Cumhuriyet'in 101. Yıldönümü'nde Kafa Karışıklıkları: Bunu da Aşarız!..

Prof. Dr. Tolga Yarman
CHP Kurultay Onur Üyesi
 

Bir "Kürt Sorunu" yok mudur? Vardır! Bu satırların yazarı hem 1991, hem 1993 SHP Kurultayı'nda, bu sorunu somut olarak dikkatlere taşımış olmanın ayrıcalığına sahiptir. Siz eğer belli bir etnik topluluğunuzun, kendi dilinde konuşmasına, giderek şarkı söylemesine, insanların yavrucuklarına, Berivan (Sütsağan Kız), Dilan (Düğün, Şenlik) gibi, anadillerinde yücelttikleri isimleri koymalarına karışır, hatta müdahalelerinizi zulme kadar götürürseniz, buradan bir "facia" çıkacağı kesindir.

Bu açıdan, sorunun tırmanmasında, Ankara'nın saymakla bitmez vebali vardır. Örneğin, Van 100. Yıl Üniversitesi'ni açarken, Edebiyat Fakültesi'nde bir Kürtbilim Anabilim Dalı ihdas etmek, çok mu zordu, allaşkına!.. Etrafta topraktan tarih, arkeoloji, fışkırıyor, bağır bağır bağırıyor... Biz dönüp tarihî taşa davar bağlıyoruz... Zihnimizi değil, gözümüzü dahi çevirmiyoruz o yana... Oysa, etnik (yani kültürel, ekinsel) özellikler, diller, bütün bunlar, bu toprakların pırlantaları değil midir? Onları araştırmak, deşmek, anlamak, sahiplenmek, boy atmalarına omuz vermek, bize yakışan onurlu davranış değildir de, nedir?.. Atatürk, Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ni, açtı... Ama biz oradan olsun, kerteriz tutacağımıza, içimizdeki tarihsel birikimlerimize, zenginliklerimize, salak gibi kafamızı çevirdik, hep... 

 

İlkellik tek taraflı katiyen değildi. "Kürtçü şahinler", emperyalizmin kucağında, "kurtuluş savaşı" vermeye yeltenecek kadar, kendilerinden geçtiler... Seçilmişleri 1991'de, Meclis Kürsüsü'ne, kollarının altına koca koca çözüm klasörlerini alıp çıkacak yerde, "ucuz kahramanlığı" seçtiler. Kürtçe yemin ettiler, çekip gittiler. Biz buna karşılık, Onlar'ı, "Kolaycı fırsatçılığı bırakın, sorunlarınızı çalışın, Kürsü'ye taşıyın!" diye tedip etmek yerine, hurrraaa, önce partiden attık, sonra hepsinin dokunulmazlığını kaldırdık, zindanlara tıktık... Onlar'i, mapusane çıkmazlarında yıllarca tuttuk, çürüttük... 

Bugünkü iktidar 2002'de iş başına geldiğinde, terör herşeye rağmen bitmişti...

Şimdi görüyoruz ki, onca sorun, ekonomiden, geçim cehenneminden başlayarak, insanlarımızı acımasız ezerken, iktidar, "anayasa değişikliği" adı altında, ikinci çözüm sürecini, gümbedenek önümüze, üstelik amansız kafa karışıklıkları ile birlikte koyuverdi. Hemen her cenah, soruna balıklama dalmış görünüyor.

Herkesin ağzında, bir Türk-Kürt tekerlemesi yuvarlanıp gidiyor. 

Böylesi bir terkipten daha bölücü bir terkip düşünemiyorum.

Bir defa:

- Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına Türk denir. 

Kökeni Suriyeli de olsa, Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı olduktan sonra, Türk'tür O, artık. 

Haa, "Türk" sözcüğü demin anlattıklarım çerçevesinde anlamından uzaklaştırılmadı mı? Evet uzaklaştırıldı. 

