KAPALI KUTU İRAN ! DEĞİŞİYOR MU SAHİDEN ?

ÖZEL HABER 17.04.2025 - 20:08, Güncelleme: 17.04.2025 - 20:08 15541 kez okundu.
 

KAPALI KUTU İRAN ! DEĞİŞİYOR MU SAHİDEN ?

Katıldığım CHP Samsun Mitingi ve İran ziyaretimle ilgili gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istedim.

Erdal Direğin Bu kez CHP’liler ve tüm muhalefetin birlikte alanı doldurduğu 13 Nisan Samsun Mitingine katıldım. Çok kısa mitinge değinirsek, gerçekten coşkulu, kararlı muhteşem bir kalabalık toplanmıştı. Alan doldu taştı. Herkesin Ekrem Başkan gibi heyecanı yüksekti. Samsun ve Karadeniz halkı fazlası ile üzerine düşen yaptı. Neredeyse her ilden otobüsler akın akın Samsun’a geldi. Miting bitiminden sonra 17.00 de Samsun otogarından otobüse bindim. 14 saat sonra sabah Türkiye’nin en doğusu Doğubeyazıt’da idim. Hafif bir sabah kahvaltısından sonra Gürbulak sınır kapısına gitmek üzere minübüse bindim. Artık çok merak ettiğim İran’a geçecektim. Bende bilmediğim kapalı bir rejim olarak gördüğüm İran’a seyahatin güvenli olup olmadığını merak ediyordum. Kadim kültüre sahip İran halkı ile buluşmak da ayrı heyecanlandırıyordu beni. 35 dakikalık yolculuktan sonra sınır kapısındayım.  Türk tarafı, inşaat halinde olduğu için şartlar hiç de kolay değildi. İlk pasaport kontrol noktasından sonra yaklaşık 800 m. yürüyerek ikinci kontrol noktasına geldim ve sıramı beklemeye başladım. İlk hayal kırıklığım burada başladı. Bir Gümrük Muhafaza Memuru emir kipi kullanarak ve hatta saygı sınırlarını aşarak “aç aç, çekil çekil” diye bağırıp torpili olan bir hanım efendiyi sıranın en önüne getirerek işlem yaptırdı. Yine aynı yoldan çıkarak görev yerine dönüyordu. Ben yanımdan geçerken bu görevliye sitemde bulundum. “İnsanlara böyle bağıramazsınız, böyle bir hakkınız yok” dedim ve “çok alındığımı” söyledim. Bana verilen cevap da çok ilginçti. Bunu yazmayayım. Pasaportuma işlem yapıldı ve ara bölgeden İran pasaport kontrolüne kadar geldim. Çok kalabalık olmamasına rağmen 20 dakika kadar bekletildik. Etrafıma baktığımda neredeyse tek Türk vatandaşı bendim. İran’lı dostlar belli ki sınır ticareti yapıyorlar. Sürekli bağırıp, yüksek sesle konuşuyorlar. Aynı şekilde İran askerleri de onlara aynı şekilde karşılık veriyorlar. Bir kargaşa ile nihayet pasaport işlemi gerçekleşiyor. Artık İran toprağındayım. Gümrük kapısından çıkmadan sivil bir görevli tarafından mini bir sorguyaalınıyorum. İran’a neden geldiniz, ne iş yapıyorsunuz, ilk kez mi geliyorsunuz? Sorularına cevap verdim. Gazeteci olduğumu söylediğimde, daha fazla bu sohbet uzamadı. İran’a girmeden fazlasıyla bilgi okuyup gelmiştim. İran’da benzin çok ucuz olduğu için toplu taşımaya gerek duymaksızın taksi ile uzak yakın demeden istediğiniz yere gidebilirsiniz. Hemen gümrük taksilerinin bulunduğu yere gittim. Burada gördüğüm bütün araçlar eski model. 20-30 yaşında araçlar. Zaten konfor arayacak durumda değilim. Bizim paramız İran Tümeninden bir kat daha değerli. Çok uygun fiyat söyleyen bir taksiyle anlaştım. Değerli Seyid kardeşim Türk asıllı, bir İran vatandaşı. Aslında o da Gümrük Muhafaza Memuru hafta da bir gün takside çalışma hakları var. Ben ona denk geldim. 1200 TL karşılığı Tümen hesabına aktarıldı. Hemen bir istasyona yanaştık. 150 TL karşılığı benzin aldı. Bu yakıtla 800 km. yol yaptık, yakıt bitmedi. Bu yolculuğu taksi ile Türkiye’de yapsaydık 25-30 bin TL. ödemek zorunda kalırdık. İran’da benzin ve mazot bildiğimiz sudan daha ucuz. Gerçekten çok ucuz bir ülke İran. Bunu yanında gelirde ortalama 7-8 bin TL civarında. İran’ın Tebriz şehrine gitmek için yola koyulduk. Neden Tebriz ? Çünkü Gürbulak sınırından en yakın büyük şehir Tebriz ve orası Türk’lerin yaşadığı bir şehir. İran bizim ülkemizden büyük bir ülke. Tahran ve İsfahan’dan sonra en büyük üçüncü şehir Tebriz. Yola koyulduk, söylemiştim aracımız 30 yaşında bir araç. Bereketimizle geldik. Uzun süredir yağmur yağmıyormuş. Yağmur hiç durmadı.  