Erdal Direğin: Hatay Kırmızı Çizgimizdir!
Erdal Direğin: Hatay Kırmızı Çizgimizdir!
Aktivist Erdal Direğin ile 6 Şubat depreminde ve sonrasında yaşananlarla ilgili bir röportaj yaptık. Depremin ilk günlerinden bu yana arkadaşları ile birlikte felaket bölgesinde yaşayan halka ihtiyaçların organize ederek götüren Erdal Direğin yaşadıklarını ve düşüncelerini bizlerle paylaştı.
Aktivist Erdal Direğin ile 6 Şubat depreminde ve sonrasında yaşananlarla ilgili bir röportaj yaptık. Depremin ilk günlerinden bu yana arkadaşları ile birlikte felaket bölgesinde yaşayan halka ihtiyaçların organize ederek götüren Erdal Direğin yaşadıklarını ve düşüncelerini bizlerle paylaştı.
6 şubat depremiyle millet olarak hepimiz derinden yaralandık. Tek yürek olup felaket bölgelerinde bulunan vatandaşlarımıza yardım etmeye çalıştık. Çok sayıda vatandaşımız gerek maddi, gerekse ihtiyaç kolileriyle destek olmaya çalıştı.
Erdal Direğin bu isimlerden bir tanesi. Aktivist, yaşam savunucusu. Depremin ardından hızlıca organize olarak deprem bölgesine ihtiyaçları götürmeye başladı. Bölgeye halen ihtiyaç taleplerine göre yardım götürmeye devam ediyor. Kendisiyle bir röportaj yaparak yaşananları, sorunları ve o günden bu güne ne değişti diye sorduk
-Erdal Bey ülke olarak yaşadığımız deprem felaketinin ardından bölgeye giderek bu sıkıntılı sürece yakından tanıklık ettiniz. Depremin üzerinden 6 ay geçti. Bölgedeki durumu ve yaşananları anlatabilir misiniz?
Erdal Direğin: Çok üzücü bir süreç yaşadık. Ve aradan aylar geçmesine rağmen sıkıntılar halen devam ediyor. Çok fazla çalıştık ve onlara yardım götürdük. Özellikle Hatay’ın bizim için, Atatürk için önemli olduğunu biliyoruz. Bir tek silah atılmadan Atatürk’ün aklıyla Türk toprağı kabul edilen Hatay çok kolay kaybedilecek duruma geldi. Bu sorunlara da dikkat çekmek istiyoruz. Demografik yapının değişme ihtimali özellikle 6 Şubat depremlerinden sonra çok daha ciddi konuşulması gereken bir durum haline geldi.
Aldığımız bazı haberlere göre Hatay topraklarının büyük ölçüde Suriyelilerin eline geçme ihtimalinin arttığını, özellikle deprem sonrası Hatay’ın sahipsiz bırakıldığı; Suriyelilerin özellikle seçimlerde nasıl oy kullandığını gördük. Yerinde gözlemledik. Bu durum hepimizin canını sıkmalı, bizim de sıkıyor. Bizim gibi aktivistlerin, yaşam savunucularının burada çok dikkatli davranması gerekiyor. Durum Hatay’da çok sıkıntılı…
Sadece bu yönüyle değil, depremden bu yana 6 aya geçti. İlk günden bu güne kadar ne değişti diyecek olursanız fazla bir şey söyleyemem. Sadece enkazlar kalktı, kalkmayan enkazlar var mı evet var. Yalnıca bunu söyleyebilirim. Çünkü belediyeler olmasa sıkıntılar çok daha büyük olacaktı. Ben şu parti, bu parti diye ayırmadan hepsine çok teşekkür ediyorum. Sivil toplum kuruluşları olmasa Hatay ve diğer bölgeler de çok sıkıntı çekecekti. Onlara da ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
AFAD ilk günden yetişemedi, büyük sıkıntılar çekildi. Depremin 2 ya da 3. Günü halen enkazlardan ses veren insanların sesleri duyuluyordu. Kurtarın kurtarın diye bağırışları kulaklarımızdan silinmiyor.