Bunda Ankara'nın kabahati büyük değil mi? Evet, dediğim gibi, büyük!.. 

O zaman ne diyeceğiz? "Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı" diyeceğiz. 

Ey sen, her kimsen, "Türk"ten rahatsız olup, "Türkiyeli" deyimini öne süren kafa:

"Türkiyeli" sözcüğünün kökündeki "Türk" kalıbını koruyorsun, öyle değil mi? Ya "Türkiye Cumhuriyeti" deyiminin başındaki, "Türkiye" sözcüğünün içindeki "Türk" kalıbı? Onu da aynen koruyorsun, değil mi?

Pekiyi o zaman, neyi değiştiriyor oluyorsun!..

"Türk Bayrağı" demeyecekmişiz!.. Ya  ne diyecekmişiz? "Türkiyeli Bayrağı" diyecekmişiz!..

Elinin körü... Bunu, tam da böylesi ucube bir kurguda, gündeme taşıyorsan; kabul ederim, o da bizim kusurumuzdur, şu ki sen, işte Türkçe bilmiyorsun. 

"Türkiyeli Bayrağı" deyimi, "kötü türkçe" bile değil, ya hu!..

Türkiye'de oturan ya da oturmayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına. Türk denir... O'nun bayrağı Türk bayrağıdır.

Beğenmiyorsan, eyvallah hakkındır... 

O zaman, "Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı" denir!.. Bayrağına ise "Türkiye Cumhuriyeti Bayrağı", denir...

**

Şimdi zurnanın zart dediği noktaya geliyorum...

Türkmen-Kürt olur... Kürt-Zaza olur... Oğuz-Zaza-Çerkez olur... Kıpçak-Kürt-Çerkez olur... Arnavut-Boşnak-Kürt-Zaza olur... Hepsi olur... Ama "Türk-Kürt", saptırmacadır, bölücülüktür. 

Bunların hepsi bizim kültür zenginliğimizdir.

Türk adı, şemsiyedir. Maateessüf aşındırılmıştır. Eyvallah... Ancak yine de öyledir. 

O kadar öyledir ki, kimsenin gücü "Türkiye Cumhuriyeti" deyiminin direği olan "Türkiye" sözcüğünün kökündeki "Türk" sözcüğünü, oradan söküp alamaz... 

Kürt-Türk karşıtlaştırılarak telaffuz edilen terkibin içinde sayılması gereken öteki bütün etnik zenginliklerimiz eziliyor, yok ediliyor, öğütülüyor, ham hum şaralop ile yok ediliyor. Kimsenin buna hakkı yok...

Bir milyon Zaza Güzel Vatandaşımız, ne olacak?...

- Hocam Onlar, Kürt...

- Hadi oradan... Etnoloji (etnik kimlikler bilimi) öyle demiyor... Ayrıca bak bakalım, kaç tane Zaza kendisini Kürt sayıyor?

Yok öyle bir olgu.

Zazalar; kendilerini; "tıpkı Kürtler'in kendilerini, Türkler'in etnik benliklerinde eritmeye kalkmalarını, ayrıca gayet anlaşılır şekilde, yakınma konusu haline getirmeleri" örneğindeki gibi, "Zazalar'ı Kürt etnik benliğinde eritmeye yeltenmelerinden" fevkalade muzdaripler...

O kadar ki, TRT Şeş, şimdiki adıyla TRT Kürdî, ne güzel ki Kürtçe (Kırmançça) yayın yapmaya başladığından bu yana (2009), ayrıca, o da ne güzel, Zazaca yayın yapmaya başladı... Çözüm sürecinin Türkiye'ye önemli bir aramağınıdır bu!.. 

Şu ki, Zazalar, Kırmançça yayın yapan kanal şemsiyesi alında, haftada bir gün kendi dillerinde yayın izlemekten, tam da, kendilerinin Kürt potasında eritilmek istenmesine kilitleniyor olup, çok rahatsız oldukları için, münhasıran kendilerine Zazaca (Zazaki) yayın yapan, bir kanal isteyip duruyorlar... O da ne güzel ki, öyle bir yayın kanalı oluşturulmakta...