Seyid kardeşim hem iyi bir şoför hem de çok iyi bir rehber. Kısa sürede dost olduk. Bana ilk söylediği “siz İran Devletinin himayesindesiniz, size hiç kimse dokunamaz. Dokunan yanar” dedi. İran kanunları bu konuda çok katıymış. Sohbet ede ede 4,5 saat yolculuk ettik. Çok kısa iki mola verdik. 400 km boyunca üç küçük şehirden geçtik. Bu arada neredeyse yolculuğumuz süresince İran halkı nasıl yaşar, ne kazanır, ne yer, ne içer, kültür sanat, eğlence kültürleri nasıl? Bunların cevaplarını öğreniyorum. Hatta Ahlak Polisi tarafından gözaltına alınan Mahsa Amini’nin öldürülmesini soruyorum. Seyid kardeşim açık yüreklilikle sorduğum sorulara cevap veriyor. “İran, eski İran değil” diyor. “İsteyen başı açık gezer, isteyen başına şal gibi örtü atar, isteyende çarşaf giyer, kimse kimseye karışmaz” diyor. Yeni seçilen Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan, seçildikten sonra “herkes istediği gibi başı açık ya da kapalı olarak gezebilir” diyerek özgürlüklerin önünü açmış. Bunu birazdan Tebriz’de gözleyeceğim. Nihayet Tebriz göründü. Rehberim Seyid bütün yolları ezbere bildiği için trafiksiz yolları kullanarak şehrin merkezine girdik. Şunu da söylemeden geçmeyeyim Ankara’dan arkadaşım İran asıllı Türk vatandaşı İrec’i Seyid ile telefonda konuşturdum. Beni götüreceği yerleri Seyid’e söyledi. Öncelikle Şah Pazarına gittik. Burada her yer çarşı Pazar. Fakat önce Yemek yemeliydik. Salaş yerlere bayılırım. Bir yere girdik, otağ gibi yere ayakkabılarımızı çıkararak, bağdaş kurup oturduk. Etrafımız doluydu. Dikkatimi çekti. Bizden önce gelen bir aile aynı şekilde yanlarında 7-8 yaşlarında çocuklarıyla yemeklerini yiyorlardı. Çocuk dahil bağdaş kurmuştu. Bir şekilde yemek yeme kültürü diyebiliriz. Çok fazla seçenek yok. Seyid yöresel bir et yemeği, ben bildiğim yemeği sipariş verdim. Pilav ve kebap, fakat bizim mutfağımızdan farklı, pilav yağsız, sadece üzerine bir tutam tereyağı koymuşlar. Yemek sırasında eriyor sanırım. Kebap Adana yada Urfa gibi değil, farklı bir tadı var. Fakat epeyce büyük ve doyurucu. İçecekle iyi gitti. Şimdi gelelim fiyatına. 320 tümen, yani 160 TL. Bizim ülkemizde 800 TL’den az ödemezsiniz. Birlikte çarşıları gezdik. Bir iki hediye aldım. Bedavaya yakın fiyatlarla alışveriş yapabiliyorsunuz. Her ürün bize göre 4 de 1 veya 5 de 1 fiyatına. Ev kiraları ortalama 2000 TL, çok lüks olursa aylık 4000 TL ödersiniz. Tebriz’de çok lüks olmayan fakat temiz otellerin gecelik fiyatı 200-300 TL civarı. Fakat savaş riski olduğu için, ben İran’a geçip döneceğim aynı gün diye söz verdim aileme. Yoksa izin çıkmıyordu. Aslında kimsede böyle kaygı yok. Herkes kendi halinde. Çarşılar ve sokaklar kalabalık. Gelelim başörtüsü yada çarşaf giyme hususuna. İran gerekten anlatılan İran değil. Açık da var, örtünen de var. Ben bizdeki gibi türban takan görmedim. Kadın erkek el ele gezmesi yasak diyorlardı ben böyle gezen çiftleri de gördüm. Fakat yağmur olmasa iki kat daha fazla insan olurmuş sokaklarda. Tarihi binaları da görmek mümkün. Rus mimarisi ile yapılmış birçok bina var. Yine dikkatimi çeken cami sayısı fazla değil. Bizdeki gibi hiç değil. El arabalarında, seyyar tezgahlarda satılan meyve ve kuruyemişler var. Hurma da satılıyor tabi. Fiyatlarda çok ucuz, karpuz ve çilek çok uygun. Yalnız kredi kartı le alışveriş yok . Türk Lirası da geçmiyor. Bu beni çok zorladı. Kapı girişinde aldığım Tümen yetmedi. Kısıtlı harcama yapabildim. İnternette Türk Lirası geçiyor dediklerine inanmayın. Kesinlikle kullanamıyorsunuz. Artık dönüş zamanı yaklaşmış, havada kararmaya yüz tutmuştu. Aracımızı bıraktığımız otoparka geldik. 20 TL otopark parası verip, yine Seyid kardeşimiz ustalığı ile ana yola çıktık. Yağmur her geçen saat şiddetini artırıyor. Sıcaklık da 3-4 derecelerdeydi. 