Bu süreç neden yaşandı bir çok şey söylenebilir. Ama çeşitli anekdotlar var, bizim gördüklerimiz var. Özellikle devletimiz tabii ki çok güçlü ama, devletin güçlü görünmesi adına yapılacak yardımların yerine ulaşmadığını veya organizasyonun yeterince düzgün çalışmadığını gördük. Bunu da ilk on günde fazlasıyla gördük.
Bir çok tırlar yollarda kaldı. Bizim halkımız hepinizin bildiği gibi kriz dönemlerinde bir araya gelir. Ayrım gözetmez bunu da çok fazlasıyla gördük. Organizasyon son derece kötüydü, Tırlarla gelen yiyeceklerin, giyeceklerin ve yardımların Hatay ve deprem bölgelerine ulaşmadan (gelen tırlar kazanç sağlamadan, bunu düşünmeden geldiler) bu organizasyon sıkıntısı yüzünden geri dönmek zorunda kaldılar. Üç- dört gün bekleyenler oldu. Sonra hepimizin sosyal medya ve basından takip ettiğimiz gibi yol kenarlarında inanılmaz bir rezalet gördük. Giysilerin, ekmeklerin yerlere atıldığını gördük. Ve bu halka zamanında ulaşamadı.
O dönemlerde hava inanılmaz derecede soğuktu. -15’leri gördü. Enkaz altında hepimizin bildiği gibi donarak ölen insanların varlığından söz etmek mümkün. Bir yaşam alanına sıkışıp, hiçbir incinme olmadan insanların öldüklerine şahit olduk.
Geç kalındı… Alan çok büyüktü kabul etmek gerekiyor. Ama daha organize olunabilirdi. Tabii bunun yanında Kızılay’ın maalesef çadır satması, yiyecekleri satması hayal kırıklıkları oldu bizim için. Çünkü bu kurumlar devletin kurumları, halkın kurumları, bizim kurumlarımız. Bunların yöneticileri haketmiyorlar bu kurumlardaki görevleri. Özellikle Kerem Kınık… Söyleyecek çok şey var. Baskılarla görevden alındı ama çok geç alındı. Bu durumu gören insanlar bırakın Kızılay’a yardım etmeyi kan vermeyecek duruma getirildiler. Maalesef çok geç karar alındı, kan stokları azaldı. Tabii çok yazık. Hilali Ahmer Kızılay Türkiye Cumhuriyetinden önce vardı, Bu gün de var, hep olacak. Umarım geçmişteki deneyimlerden ders çıkartırlar yeni yöneticiler. Bu dönem iyi yönetilemedi . Bunu net söyleyebilirim. Şu an da Hatay’da konteyner kentler kuruldu. Çok sayıda çadır kentler de var. Kalıcı konutlara geçmek zaman alacak ama kalıcı konutlarla sorun çözülmüyor . Sadece konut yaptık ne güzel sorun çözüldü demek de doğru değil.
Sanıyorum 9 Şubatta yani depremden 3 gün sonra Kahramanmaraş’taydım. Hemen vaziyet aldık arkadaşlarımla beraber. Takip ediyoruz televizyon ve sosyal medyadan. Yiyecek sıkıntısı var şu var, bu var… Ama hiç kimse çocukların o ruh halini düşünmedi. Hemen arkadaşlarımla karar verip çocuklar için oyuncak, boyama kitapları, bebekler, erkek çocuklar için toplar, kalem, boya alıp yola çıktık.
Kahramanmaraş’ta merkez ilçe(askeriye tabii barikat kurmuş içeriye sokmuyor) çadırkent stadın yan tarafıydı. Askerler tabii bizim askerlerimizdi. Yeterince şefkatli davrandıklarını da görüyordum.