Ne oldu o zaman, şimdi?

Demek ki, Zazalar Kürt değillermiş...

- Hayır Hocam öyle değil, diyenleriniz varsa, bu serzenişin muhatabı ben değilim... Zazalar... Derdinizi Onlar'a anlatın...

İkna olacaklarını sanmam...

Bir milyon Zaza var ülkemizde, ki, bu İstanbul'un benim çocukluğumdaki nüfusu kadardır... O zaman da Koskocaman olan İstanbul şehrinin meskunu kadar, Zazaca konuşan güzel insanımız var, bugün, ülkemizde... Ee o zaman ne oldu? Türk-Kürt terkibini telaffuz etmek suretiyle bölücülük yaparken, şimdi bir de, Zazaları, hiç kasdetmesek de, Kürt potasında eritmeye kalkıyor oluyoruz.

**

Bitmedi...

Milyonlarca Suriyeli daha gelmeden, ülkemizde iki milyon Arap vardı. Şimdi kaç milyon Arap var, siz hesap edin...

Türk-Kürt derken, Arap yurttaşlarımızı da yok sayıyormuşuz, meğer...

**Bitmedi... 

Ülkemizde yüz binden fazla Laz var... Onlar'ın da kendilerine has dilleri, kültürleri var...

Ne güzel... 

Şu ki, aralarında "Ne mutlu Türküm diyene!" demeyen yok!..

Sen demek istemiyor musun? Saygı duyarım...

Ama sen de, "Ne mutlu Türküm diyene!", sözüne sevdalanan kardeşine, saygı duy.

Bu söz de manasindan çok saptırıldı...

Bak "Ne mutlu Türküm diyene!", ne demek...

Bizi şu cennet vatandan, hayasızca kovmaya kalktılar... Doğduklarına pişman ettik... "Kuvvayı Milliye"yi (milli kuvvetleri) kurduk, analarından emdikleri sütü, tarihte benzeri görülmemiş şekilde burunlarından, fitil fitil getirdik. Milli Kurtuluş Savaşımız'ı verdik... O da, destan kere destan Çanakkale Savaşları'nı, öncesini saymazsak, üç yıl boyunca amansızca çarpıştık... TBMM'ni kurduk (23 Nisan 1920)... Sakarya Meydan Muharebesi'ni kazandik (Ağustos 1921 - Eylül 1921). Büyük Taarruz İle (26 Ağustos 1922), dünyalarını başlarına geçirdik. 30 Ağustos'ta bozguna uğrattık, alayını... 9 Eylül 1922'de, hepsini, İzmir'den sürü sepet denize döktük... Oradan çekip gittiler, bir defa... Sonrasında, İstanbul'dan, geldikleri gibi gerisin geriye yolladık, dünyanın en büyük armadasının züppelerini... Lozan'da, kanser ettik, cümlesini... Cumhuriyet'in tapusunu aldık, 24 Temmuz 1923'te... Cumhuriyet'i kurduk, 29 Ekim 1923'te... Bir koyup üç alacaklardı... Üçün birini aldılar, defoldular, gittiler...

"Ne mutlu Türküm diyene", demek; işte bütün şu görülmemiş manzumeyi icra eden Mehmetçiklerimiz'e, ülkenin her bir tarafından gelen vatan evlatlarına, "yerleri soframızda öküzümüden sonra gelen kahraman kadınlarımıza", başta Onlar'ın Komutanları'na, hepsinin ahvadına, nihayet bize, hepimize, ne mutlu, demektir...

"Ne mutlu Onlar'ı anlayanlara, ne mutlu bir daha aynı bir cüretle karşı karşıya kalsın, vatan, her türlü şerefsizi, buradan kolundan tutup söküp atacak, bilinçte olan, vatan evlatlarına, ne mutlu" demektir!..