400 km yolumuz var. Şartlar çetin, şehirler arası yolda olsa, bizim yollarımız gibi değil. O an hissediyorum çok zor olacak bu yolculuk. Hava iyice karardı. Silecek zor yetişiyor, görüş mesafesi düşük. Yolların büyük bölümü bölünmüş yol değil ve ışıksız. Seyid’in ustalığına güveniyorum. Ancak çok yoruldum. Kalmayacağım sözünü verdiğim içinde mecburen geçeceğim Türkiye’ye. Yolda yine konuşuyoruz. Yoksa bu yol bitmez. Seyid “Erdal ağabey, bunu saymıyorum, ailece gelin en az 3-4 gün gezdirelim sizi” diyor. Çünkü   Tahran, İsfahan, Şiraz hiç birine gidemedik. “İnşallah, neden olmasın” diyorum ve elbette bende ailesiyle kendilerini İstanbul’a davet ediyorum. Nihayet saat 23.00 gibi kapıya geliyoruz. Seyid “Tahran’dan gelen otobüsler var. Yer varsa sizi bindirelim” diyor. Olur diyorum. Otobüslerde gelmiş. Bir tanesinde yer ayarlıyor benim için. İran otobüsü, yolcuların tamamı da İran’lı ve hiç kadın yok. İşte bu saatle başlıyor büyük çile. Otobüsler farklı bir yerden geçiyor, yolcular farklı. Geçiş kuyruğuna giriyorum. Büyük bir kaos var. Herkes birbirinin önüne geçmek için fırsat kolluyor. Hiç biri hoş görü ve saygı göstermiyor. Hatta zaman zaman güvenlik kuvvetleri ile ciddi tartışmalar ve itiş kakış yaşanıyor. İran tarafı çok kaba davranıyor. 1 saat kadar bekleyip ilk pasaport kontrol noktasından geçiyorum. “İnsanın geçmez olaydım” diyesi geliyor. Yine kargaşa, yine itiş kakış. İran kolluğu en fazla 2 sıra yapın dediği halde, 15 dakikada yine dörtlü, beşli sıra oluyorlar. Beklediğimiz yerin üzeri kapalı olmasına rağmen, yanlardan açık yerler var. Buradan gelen soğuk iyice zorluyor. Bakıyorum sıcaklık 3 derece. Daha yaşlı olanlar var, artık ayakta duracak dermanları yok. Kuyruktan çıkmadan oturmayı deniyorlar fakat beton çok soğuk. Hele İran’lı bir genç kadın var babası ve 4-5-6 yaşlarında üç çocuk, 5-6 büyük bavulla geçmeye çalışıyor. Çocukların yaramazlığı anlatılır gibi değil. Onlara mı üzüleyim, yaşlılara mı üzüleyim, kendime mi üzüleyim? İran tarafı çok fazla kaba davranıyor. Düşünüyorum da böyle davranmasa bunları nasıl dizginleyecek? Dikkatimi çeken iki tarafta ağır davranıyor. Ancak Türk tarafı daha ağır davranıyor. Bunun nedeni nedir bilemiyorum? Hatta anlam veremiyorum. Toplam 3 otobüs yolcu var. Tam 4.5 saat ayakta beklemek çok zor. Hatta arsız, utanmaz bir genç adam, annesi ile birlikte belli ki buranın müdavimi. Zaman zaman tartışıyor, zaman zaman kolluk tarafından arkaya atılıyor fakat bir yolunu bulup yine herkesin önüne geçiyor. Sıra artık 4 saat sonra nihayet bize gelecek, iki Türk vatandaşıyız. Yarenlik edecek durum yok. Nereli olduğunu, adını bile sormuyorum. En öndeyiz derken, bir süre sonra yine 10 kişi önümüze geçmiş. Neredeyse hepsi Türkçe biliyor, “yerinize geçin” dediğimizde Farsça bir şeyler söylüyor, dinlemiyor bile. İran tarafı ara ara pasaport kontrolü yapıyor. Buna anlam vermek mümkün değil. Sanki pasaport kontrolü yapılmadan bulunduğumuz bölgeye geçilebilirmiş gibi. Kısaca her türlü eziyet var burada. Sahneye bir film koyulmuş, oynanıyor gibi. Belki de iki devlette sınır ticareti yapanlardan hoşlanmıyor. Fakat sadece ülkeleri gezmek, görmek, kültürlerini öğrenmek için gelenleri cezalandırmak hoş olmuyor. Donmuş vaziyette Türk tarafına, kontrol noktasına geçiyorum. Biraz önce sözünü ettiğim genç adam ve annesi sanırım Türk polisini çileden çıkıyor ve ikisini de memleketlerine geri yolluyor. Hay Allah, böyle bir durumda insanlar için üzülürüm. Gerektiğinde müdahale de ederim. İçimde garip bir memnuniyet var. Hak ettiklerini buldular diyebilirim. Belli ki psikolojim yerle bir olmuş. Sırt çantam kontrol edildikten sonra nihayet Türk toprağındayım. “Otobüsler nerede” diye bir görevliye soruyorum. “Çıkış kapısının dışındadır” diyor. Başka çare yok, yürüyeceğiz. Gök delinmiş gibi yağmur yağıyor. Yerler çamur içinde. 