Biz girdik anlattık durumu çocuklar için bir çadır kurulmuş. Bir anaokulu, yuva gibi oyun saatleri yapmışlar. Burada anne-babalarını kaybetmiş çocuklara da denk geldik. Bu çocukların rehabilitasyonuyla ilgili çalışmaları da ilgiyle izledik. Sosyal hizmetler uzmanları vardı. Onlarla işbirliği içinde gerekli oyuncakları onlara bıraktık. Çocuklar çok sevindi. İstanbul’dan kolilerce oyuncak yüklemiştik. Buradaki amaç ben şunu söyledim yetkililere: -Bu oyuncaklarla sadece burada oynamaları yeterli değil. Sizden bir ricam var. Bu çocukları deprem saati 4.17’den dışarı çıkartmamız lazım. Uykuya dalarken deprem anını düşünmesinler kızlar bebekleriyle, erkek çocukları toplarıyla birlikte uyusunlar. O oyuncakları bir arkadaş olarak görsünler ve bir yakınına sarılır gibi sarılsınlar. Sabah uyandıklarında o anı unutmuş olarak uyansınlar. Bütün amacımız buydu. Sosyal Hizmet uzmanı yetkililer de bu önerimizi haklı buldular. Ve bizim getirdiğimiz oyuncaklar çocuklu ailelerin olduğu çadırlara tek tek dağıtıldı. Bu inanılmaz bir mutluluktu bizim için. Bunu tabii daha sonra tekrarladık ama ilk 3. Gün o çocukların ruh halini düşünerek bu hamleyi yaptık. Hedeflediğimiz oldu mu? O bölge için oldu!
Kahramanmaraş ile ilgili hemen şunu da söylemem gerekiyor. Kahramanmaraş dağlık bir bölge ve şehir tam ortaya kurulmuş. Yani sulak araziye şehir kurulmuş. Doğa verdiğini geri almış. Tepelere baktığımızda evlerin çatlak da olsa yıkılmadığını gözlemledik. Fakat çarşı dediğimiz büyük otellerin olduğu kısımda neredeyse ayakta bina yoktu. Tamamı yıkılmıştı. Çünkü çok sulak bir arazi, tarım arazisi olacak bir yere şehir kurulmuş. Bunun acısını da oradaki insanlarla birlikte hep beraber yaşadık.
12 Şubat ilçesi vardı. O biraz üst kısımda kurulmuş. Orada da incelemelerde bulunduk, Orada belediye insanlara yuva olmuştu. Oraya da gidip orada da yardımlarda bulunduk. Ama inşallah ibretlik durumumuzdan ders alırız.
Artık tarım arazilerine yumuşak topraklara (Antakya’da olduğu gibi Amik Ovasına şehir kurduk. Amik Ovasına Hava Limanı yaptık.) şehir kurmak olacak iş mi? Burada hepimizin hatası var. Gelmiş geçmiş yöneticilerin, belediye başkanlarının…
Burada şu hatalı, bu hatalı demek biraz ayıp olacak. Hepimizin hatası var. Bütün aydınların hatası var. Konuşmayanların hatası var! Deprem bilimcilerinin, yer bilimcilerinin hatası var. Suçlu sadece bu gün o izinleri verenler değil. Geçmiş dönemlerde de bu izinler verildi. Maalesef rant çok büyük bir hastalık. Ve Türkiye’de çok ciddi bir durum. Yani olacak iş değil. Kabullenmek mümkün değil. Yapı denetim müdürlükleri çalışmamıştır. 99 depreminden sonra yönetmelikler değişti. Yapı Denetim Firmalarına yetki verilmiş ama orada da ahbap çavuş ilişkileriyle bir çok şeye göz yumulmuş. Biliyoruz ki bir kat ya da su basmanı yapıldığında Yapı Denetim geliyor, örnek alıyor labaratuvarında inceliyor. Tamam demezse ikinci katı çıkamıyor.
