoruz. Yapmayın, yeter artık, insanların Yaşam Haklarını ellerinden aldınız.
20 gün önce bir ev sahibi kirayı 2500 TL’den den 7500 TL’ye çıkardığında çok üzülmüş asrın lideri. Devamında ”insaf ya insaf” diye çıkışlarını da işitmiştik.

Sayın Cumhurbaşkanı sanırım İstanbul’daki oturabilecek evlerin kiralarından habersiz. 7500 TL alan emekliler, ortalama 6000 civarında emekli maaşı olan dul ve yetimlerin nasıl hayatta kaldıklarını biliyor mu acaba? Oturulacak durumda olan evlerin kiraları 15 bin ve 20 bin TL. civarında.

Peki nasıl çıkacağız işin içinden? 7500 maaş aldık, 12.000 kira ödedik, toplamda, ortalama 2500 fatura ödedik. Sabah akşam çay ve simitle karnımızı doyurduk 1500 TL . Çay dediysek herhangi kafe ya da börekçide çay demedik. Bir çok yerde bir bardak çay 20-30 TL. Hastane reçete katılım payı ve İlaçlara da katkı payı en az 400 TL. Yaşınız 65 değilse, ulaşıma da en az 700 TL ayıracaksınız. Ekmek 10 TL oldu. 4 yerine onu da 2 ye indirdik, 600 TL de ona yazalım.

Misafir asla çağırmayın bu hesaba onu koyamam. Peki sebze, meyve, et ne yapacağız? Sıkacağız kendimizi yemeyeceğiz, çocukları ve torunları gezdirirken, vitrin, restoran ve büfelerin önünden hızlıca geçireceksiniz, hatta dikkatleri dağılsın diye tuttuğu takımın bu haftaki maçını sorun, “o gol nasıl kaçtı, yada ne güzel goldü diyebilirsiniz”.


 

Pazara götürmeyin meyve fiyatları el yakıyor, canları çeker alamazsınız, üzülürsünüz. Mutlaka 500 TL de beklenmedik harcamalarda ister istemez karşınıza çıkacaktır. Okula gönderdiğiniz çocuk yada torun varsa vay halinize… Bu hesaba göre en az 10 bin TL her ay açık vereceksiniz? Hep başkaları suçlu. 22 yıldır tek bir hatayı, olsun, biz yaptık demediler.

Güvenlikçi politikalara, kutsal değerlerimizi de yerleştirerek iktidarlarını sürdürüyorlar. Bu sayede ekonomiyi unutturuyorlar. Başarılı da oldukları kesin. Sormuyorlar, “babalarımız tek maaşla çalışıp, çocukları okutup, kirayı rahatlıkla ödeyip, üstüne de ev taksidi öderdi” diye sormuyorlar. Emekli olduklarında bir ev ile bir araba alındığını ve bugün neden alınamadığını sormuyorlar. Sorabildiklerinde galiba bu devir sona erecek.

Değerli dostlarım, siz hiç böyle bir dönem yaşadınız mı? 1970’lerde 70 cente muhtaç olduğumuz dönemlerde bile bu kadar zorlanmadı bu halk. Alım gücü hiç olmadığı kadar düşük. Bizi fakirlikte eşitlemeye çalışıyorlar. Asgari ücret alanların sayısı % 50’nin üzerine çıktı. Beyaz yakalıların maaş artışları o kadar düşük oldu ki, onlar da bir süre sonra asgari ücretin biraz üzerinde kazanacaklar.

AKP hükümetinin iktidara geldiği 2002 yılında bir aylık maaşıyla 11 çeyrek altın alan emekliler, şu an 3 çeyrek altın alabiliyorlar. Ekmek hesabına girmek istemiyorum o hesapta içler acısı, sonuçlar pek farklı değil.. Soralım o zaman; biz niye bu duruma düştük? Artık simit aldığımızda parklarda, banklarda saklayarak yiyoruz. Alamayan olursa, canı çekerse!