800 m yürüdükten sonra son bir pasaport bakılan yere geliyoruz. Tam işimiz bitti çıkıyoruz derken, çile bitti mi hayır bitmedi. Yağmur çıkış yolunu kapatmış, çamura girmeden çıkamazsınız. Biz de herkes gibi ayak bileğine kadar çamurlu suya basıp geçiyoruz. Burada kalacak halimiz yok. Başa gelen çekilir. Niye çekiyoruz diye sormadan edemiyorum, sadece içimden soruyorum, muhatap yok ki? İnsan yine de bekliyor değil mi? Oraya bir görevli 3-5 büyük taş koysun, insanlarda o taşlara basıp geçsin. Kimin umurunda! Haydi bakalım sona geliyoruz, dayanmak lazım. Otobüsümüze binip İstanbul’a doğru yola çıkacağız. Otobüs yok, bekleyeceğiz. Çile bitmemiş anlaşılan. 3 otobüs iki kez önümüzden boş olarak geçip tekrar tekrar X-Ray cihazına girmek zorundaymış. Otobüsümüzü buz gibi havada 1 saatten biraz fazla bekledik. Neredeyse sabah olacak, İstanbul’a göre gün bir saat önce aydınlanıyor. Yola çıktık hayırlısıyla, doğru İstanbul. 3 gece yatak yüzü görmedim. Yine de uyuyamıyorum. Başım müthiş ağrıyor. Ağrı’yı geçtik, Erzurum’a geldik. Polis kontrol noktasında, narkotik polisi tarafından çantalar ve bagajda ne varsa didik didik aranıyoruz . Benim oturduğum koltuğa gelen genç bir polis pasaportumu istedi verdim. “Siz Türk’sünüz” dedi. “Evet Türk’üm” dedim. Pasaporta baktığında benim İran’a aynı gün girip çıktığımı gördü. Şaşırdı tabi. Niye İran’a gittiğimi sordu. Ben 7-8 yıl önce Van dönüşü bu uygulamayla karşılaştığım için tecrübeliydim. Eş zamanlı hem sorgu yapılıyor, hem de çantam aranıyordu. İşimi sorunca “Gazeteciyim” dedim. “Hangi gazete” diye sordu polis. “Özgür İfade Gazetesi” dedim. “İran çok riskli bir yer” dedi. “Toz getirenleri fazlasıyla bu şekilde arayıp, buluyoruz” dedi. Ben “tozdan, uyuşturucudan anlamam” dedim. Sanırım ikna oldular.   Fakat sağlığım gittikçe bozuluyordu. 1 saatten fazla, kapısı açık olarak bekledi otobüsümüz. Erzurum’da yoğun kar yağıyor. Zaten bütün gece donmuştum. Bir de bu durum, iyice sıkıntıya soktu beni. Baş ağrısı dayanılacak gibi değil. Erzincan’a 30 km vardı. Kaptanın yanına gittim, “ben devam edemeyeceğim. Erzincan’da beni indirin” dedim. 30 km. bitmek bilmedi. Baş ağrısı ve mide bulantısı, epeyce korkutucu bir durum. İndim ve hemen hastaneye acil servise gittim. Üniversite hastanesi, tam teşekküllü bir hastane. Durumu anlattım. İlk olarak tansiyonuma bakıldı. 19/13 benim bugüne kadar gördüğüm en yüksek oran. Tansiyon ilaçlarımla 20 senedir kontrollü devam ediyorum. “Pıhtı atma olasılığını göz ardı edemeyiz” deyip, ilk olarak Beyin Tomografisi çekildi. Kan alındı, müşahade bölümünde biraz dinlendim. Dil altı ilaçları verildiği halde tansiyonum düşmedi. Bu şekilde seyahate devam etmem imkansızdı. İstanbul’dan Melih kardeşim hemen Otel rezervasyonumu yaptı. Hastanenin hemen karşısında otele geçtim. Ara ara hastaneye gidip, kontrol yaptırıyordum. İlaç takviyesi yapıldı. Uykusuzluk ve stres beni zorlamıştı anlaşılan. Çünkü yapılan tetkikler sonucu kötü bir durumla karşılaşılmamıştı. Doktorların ve İstanbul’dan Prof. Dr. Tolga Yarman hocamın yönlendirmeleri ile baş ağrım azalmıştı. Sabah hafif bir kahvaltı sonrası tekrar hastaneye gittim. Tansiyonum yine 19/12 olmuş. Uçakla dönecektim. Otobüsle dönemezdim, 15 saat yolculuk bana sıkıntı verebilirdi. Yeni bir tedaviye geçildi. İlaçlar değiştirildi. Fakat benim tekrar kontrol edilecek zamanım yoktu. İstekleri üzerine benden imza alarak, çıkmama izin verdiler. Otobüsle Erzurum’a geçtim. THY 16.15 uçağı ile 2 saatlik uçuşla İstanbul havaalanına iniş yaptık. Uçakta çok zorlandığımı söyleyemem, fakat durumum çok da iyi olmadığı için tedirgin olmadım değil. 4 gece 5 gün süren bu maceraları yolculuktan sonra nihayet evime ulaştım. İyisi ile kötüsüyle işte bunlar gördüklerim. Bir sonraki İran seyahatim, olacaksa Tahran ve İsfahan’a olacaktır. Kapıköy sınır kapısını size tavsiye edebilirim. Bu çilenin yarısı bile o kapıda yokmuş. Bugün için sizlerle sadece Tebriz’de yaşadıklarımı paylaştım. Sağlıcakla kalın…
Katıldığım CHP Samsun Mitingi ve İran ziyaretimle ilgili gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istedim.