Ne hale gelmişiz biz. O beton kalitesine nasıl tamam dediniz. Ve yeni binalar çöktü. Adıyaman’da ben gözlerime inanamadım. Şehrin neredeyse yarısı çökmüş ve toz halinde. O şekilde bina mı çöker? Ne demir var, ne beton kalitesi var! Bunu gözlemlemek çok zor değil, uzmanlık gerektiren de bir şey değil. Çok sağlam binalar var, yan yatmışlar ama yıkılmamışlar. Demir de tutuyor, beton da tutuyor. Orada ölümler yok veya minimum seviyede. Ama buralarda toz halinde beton ve demir nasıl toz haline gelir? Çünkü burada denetim yok! Hem belediyeler hem de Yapı Denetim Şirketleri denetlememiş. İnsanların geleceklerini bitirdiler. Çocukları annesiz babasız bıraktılar. Anneleri babaları çocuksuz bıraktılar. Bu tarif edilecek bir acı değil. Herkes bitkin, üzgün yüzü gülen yok! Altı ay sonra da gittiğimde yüzü gülen yok. Nasıl gülsünler ki? Hayatları sönmüş insanların.
Devlet ‘’ben size kalacak yer yaptım demekle bu işten kurtulamaz’’! Bütün her şekilde yanında olmak zorunda. Yemeğini, işini verecek, ulaşımı sağlayacak, işi yoksa sosyal yardım sağlayacak. Çocuğa bez alınacak, bebeklere mama alınacak… Bebekler ne yiyip içecek? Biz gidiyoruz mama istiyorlar bizden. Mamaları, tamamlama sütlerini alıyoruz. Anneler ne yapacak? Çaresiz kaldı insanlar.Bir anne çocuğunun aç kalıp bu şekilde uyumasına nasıl göz yumar? Çaresizlik her şeyi yaptırır. Buradan sesleniyorum. STK’lar ne olur devletin ulaşamadığı yere siz ulaşın. Dağ köylerine gidin, kırsala gidin oradaki büyük acıyı görün. İnsanlar aç kalıyor. 50 derece sıcak. Normalde çadıra giremiyorsunuz, bütün geceyi orada geçirmeyi düşünün bakalım! Çadırların arasında kırsalda yılanlar dolaşıyor. Ben bunları gözlerimle gördüm. Fareler çok büyük sıkıntı. Fare zehri götürüyoruz ve kullanımını anlatıyoruz. Buna hep beraber çözüm bulmamız lazım.
Pazarcık’ta AFAD tüm yardımlara el koyduğu için insanlar nasılsa yardımlar yerine ulaşmıyor diye göndermekten vaz geçtiler. Bu algı değil gerçek. Bana bir tek Pazarcık’ta denk geldi. Dokuz kez bölgeye gittim. Pazarcık’ta yardım dağıtamazsınız, bize vereceksiniz dediler. Ben kabul etmedim, nasıl dağıtamam dedim. Ben bir organizasyonun parçası olarak yardıma geldim. Ben çadır kentlerde dağıtılmak üzere hijyen malzemesi getirdim. Kadın pedi,tuvalet kağıdı, peçete, bebek maması, iç çamaşırı getirdim. Ben bunları tek tek vermek zorundayım dedim. Önce kabul etmediler ben direndim orada. Ben bunları size asla teslim etmem gerekirse başka bölgeye götürüp bunları dağıtırım dedim. Kendi aralarında konuştular, üstlerinden izin aldılar bana 1 saatlik süre verdiler. Ben de arkadaşlarımla birlikte bu dağıtımı gerçekleştirdim.
Biz bu çadır kentlerde çekimler yapıyoruz, fotoğraflıyoruz. Bunu yapmamızın amacı yardımların ilk elden ihtiyaç sahiplerine ulaştığını insanlar görsün istiyoruz. O zaman yardımlar çoğalıyor. Bizim reklama ihtiyacımız yok! Bu şekilde yardım eden insanların sayısını çoğaltmayı hedefliyoruz. Bir tek pazarcıkta böyle bir sorun yaşadık bölgenin diğer her yerinde sorunsuz yardımları dağıttık.