Bunun, o kökten, bu kökten gelmekle alakası yoktur...

Bunun has bu vatanın evladı olmakla alakası vardır...

Türkiye'de doğup büyüyen vatan evladına "Türk vatan evladı" denir... Beğenmeyen varsa, "Türkiye Cumhuriyeti vatanının evladı", desin... Son toplamda bu vatanın has evladıdır, O...

"Ankara'da vücut bulmuş kimi onursuzlar, Kürt'e, Zaza'ya, o güzelim vatandaşımıza, bu güzelim vatandaşımıza, olmadık baskılar yaptılar demek, biz, bütün bu olup bitene sırtımızı çevireceğiz" demek olamaz!

**

Atatürk:

- Türk öğün, çalış, güven, demiş...

"Öğün" fiiliyle başlıyor, deyiş. Neden? Çünkü şu, dedelerimizin yazdığı tarihle bir öğünmeyeceğiz, kim öğünecek? Onun için her sabah bir defa gururla kalkmaya hak sahibiyiz...

Sonra, yüreğimizle çalışacağız... Sonra, göğsümüzü başarılarımızla doldura doldura güveneceğiz...

**

Ülkemizde yirmiye yakın dil konuşuluyor... Kapadokya'da Eski Yunanca dahi konuşuluyor...

Bütün bunlar bizim zenginliklerimiz...

Hepsini geliştirmek görevimiz...

Anadil eğitimi o açıdan önemli... 

Ama "anadilde eğitim" demek, bütün dersleri, Lazlar'ın çoğunlukta olduğu okullarda Lazca, Zazalar'ın çoğunlukta olduğu okullarda Zazaca, Kürtler'in çoğunlukta olduğu okullarda, Kırmançça, Araplar'ın çoğunlukta olduğu okullarda, Arapça, ilahir, yapacağız demektir... 

Pekiyi biz aramızda hangi dilde konuşacağız, Arkadaşlar :)) ...  

Bir de bunu kim istiyor?..

**

Üç yabancı dili, anadilim gibi bilirim...

Ama anneannemin dili, Balkan Savaşı'ndan çıkmış, sığınmışlar, anayurdumuza, Arnavutça... Evde, Anneannem, O'nun Annesi, Nenem, Teyzem, Büyük Teyzem, Annem, Arnavutça konuşurlardı... Annem, Babam, Dayım, Teyzem, mükemmel Türkçe konuşurlardı... Yine de Nenem Türkçe bilmezdi... Anneannem'in şivesi vardı... Nedir ki, aklıma bir tek defa, matematiği Arnavutça öğreneyim, düşüncesi, gelmedi... Onlar'ın da öyle bir düşüncesi olmadı... Babaannem Çerkez'di... Çerkezce'yi de öğrenmek gelmedi aklıma... "Niye Çerkezce Fizik öğrenmiyorum?, demek, zihnime hiç düşmedi...

Ya hu, Irak'ta, Barzani ile Talabani, birbirlerini aynı dilden anlamazlardı... Aynı dili konuşmazlardı çünkü...  (Talabani 2017'de öldü, malum...) Barzani Kırmançça konuşur... Talabani Soranîce (Zazaki'nin bir kolu, onu) konuşurdu... 

Kırmança tıp, Zazaca Astronomi, Çerkezce yerbilim, akla daha ne kadar zenginleşme gelirse, hepsinin önünü açalım, elbette...

Ama imkanlar sınırlı... Bir de har vurulup harman savruldu... Mültecilere yüzmilyarlaca dolar akıttık... Söz konusu istekleri, akıllıca sıraya koymayacak mıyız?

Yoksa hurrraaa, anadilde eğitim maksatlı, bizi sonu belirsiz maceralara sürüklemesi kaçınılmaz olan, anayasa değişikliği yavelerine, cup diye mi, dalacağız!.

Herkesi aklını başına devşirmeye davet ediyorum.... 