Erdal Direğin


Bu kez CHP’liler ve tüm muhalefetin birlikte alanı doldurduğu 13 Nisan Samsun Mitingine katıldım.

Çok kısa mitinge değinirsek, gerçekten coşkulu, kararlı muhteşem bir kalabalık toplanmıştı. Alan doldu taştı. Herkesin Ekrem Başkan gibi heyecanı yüksekti. Samsun ve Karadeniz halkı fazlası ile üzerine düşen yaptı. Neredeyse her ilden otobüsler akın akın Samsun’a geldi.

Miting bitiminden sonra 17.00 de Samsun otogarından otobüse bindim. 14 saat sonra sabah Türkiye’nin en doğusu Doğubeyazıt’da idim. Hafif bir sabah kahvaltısından sonra Gürbulak sınır kapısına gitmek üzere minübüse bindim. Artık çok merak ettiğim İran’a geçecektim. Bende bilmediğim kapalı bir rejim olarak gördüğüm İran’a seyahatin güvenli olup olmadığını merak ediyordum. Kadim kültüre sahip İran halkı ile buluşmak da ayrı heyecanlandırıyordu beni. 35 dakikalık yolculuktan sonra sınır kapısındayım. 

Türk tarafı, inşaat halinde olduğu için şartlar hiç de kolay değildi. İlk pasaport kontrol noktasından sonra yaklaşık 800 m. yürüyerek ikinci kontrol noktasına geldim ve sıramı beklemeye başladım. İlk hayal kırıklığım burada başladı. Bir Gümrük Muhafaza Memuru emir kipi kullanarak ve hatta saygı sınırlarını aşarak “aç aç, çekil çekil” diye bağırıp torpili olan bir hanım efendiyi sıranın en önüne getirerek işlem yaptırdı. Yine aynı yoldan çıkarak görev yerine dönüyordu. Ben yanımdan geçerken bu görevliye sitemde bulundum.

“İnsanlara böyle bağıramazsınız, böyle bir hakkınız yok” dedim ve “çok alındığımı” söyledim. Bana verilen cevap da çok ilginçti. Bunu yazmayayım. Pasaportuma işlem yapıldı ve ara bölgeden İran pasaport kontrolüne kadar geldim. Çok kalabalık olmamasına rağmen 20 dakika kadar bekletildik.

Etrafıma baktığımda neredeyse tek Türk vatandaşı bendim. İran’lı dostlar belli ki sınır ticareti yapıyorlar. Sürekli bağırıp, yüksek sesle konuşuyorlar. Aynı şekilde İran askerleri de onlara aynı şekilde karşılık veriyorlar. Bir kargaşa ile nihayet pasaport işlemi gerçekleşiyor. Artık İran toprağındayım. Gümrük kapısından çıkmadan sivil bir görevli tarafından mini bir sorguyaalınıyorum. İran’a neden geldiniz, ne iş yapıyorsunuz, ilk kez mi geliyorsunuz? Sorularına cevap verdim. Gazeteci olduğumu söylediğimde, daha fazla bu sohbet uzamadı.

İran’a girmeden fazlasıyla bilgi okuyup gelmiştim. İran’da benzin çok ucuz olduğu için toplu taşımaya gerek duymaksızın taksi ile uzak yakın demeden istediğiniz yere gidebilirsiniz. Hemen gümrük taksilerinin bulunduğu yere gittim. Burada gördüğüm bütün araçlar eski model. 20-30 yaşında araçlar. Zaten konfor arayacak durumda değilim. Bizim paramız İran Tümeninden bir kat daha değerli. Çok uygun fiyat söyleyen bir taksiyle anlaştım. Değerli Seyid kardeşim Türk asıllı, bir

İran vatandaşı. Aslında o da Gümrük Muhafaza Memuru hafta da bir gün takside çalışma hakları var. Ben ona denk geldim. 1200 TL karşılığı Tümen hesabına aktarıldı. Hemen bir istasyona yanaştık. 150 TL karşılığı benzin aldı. Bu yakıtla 800 km. yol yaptık, yakıt bitmedi. Bu yolculuğu taksi ile Türkiye’de yapsaydık 25-30 bin TL. ödemek zorunda kalırdık. İran’da benzin ve mazot bildiğimiz sudan daha ucuz. Gerçekten çok ucuz bir ülke İran. Bunu yanında gelirde ortalama 7-8 bin TL civarında. İran’ın Tebriz şehrine gitmek için yola koyulduk. Neden Tebriz ? Çünkü Gürbulak sınırından en yakın büyük şehir Tebriz ve orası Türk’lerin yaşadığı bir şehir. İran bizim ülkemizden büyük bir ülke.

Tahran ve İsfahan’dan sonra en büyük üçüncü şehir Tebriz. Yola koyulduk, söylemiştim aracımız 30 yaşında bir araç. Bereketimizle geldik. Uzun süredir yağmur yağmıyormuş. Yağmur hiç durmadı.