Simit yahu simit, bizi ne hale düşürdünüz?

Öncelikle Başkanlık sistemine geçtikten sonra her şey daha da kötüye gitmeye başladı. Tek kişinin her şeyi bilmesi mümkün mü? Ama öyle bir sistem geldi ki, dünyadaki başkanlık sistemlerinin hiç birine uymuyor. ABD Merkez Bankası’nın (FED) faiz artışları karşısında biz tam tersini yaptık. Bununla da övündük. Halbuki küresel ekonomide bütün sistemler birbirinden etkileniyor. Hatta sayın Cumhurbaşkanı sözüm ona göreneği referans göstererek “Nas var, öyleyse sana bana ne oluyor” demedi mi? dedi ve ekledi, biz bu görevde oldukça faizler bir daha yükselmeyecek dedi mi? Onu da dedi. Faizler bugün tavan yaptı, daha da yükselecek görünüyor. Takdir kamuoyunun ! Faizler düştükçe insanımız parasını korumak için dövize yüklendi. Serbest piyasada bir anda döviz sıkıntısı çekilmeye başlandı.

Dışa bağımlı olduğumuzdan hammaddeyi yurt dışından tedarik ediyoruz. TL ile alma ihtimalimiz yok. Dövizle almak zorundayız. Bu arada döviz kuru öylesine hızlı yükselmeye başladı ki, Merkez Bankası çareyi piyasaya büyük miktarlarda döviz sürmekte buldu. Bu nasıl bir etki yaptı? Merkez Bankası döviz rezervlerini bir anda yok etti. Hatta savaş zamanlarında kullanmak üzere ayrılan yedek akçe bile kullanıldı.

Özellikle 15 temmuz hain kalkışmanın finansörü dediğimiz BAE ile swap anlaşması yapıldı. Katar’la çeşitli tavizler verilerek swap anlaşmaları yapıldı. Swap ne demek? Değiştirme demek. Biz TL veriyoruz, karşılığında dolar alıyoruz, süre sonra karşılığında faiz ödüyoruz. Faizler düştükçe döviz arttı demiştik. Döviz yükselince dışarıdan aldığımız akaryakıtın fiyatı da TL cinsinden inanılmaz artmaya başladı. 5 TL olan mazot, bir anda 27 TL’ye fırladı
ekonomi çöktü. Nakliye maliyetleri arttı, çiftçi mazotu traktörüne koyamaz oldu. Hem üretim azaldı, hem de nakliye fiyatları artınca üretilen ürün özellikle büyük şehirlere 5 katı fazla paraya gelmiş oldu. Fiyatlar tavan yaptı. Üretici her zaman ki gibi kaybetti. Kilosunu tarlada 1 TL den satamadığı karpuz, tezgahlarda 10 TL den satıldı. Bu gün istikrar devam ediyor! Mazot 35 TL’yi aştı. Hukuk ve Adalet duyguları şaştığı, dış kaynaklı yatırımcı da gelmediği için dönemiyoruz. Yatırımcı gelmediğinden işsizlik de azalmıyor. Sadece geriye Turizm gelirleri kalıyor. Bu da yıllık 35 ila 50 milyar dolar civarında. Turizm gelirlerinin büyük bölümü Akdeniz ve Ege sahilleri tesislerinden geliyor.

Orada da büyük sıkıntı var. Prof. Dr. Tolga Yarman hocamız Mersin konferansında, Nükleer Santralin Akkuyu’ya niçin yapılmaması gerektiğini detaylarıyla anlattı. Akdeniz’in su sıcaklığının ortalama 30 derece olduğunu, bu nedenle Nükleer Santralin Akdeniz’de ancak düşük verimle çalıştırılabileceğini işaret etti. Bu da 20 milyar dolarda, banko 2 milyar doların denize gömülmesi anlamına geliyor. Ayrıca 3 Mart 1999 tarihli Enerji zirvesinde, zamanın başbakanı rahmetli Bülent Ecevit’e bunları aktardığını ve Ecevit’in buraya Nükleer Santral yapmaktan vazgeçtiğini anımsatmıştı. Devamında Turizm gelirlerinin büyük bir kısmının da tehlikeye girebileceği, Akdeniz sahillerinin güçlü turizm ülkelerinin, nükleer santral atıklarının denizleri kirleteceği yönünde kara propaganda yapması kaçınılmaz görünüyor.