Çok önemli gördüğüm Gölbaşı-Harmanlı bölgesi… Oraya gittim, önce başkanı aradım. Başkan da bir depremzede! Kolundan ve ayağından yaralıydı. İstişare ettik. Yardım götüreceğimi söyleyerek gelen yardım var mı diye sordum. Yardımın hiç olmadığını, bir takım sivil toplum kuruluşlarına ulaşmaya çalıştığını ama doğru dürüst yardımın gelmediğini söyledi. Birkaç kalem yardım malzemesi söyledi bana. 1 hafta sonra kasabaya girdiğimizde (2000 nüfuslu bir yer) binaların neredeyse %90-95’inin yerle bir olduğunu gördük. İnanılmazdı. Tabii bunları videoya aldık, fotoğrafladık. Çok ağır bir yağış altında girdik çamur içindeydi her yer. Ciddi sıkıntıları vardı. Bol miktarda ekmek götürdük çünkü ekmek yok. Üç mahallesi olan bir belde.
Beldiye başkanı bizi karşıladı, muhtarları davet etti bizi konteynerden oluşan makam odasına götürdü. Bir süre sonra dağıtıma başladık. Ekmek götürmeseydik o gün bir çok insan aç kalacaktı. Hijyen malzemelerini bir depo yapmışlar oraya bıraktık. Yaralıların olduğunu ve 59 vefatın olduğunu öğrendik. Bir arkadaşımız teşekkür etmek için yanımıza geldi çok üzüntülüydü. Ailesinden 6 kişiyi kaybetmiş. Biz dedi burada kendi ellerimizle çıkarttık. Dördüncü gündü insanlar burada bağıra bağıra öldü. Soğuk yağmur bir yandan, tırnaklarımızla kazıdık, kütükleri (evler ahşap) birbirimize yardım ederek kaldırdık canlı varsa canlı çıkardık sonra cenazelerimizi çıkardık ve kendimiz defnettik. Cumhuriyet savcısını ve hükümet tabibini bekleyemiyoruz cenazeler dışarda öylece kalamaz.
Duyduklarımız karşısında ne diyeceğimizi şaşırdık. Baş sağlığı diledik o genç arkadaşa. Bu üç-dört gün bu kurtarma ekipleri neredeydi? Bu kargaşayı, bu karmaşayı neden yaşadık? Neden bu organizasyonu yapamadık bunları sorgulamamız gerekiyor. Ve bunları unutmayın. Kimse unutmasın bunları. Ateş düştüğü yeri yakar. Belediye başkanı bu dağıtımdan sonra bizi bir üst sokağa çağırdı. Çamurların içinden gittik. Bakın dedi burada ne var! Gördüğümüz Atatürk heykeli mozolesi ile birlikte sapasağlam duruyordu.
Son olarak Malatya Yeşilyurt’tan bahsetmek istiyorum. Ekibimizle Gölbaşı’nda dağıtımı tamamladık. Gece zaten uykusuz geldik, üç-beş yerde dağıtım yaptık. Kamyonumuzu boşalttık, esenlikler dileyip gönderirken eşim bana mesaj atmış ben duymadım. Bir ses kaydı atmış. Genç bir anne olduğunu düşündüğüm hanımefendi feryat ediyor. Çocuklarım aç, sabaha kadar kalamayacağız açlıktan öleceğiz diye bir feryat var.
Eşim aradı ve hemen oraya da ulaşmamızı istedi. Ben zaten harekete geçecektim. Bana telefon numarasını da attı. Navigasyonla baktığımda üç saat sürüyordu. Hava kararmıştı benim gitmekten başka çarem yok. Çünkü biz o yardımı götürmesek çocuklar o geceyi çıkartamayabilirler. İki gün hiçbir şey yememişler. Hemen bir market arıyoruz. Her yer sıkıntılı. Yağmalanmış. Özellikle Suriyeliler yağmalamış. Basında ve sosyal medyada da çıktı. Yağmalanma sonucu her yer kapalı. Pazarcık-Gölbaşı arasında bir market bulduk. O sevincimizi anlatamam.