 Seyid kardeşim hem iyi bir şoför hem de çok iyi bir rehber. Kısa sürede dost olduk. Bana ilk söylediği “siz İran Devletinin himayesindesiniz, size hiç kimse dokunamaz. Dokunan yanar” dedi. İran kanunları bu konuda çok katıymış. Sohbet ede ede 4,5 saat yolculuk ettik. Çok kısa iki mola verdik. 400 km boyunca üç küçük şehirden geçtik. Bu arada neredeyse yolculuğumuz süresince İran halkı nasıl yaşar, ne kazanır, ne yer, ne içer, kültür sanat, eğlence kültürleri nasıl? Bunların cevaplarını öğreniyorum. Hatta Ahlak Polisi tarafından gözaltına alınan Mahsa Amini’nin öldürülmesini soruyorum. Seyid kardeşim açık yüreklilikle sorduğum sorulara cevap veriyor.

“İran, eski İran değil” diyor. “İsteyen başı açık gezer, isteyen başına şal gibi örtü atar, isteyende çarşaf giyer, kimse kimseye karışmaz” diyor. Yeni seçilen Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan, seçildikten sonra “herkes istediği gibi başı açık ya da kapalı olarak gezebilir” diyerek özgürlüklerin önünü açmış.

Bunu birazdan Tebriz’de gözleyeceğim.

Nihayet Tebriz göründü. Rehberim Seyid bütün yolları ezbere bildiği için trafiksiz yolları kullanarak şehrin merkezine girdik. Şunu da söylemeden geçmeyeyim Ankara’dan arkadaşım İran asıllı Türk vatandaşı İrec’i Seyid ile telefonda konuşturdum. Beni götüreceği yerleri Seyid’e söyledi. Öncelikle Şah Pazarına gittik. Burada her yer çarşı Pazar. Fakat önce Yemek yemeliydik. Salaş yerlere bayılırım. Bir yere girdik, otağ gibi yere ayakkabılarımızı çıkararak, bağdaş kurup oturduk. Etrafımız doluydu. Dikkatimi çekti. Bizden önce gelen bir aile aynı şekilde yanlarında 7-8 yaşlarında çocuklarıyla yemeklerini yiyorlardı. Çocuk dahil bağdaş kurmuştu. Bir şekilde yemek yeme kültürü diyebiliriz. Çok fazla seçenek yok. Seyid yöresel bir et yemeği, ben bildiğim yemeği sipariş verdim.


Pilav ve kebap, fakat bizim mutfağımızdan farklı, pilav yağsız, sadece üzerine bir tutam tereyağı koymuşlar. Yemek sırasında eriyor sanırım. Kebap Adana yada Urfa gibi değil, farklı bir tadı var.

Fakat epeyce büyük ve doyurucu. İçecekle iyi gitti. Şimdi gelelim fiyatına. 320 tümen, yani 160 TL.

Bizim ülkemizde 800 TL’den az ödemezsiniz. Birlikte çarşıları gezdik. Bir iki hediye aldım. Bedavaya yakın fiyatlarla alışveriş yapabiliyorsunuz. Her ürün bize göre 4 de 1 veya 5 de 1 fiyatına. Ev kiraları ortalama 2000 TL, çok lüks olursa aylık 4000 TL ödersiniz. Tebriz’de çok lüks olmayan fakat temiz otellerin gecelik fiyatı 200-300 TL civarı. Fakat savaş riski olduğu için, ben İran’a geçip döneceğim aynı gün diye söz verdim aileme. Yoksa izin çıkmıyordu. Aslında kimsede böyle kaygı yok. Herkes kendi halinde. Çarşılar ve sokaklar kalabalık.

Gelelim başörtüsü yada çarşaf giyme hususuna. İran gerekten anlatılan İran değil. Açık da var, örtünen de var. Ben bizdeki gibi türban takan görmedim. Kadın erkek el ele gezmesi yasak diyorlardı ben böyle gezen çiftleri de gördüm. Fakat yağmur olmasa iki kat daha fazla insan olurmuş sokaklarda. Tarihi binaları da görmek mümkün. Rus mimarisi ile yapılmış birçok bina var. Yine dikkatimi çeken cami sayısı fazla değil. Bizdeki gibi hiç değil. El arabalarında, seyyar tezgahlarda satılan meyve ve kuruyemişler var. Hurma da satılıyor tabi. Fiyatlarda çok ucuz, karpuz ve çilek çok uygun. Yalnız kredi kartı le alışveriş yok . Türk Lirası da geçmiyor. Bu beni çok zorladı. Kapı girişinde aldığım Tümen yetmedi. Kısıtlı harcama yapabildim. İnternette Türk Lirası geçiyor dediklerine inanmayın. Kesinlikle kullanamıyorsunuz.


Artık dönüş zamanı yaklaşmış, havada kararmaya yüz tutmuştu. Aracımızı bıraktığımız otoparka geldik. 20 TL otopark parası verip, yine Seyid kardeşimiz ustalığı ile ana yola çıktık. Yağmur her geçen saat şiddetini artırıyor. Sıcaklık da 3-4 derecelerdeydi. 400 km yolumuz var. Şartlar çetin, şehirler arası yolda olsa, bizim yollarımız gibi değil. O an hissediyorum çok zor olacak bu yolculuk. Hava iyice karardı. Silecek zor yetişiyor, görüş mesafesi düşük. Yolların büyük bölümü bölünmüş yol değil ve ışıksız. Seyid’in ustalığına güveniyorum. Ancak çok yoruldum. Kalmayacağım sözünü verdiğim içinde mecburen geçeceğim Türkiye’ye. Yolda yine konuşuyoruz. Yoksa bu yol bitmez.