Bu gelirlerden de olursak daha sıkıntılı bir durumla karşı karşıya kalabiliriz. Hani bir ara 128 Milyar doların arka kapıdan satılıp, nereye gittiğini soruyorduk ya, sanırım bu sorunun cevabını bu hükümet gittiğinde öğreneceğiz. Merkez Bankası’nda kayıtsız çöp çıkmaz. Hükümetin asgari ücrete ve emekli maaşlarına en çok zammı biz yaptık demesi doğru değil. Alım gücüne bakıldığında her geçen gün çalışan ve emeklilerin fakirleştiğini göreceksiniz. Hele şu dış güçler masalına hiç itibar etmeyiniz. Bu kadar fakirlik varken, işsizlik varken, 3-5 yerden maaş alan liyakatsız yöneticileri unutmayın. Sığınmacılara tanınan imtiyazları unutmayın, kendi vatanımızda ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmeyi kabullenmeyin.

2024 yılı için ne bekliyoruz? Bu durum sürerse hiç bir şey, hatta yerel seçimlerden sonra Allah bizi korusun. Dejenerasyon toplumun her kesimini etkisi almış görünüyor. Siz siz olun trafikte, sokaklarda hiç kimse ile tartışmayın. Ekonomik kriz yüzünden, cinnet halinde bir toplum olduk. Nihayet artık ağız tadıyla doktor döven bir toplum olduk ! Zaten bir çok doktor ve sağlık emekçisi ülkeyi terk etti. Yetersiz Suriye’li doktorlar var artık. AKP ile bakın nasıl da
çağ atladık.
Ekonomik çöküntü insanları vurduğu gibi sokak hayvanlarını da vurdu. Mama fiyatlarına yetişilecek gibi değil. Döviz artınca mama fiyatları da çok arttı. Fakat başka çaremiz mi var?

Onların da doyması gerekiyor. Çöp konteynerlerinin büyük çoğunluğu kapaklı, kedi ve köpekler buralardan yemek artıkları ile besleniyordu. Bu çare dahi ortadan kalktı. Onlar bu günlerde sadece size muhtaç. Kış aylarında daha da zorlanıyorlar. O masumları anlamaya çalışın, onlar gözleri ile her şeyi sizinle paylaşıyorlar. Hiçbir şey yapmayacaksanız kapılarınızın önüne 1 kap su koyun. Anayasa'nın 34. maddesi; fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. İmkanlar dahilinde bu hakkı kullanmaya çalışın. Çalışın ki, Çedes Protokolü uygulanmasın, okullar bari iş arayan imamlar için, istihdam kaynağı olmaktan çıksın, ki, İktidar Eğitimde sözde STK diyerek tarikatlarla protokol yapmasın. Çocuklarımızın geleceği kararmasın.

Bugün yeni yılın dördüncü günü, berbat bir yılı geride bıraktık. Depremler, seller, savaşlar, kayıp verdiğimiz askercikler, ana kuzularını unutmayın. Güzel bir Türkiye hayalinizden vazgeçmeyin. Umudunuzu koruyun. Yazımı Victor Hugo’nun çok sevdiğim bir sözü ile bitirmek istiyorum.
“Gecenin en karanlık anı, şafak sökmeden az önceki zamandır”
Her şeye rağmen, Sevginin hakim olduğu güzel ve yaşanılabilir bir ülke hayaliyle, mutlu
yıllar…
04.01.2024

ERDAL DİREĞİN