O marketten tanımadığımız o aileye 1 hafta yetecek kadar erzak aldık. Kahvaltılık, konserveler, hazır yiyecekler aldık, bol miktarda ekmek aldık, çay aldık. Tahminen 1 haftalık ihtiyaçlarını karşıladık. Saat tahminen 21.30-22.00 gibi Malatya-Yeşilyurt Tepe köyüne ulaştık ve aileyi bulduk. O anı anlatamam size. Anne bizi karşıladı. Elimizde poşetlerle çocukların yanına gittiğimizde çocuklar poşetlere koştular. Hemen ekmekleri kopardılar çocuklar. Çocukların seveceği bir sürü şey aldık. Çikolata cips gibi çocuklar sevinsin istedik ama çocuklar önce ekmekleri kopardılar.
Aileyle kısa bir görüşme yaptık, onları bırakmayacağımızı söyledik. Anne Yeşilyurt Çadır Kenti aramış. Oradan AFAD görevlisinin kendisine söylediği şu:
-(Tepeköy merkeze 30 km.) Geleceksiniz çorbanızı buradan alacaksınız. Yemeğinizi buradan gelip alacaksınız!
-Benim arabam yok, çocuklarla kaldım nasıl gelirim oraya?
-Yapacak bir şey yok. Gelip buradan alacaksınız.
Anne bu konuşmanın ardından sinir kriziyle bu ses kaydını çekiyor ve atıyor.
Bu ses kaydı bize İstanbul’dan ulaşıyor iyi ki ulaşmış. Yemeklerini yediler, yarım saat yanlarında kaldık moral verdik daha sonra ayrıldık. Arkadaşımla konuşmadan yarım saat devam ettik yola. Sonra dedim ki ya ulaşamasaydık. O çocuklar aç yatacaktı. Bir anne, 3-4-5.5 yaşlarında üç çocuğunun aç yatmasını kabullenebilir mi? Hangi anne kabullenir bunu?
İnanılmaz şeyler yaşandı, inanılmaz dramlar yaşandı. Artık herkes elinden geleni yapsın. AFAD’da , Kızılay’da aklını başına alsın. Bu güne kadar yapmış olduğu yanlışları bir daha yapmasın. Her şey toz pembe değil. 6 ay sonra durum kırsalda daha kötü. Herkes bir yere ulaşmalı. Birleşip ulaşmalı.
-Peki Erdal Bey bu sistem değişmeden bu talepler yerine gelir mi?
-Yani çok kolay değil. Biz son yıllarda tamamen betona dayalı bir ekonomi sistemi ile devam ediyoruz. Beton ve yol işlerini tamam çok hızlıca yapıyoruz ama insanımızın refahı ile ilgili; sorunlarını çözmekle ilgili yol alamadık. Çok başarılı olacaklarına da ben ihtimal vermiyorum çünkü yaşadıklarımız ortada. Geçmişten gelen deneyimlerimiz var bunları gözlemliyoruz. O nedenle ben yine halka güveniyorum. Ne olursa olsun halka güveniyorum. Bu hükümetin belli şeyleri başarabileceğini düşünüyorum ama belediyeleri yine ayırıyorum bakın. Belediye başkanlarının alınlarından öpüyorum. Onlar olmasaydı bu bölge hiç ayağa kalkamazdı. Daha kötü sonuçları görebilirdik. Özellikle Hatay’da İBB çok ciddi bir çalışma yaptı. Buralara halen ulaşıyor. Umarım bu zor süreç bir an önce atlatılır. Acılar sona erer. Biz halkımızın yanında olmaya devam edeceğiz.