Bir de allaskına, kim bizi göz göre göre atomize etmek (atomlarımıza ayırmak)  istiyor? Buna hiç mi dikkat etmeyeceğiz?

**

Türkçe okuma yazmaya başladığım gün, Fransızca okuma yazmaya başladım... Altı yaşımdaydım...

Hiç zor olmadı?

Ben aslında eğitimimin tamamını, Türkçe'ye ne kadar tutkun olursam olayım, ana dilimde, yani Türkçe dahi almadım... Bütün fen derslerimi, yabanci dilde aldım...

Türkçe ders vermeye bayılırım, ama, üç ayrı yabancı dilde de, ders vermekten çok keyif alırım...

Çocuklarımıza, ilkokulda Türkce ve istedikleri anadilde, anadil eğitimi verelim... Bu haaarika olur...

Ama Türkçe'yi hayasızca bir tarafa koyup, kimilerine, bir tek anadillerinde eğitim vermek, bölücüğün önde gidenidir...

Haa aksini düşünen mi var?

Abiler, Ablalar, burası, beğenseniz de beğenmeseniz de Türkiye Cumhuriyeti... Anadilde eğitim iste, ama Türkçe eğitimi reddet... Bu olmaz... 

Hepimizin başı, üstelik şimdiye kadar ağrıdığından daha da fazla ağrır...

Haaa, isteyen vakıf kurar, vakıf aracılığıyla, kendi istediği dili geliştirir... Kapadokya'da Eski Yunanca'yı da geliştirir... O dilde isterse, eğitim yapar. Ama bunu devlet yapamaz...

Bir de neden korkarım, biliyor musunuz?

Vakıf kurarak kendi anadilinde eğitim yapmak isteyenlere, dışarıdan sırf bizi daha da fazla bölmek amacıya, tıpkı tarikatlere dönük olarak yaptıkları gibi, musluğun ağzını açarlar, para basarlar...

Ve bütün bunlar niye oluyor biliyor musunuz?

Bölgeden petrol ve doğalgaz fışkırıyor... Onun için... 

Şimdilerde, Doğu Akdeniz Tabanı'nın altından fışkırıyor olacak, petrol de, doğalgaz da... 

Oraya komşu kim varsa, kanıbozuklar yok ediyor... 

Zavallı Gazze'nin başına gelenler onun için geldi...

Bu çerçevede, inanın, Hatay'dan çok korkuyorum... Yanıbaşında, deniz tabanının altı petrol denizi, çünkü...

**

Emperyaller'e ve Onlar'ın buradaki muhiplerine (meftunlarına) şunu hatırlatayım:

- Burası, İrak'a benzemez. Suriye'ye de benzemez... Halkımızı ne kadar çaresizleştirirseniz çaresizleştirin, günü gelir, yırtar dağları, enginlere sığmaz, taşar...

Türkiye Cumhuriyeti bir mucizedir... İçinden her zaman mucizeler çıkartacaktır...

Türkiye Cumhuriyeti, inanç üstünlüğüdür. İrfan ve vicdan prangalarını kırmaktır. Şahsiyettir, istiklaldir. Eşitliktir... Adalettir... Özgürlüklerdir... Boyunduruğun boynunu mengenenin dişlerine mıhlamaktır...

Anayasa değişikliği yavelerine kapılmayın... Yurdumuzdan; üstüne oturduğumuz güzide hazineden; etmeyelim durup durup, kendimizi, allaşkına... 

**

Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun, Arkadaşlarım!..

Demin işaret ettiğim anlamda haykırıyorum:

- Ne mutlu Türküm diyene!..

**

Dağ başını duman almış... Gümüş dere durmaz akar... 

Güneş ufuktan şimdi doğar... Yürüyelim Arkadaşlar... La la la la la la...

Sesimizi yer gök su dinlesin... Sert adımlarla heryer inlesin...

Sesimizi yer gök su dinlesin... Sert adımlarla her yer inlesin, inlesin...