Seyid “Erdal ağabey, bunu saymıyorum, ailece gelin en az 3-4 gün gezdirelim sizi” diyor. Çünkü

 

Tahran, İsfahan, Şiraz hiç birine gidemedik. “İnşallah, neden olmasın” diyorum ve elbette bende ailesiyle kendilerini İstanbul’a davet ediyorum. Nihayet saat 23.00 gibi kapıya geliyoruz. Seyid “Tahran’dan gelen otobüsler var. Yer varsa sizi bindirelim” diyor. Olur diyorum. Otobüslerde gelmiş. Bir tanesinde yer ayarlıyor benim için. İran otobüsü, yolcuların tamamı da İran’lı ve hiç kadın yok.

İşte bu saatle başlıyor büyük çile. Otobüsler farklı bir yerden geçiyor, yolcular farklı. Geçiş kuyruğuna giriyorum. Büyük bir kaos var. Herkes birbirinin önüne geçmek için fırsat kolluyor. Hiç biri hoş görü ve saygı göstermiyor. Hatta zaman zaman güvenlik kuvvetleri ile ciddi tartışmalar ve itiş kakış yaşanıyor. İran tarafı çok kaba davranıyor. 1 saat kadar bekleyip ilk pasaport kontrol noktasından geçiyorum. “İnsanın geçmez olaydım” diyesi geliyor. Yine kargaşa, yine itiş kakış. İran kolluğu en fazla 2 sıra yapın dediği halde, 15 dakikada yine dörtlü, beşli sıra oluyorlar. Beklediğimiz yerin üzeri kapalı olmasına rağmen, yanlardan açık yerler var. Buradan gelen soğuk iyice zorluyor.

Bakıyorum sıcaklık 3 derece. Daha yaşlı olanlar var, artık ayakta duracak dermanları yok. Kuyruktan çıkmadan oturmayı deniyorlar fakat beton çok soğuk. Hele İran’lı bir genç kadın var babası ve 4-5-6 yaşlarında üç çocuk, 5-6 büyük bavulla geçmeye çalışıyor. Çocukların yaramazlığı anlatılır gibi değil.

Onlara mı üzüleyim, yaşlılara mı üzüleyim, kendime mi üzüleyim? İran tarafı çok fazla kaba davranıyor. Düşünüyorum da böyle davranmasa bunları nasıl dizginleyecek? Dikkatimi çeken iki tarafta ağır davranıyor. Ancak Türk tarafı daha ağır davranıyor. Bunun nedeni nedir bilemiyorum?

Hatta anlam veremiyorum. Toplam 3 otobüs yolcu var. Tam 4.5 saat ayakta beklemek çok zor. Hatta arsız, utanmaz bir genç adam, annesi ile birlikte belli ki buranın müdavimi. Zaman zaman tartışıyor, zaman zaman kolluk tarafından arkaya atılıyor fakat bir yolunu bulup yine herkesin önüne geçiyor. Sıra artık 4 saat sonra nihayet bize gelecek, iki Türk vatandaşıyız. Yarenlik edecek durum yok. Nereli olduğunu, adını bile sormuyorum. En öndeyiz derken, bir süre sonra yine 10 kişi önümüze geçmiş. Neredeyse hepsi Türkçe biliyor, “yerinize geçin” dediğimizde Farsça bir şeyler söylüyor, dinlemiyor bile. İran tarafı ara ara pasaport kontrolü yapıyor. Buna anlam vermek mümkün değil. Sanki pasaport kontrolü yapılmadan bulunduğumuz bölgeye geçilebilirmiş gibi.

Kısaca her türlü eziyet var burada. Sahneye bir film koyulmuş, oynanıyor gibi. Belki de iki devlette sınır ticareti yapanlardan hoşlanmıyor. Fakat sadece ülkeleri gezmek, görmek, kültürlerini öğrenmek için gelenleri cezalandırmak hoş olmuyor. Donmuş vaziyette Türk tarafına, kontrol noktasına geçiyorum. Biraz önce sözünü ettiğim genç adam ve annesi sanırım Türk polisini çileden çıkıyor ve ikisini de memleketlerine geri yolluyor. Hay Allah, böyle bir durumda insanlar için üzülürüm. Gerektiğinde müdahale de ederim. İçimde garip bir memnuniyet var. Hak ettiklerini buldular diyebilirim. Belli ki psikolojim yerle bir olmuş.

Sırt çantam kontrol edildikten sonra nihayet Türk toprağındayım. “Otobüsler nerede” diye bir görevliye soruyorum. “Çıkış kapısının dışındadır” diyor. Başka çare yok, yürüyeceğiz. Gök delinmiş gibi yağmur yağıyor. Yerler çamur içinde. 800 m yürüdükten sonra son bir pasaport bakılan yere geliyoruz. Tam işimiz bitti çıkıyoruz derken, çile bitti mi hayır bitmedi. Yağmur çıkış yolunu kapatmış, çamura girmeden çıkamazsınız. Biz de herkes gibi ayak bileğine kadar çamurlu suya basıp geçiyoruz. Burada kalacak halimiz yok. Başa gelen çekilir. Niye çekiyoruz diye sormadan edemiyorum, sadece içimden soruyorum, muhatap yok ki? İnsan yine de bekliyor değil mi? Oraya bir görevli 3-5 büyük taş koysun, insanlarda o taşlara basıp geçsin. Kimin umurunda!

Haydi bakalım sona geliyoruz, dayanmak lazım. Otobüsümüze binip İstanbul’a doğru yola çıkacağız. Otobüs yok, bekleyeceğiz. Çile bitmemiş anlaşılan. 3 otobüs iki kez önümüzden boş olarak geçip tekrar tekrar X-Ray cihazına girmek zorundaymış. Otobüsümüzü buz gibi havada 1 saatten biraz fazla bekledik. Neredeyse sabah olacak, İstanbul’a göre gün bir saat önce aydınlanıyor. Yola çıktık hayırlısıyla, doğru İstanbul. 3 gece yatak yüzü görmedim. Yine de uyuyamıyorum. Başım müthiş ağrıyor. Ağrı’yı geçtik, Erzurum’a geldik. Polis kontrol noktasında, narkotik polisi tarafından çantalar ve bagajda ne varsa didik didik aranıyoruz . Benim oturduğum koltuğa gelen genç bir polis pasaportumu istedi verdim. “Siz Türk’sünüz” dedi. “Evet Türk’üm” dedim. Pasaporta baktığında benim İran’a aynı gün girip çıktığımı gördü. Şaşırdı tabi. Niye İran’a gittiğimi sordu. Ben 7-8 yıl önce Van dönüşü bu uygulamayla karşılaştığım için tecrübeliydim. Eş zamanlı hem sorgu yapılıyor, hem de çantam aranıyordu. İşimi sorunca “Gazeteciyim” dedim. “Hangi gazete” diye sordu polis. “Özgür İfade Gazetesi” dedim. “İran çok riskli bir yer” dedi. “Toz getirenleri fazlasıyla bu şekilde arayıp, buluyoruz” dedi. Ben “tozdan, uyuşturucudan anlamam” dedim. Sanırım ikna oldular.
 

Fakat sağlığım gittikçe bozuluyordu. 1 saatten fazla, kapısı açık olarak bekledi otobüsümüz. Erzurum’da yoğun kar yağıyor. Zaten bütün gece donmuştum. Bir de bu durum, iyice sıkıntıya soktu beni. Baş ağrısı dayanılacak gibi değil. Erzincan’a 30 km vardı. Kaptanın yanına gittim, “ben devam edemeyeceğim. Erzincan’da beni indirin” dedim. 30 km. bitmek bilmedi. Baş ağrısı ve mide bulantısı, epeyce korkutucu bir durum. İndim ve hemen hastaneye acil servise gittim. Üniversite hastanesi, tam teşekküllü bir hastane. Durumu anlattım. İlk olarak tansiyonuma bakıldı. 19/13 benim bugüne kadar gördüğüm en yüksek oran. Tansiyon ilaçlarımla 20 senedir kontrollü devam ediyorum. “Pıhtı atma olasılığını göz ardı edemeyiz” deyip, ilk olarak Beyin Tomografisi çekildi. Kan alındı, müşahade bölümünde biraz dinlendim. Dil altı ilaçları verildiği halde tansiyonum düşmedi.

Bu şekilde seyahate devam etmem imkansızdı. İstanbul’dan Melih kardeşim hemen Otel rezervasyonumu yaptı. Hastanenin hemen karşısında otele geçtim. Ara ara hastaneye gidip, kontrol yaptırıyordum. İlaç takviyesi yapıldı. Uykusuzluk ve stres beni zorlamıştı anlaşılan. Çünkü yapılan tetkikler sonucu kötü bir durumla karşılaşılmamıştı. Doktorların ve İstanbul’dan Prof. Dr. Tolga Yarman hocamın yönlendirmeleri ile baş ağrım azalmıştı. Sabah hafif bir kahvaltı sonrası tekrar hastaneye gittim. Tansiyonum yine 19/12 olmuş. Uçakla dönecektim. Otobüsle dönemezdim, 15 saat yolculuk bana sıkıntı verebilirdi. Yeni bir tedaviye geçildi. İlaçlar değiştirildi. Fakat benim tekrar kontrol edilecek zamanım yoktu. İstekleri üzerine benden imza alarak, çıkmama izin verdiler.

Otobüsle Erzurum’a geçtim. THY 16.15 uçağı ile 2 saatlik uçuşla İstanbul havaalanına iniş yaptık. Uçakta çok zorlandığımı söyleyemem, fakat durumum çok da iyi olmadığı için tedirgin olmadım değil. 4 gece 5 gün süren bu maceraları yolculuktan sonra nihayet evime ulaştım. İyisi ile kötüsüyle işte bunlar gördüklerim. Bir sonraki İran seyahatim, olacaksa Tahran ve İsfahan’a olacaktır. Kapıköy sınır kapısını size tavsiye edebilirim. Bu çilenin yarısı bile o kapıda yokmuş. Bugün için sizlerle sadece Tebriz’de yaşadıklarımı paylaştım. Sağlıcakla kalın…

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.