Prof.Dr. Tolga Yarman: Depreme Dayanıklılığın Alfabesi

ÖZEL HABER 27.02.2023 - 15:06, Güncelleme: 27.02.2023 - 15:08 8014+ kez okundu.
 

Prof.Dr. Tolga Yarman: Depreme Dayanıklılığın Alfabesi

Oğuz Çetinoğlu Prof. Dr. Tolga Yarman ile yaşadığımız deprem felaketi ile ilgili bir röportaj yaptı. Aydınlar Ocağı'nda yayımlanan röportajda Prof. Dr. Tolga Yarman, Oğuz Çetinoğlu'nun yaşadığımız deprem felaketi ile ilgili sorularını yanıtladı.

Prof.Dr. Tolga Yarman Oğuz Çetinoğlu ile yaptığı röportajda yaşadığımız değrem felaketinin ardından yaşanan süreci değerlendirdi. Sürecin yönetimi ile ilgili tespitlerini ve düşüncelerini paylaşan Prof.Dr.Tolga Yarman, röportajında şunları söyledi:   Oğuz Çetinoğlu: Milletçe büyük bir felâket yaşadık. ‘İnşallah son olur’ deniliyorsa da en önemli iş olarak düşünülenler çok farklı. Siz, ‘konu ile yakından ilgilenen bir ilim adamı’ sıfatınızla, öncelikle yapılması gereken ilk 3 (veya 5) tedbir olarak tavsiyeleriniz nelerdir? Prof.Dr. Tolga Yarman: Bir defa birçok alanda zihniyetimizi, yani olaylara, süreçlere bakış tarzımızı dönüştürmemize ihtiyaçımız var. Bunların başında, başımıza gelen felaketlere “Allah’tan”dır dememizi beraberinde getiren, bakış tarzımız, geliyor… Önce şunu belirteyim ki, bu toprakların ve göreneğimizin çocuğu olarak büyümüş biriyim… Özdeğerlerimize fevkalade bağlıyımdır. Şu ki, “Doğa kanunları” vardır, bir defa… Bunlara ilahî bir bağlamda bakılmasını kabul edebilirim… Ama “Bu kanunlarla Rabbimiz zırt pırt oynar, bugün başımıza hangi yeni vaz edilmiş olacak doğa kanunuyla her neyi getirmek isterse, onu öylece icra eder” derseniz, bir yerevaramayız… Kitabımız, her şey bir tarafa, “Oku” buyruğuyla başlıyor… Bunu neredeyse; “Anlamadan okuyabilirsin”, hatta “anlamadan okumalısın” diye algılamaya, başladık… Bu olmaz… “Anlamak” fiillin üstüne, çarpı işareti koyuyoruz… Deprem, Allah’tan… Deprem sonuçları Allah’tan… Olup bitene, zihin yormamıza gerek kalmadı bile ��) Ee, Kardeşim, hiç bir şeyi anlamayalım… Defteri kitabı, dersliği, okulu kapatalım. Giderek, emniyeti, savcılığı, kovuşturmayı, mahkemeleri, tatil edelim… Bavul gibi duralım, herşeye, “Allah’tandır”, deyip geçelim… Bir şey diyeyim mi? Bir defa hiç farkına varmadan, Rabbimiz’e, sümme hâşâ, günah ciro ediyor, oluyoruz… Oysa görenekte, hayatımız bir imtihandır, değil mi? Kendimiz ediyor, kendimiz buluyoruz, sonra da, olan her ne ise, “Allah’tan” deyip, yolumuza devam ediyoruz… Hadi “deprem” ile, “deprem sonrasını”, şimdilik ayırayım… Binaları dünyanın hemen her yerine kurumsallaşmış teknik esaslara göre dikiyor muyuz, dikmiyor muyuz? Şöyle bir yüz katlı binayı, Japonya’da, dikilebilecek yere dikse, Japon, yıkılmıyor… O zaman, burada, Japon’un becerdiğini başaramadığımız için, yıkılıyor, değil mi? Ortada bir “taksir” var, demek ki!.. Taksir şuurlu mu, değil mi? Şuurlusu da var, şuursuzu da… İmtihan varsa, Mahkeme-i Kübra da, yani Hesap Günü de var… Ee, Hesap Günü varsa, verilecek hesap da, olacak!.. Kasden ve taammüden taksir işlemişsen, günahın boyununa… Biz “Taksir, kusur, vebal, günah, Allah’tan”, demeye getiriyor, oluyoruz… İyice yaygınlaştı, bu anlayış: Bunu bize Allah yaptırdı!.. Ne oldu şimdi, tövbe, “biz günahtan münezzeh olduk”… Oysa Allah günah yaratmaz… Hâşâ min huzur, yaratacak olsa, Hesap Günü olmaz… Görenekle, taban tabana zıt bir idrak dünyasındayız… Şimdi yerim yok, oralara girmek istemiyorum, şu ki, Ilımlı İslam, Yeni Osmanlıcılık gibi devasa projelerle, iman genlerimizle oynanıyor… Çıkmış bir ilahiyat hocası, “Mars’ta da olsalardı, öleceklerdi”, diyor, kaybettiğimiz yurttaşlarımızın ardından… Açık söyleyeyim: Bu anlayışla kavgamız vardır… Sen kimsin ya hu, “imar affından” başlayarak bir çırpıda sayılamayacak kadar çok evveliyatı itibariyla, ortada olan onca olumsuzluğu, “zart” diye, aklıyorsun!.. Buradan çıkan bir sonuç, ilahiyatçılara, doğa bilimleri öğretmemiz gerektiğidir. Matematik, fizik, mühendislik, öğrenmemişsek, “taassubî bir metafiziğin” esiri oluyoruz… İşte Kitabımız: “Oku”, buyruğuyla başlıyor… “Anlamadan oku!” diyor olamaz, değil mi? Demek ki, “Oku ve anla”, diyor oluyor… O halde, önce akıl, sonra nakil… Nakilsiz olmaz… Ancak akılsız nakil, olup bitenden kopmak demektir. Şunu da ekleyeyim: Aklı deneyle terbiye etmezseniz, ya davulcuya ya zurnacıya kaçar!.. Giderek, Mars’ta olmayan depremle, aynı saatte, burada depremden ölen insanı, hangi sebepten orası meçhul, ölme noktasına taşırsınız… Nakle tutanacağım derken, akıldan tamamen koparak… Oğuz Çetinoğlu: AFAD, deprem sonrasında kendisinden beklenen hizmetleri gerçekleştirebildi mi?   Prof.Dr. Tolga Yarman: Soruya gelmeden, burada da, bir zihniyet dönüşümüne ihtiyaç olduğunu zikretmeliyim… 2017’de değişen rejim, öncekilerden bin beter böldü bizi… “Demokrasi”, ya da “halk yonetimi” benim izdihamı”, gibi toplumbilimsel sebepleri var, demokrasimizi iyi çalıştıramadık… 1950 – 1960 arası Vatan Cephesi oluştu… Köy kahvelerine kadar insanlarımız, ayrıştı, düşmanlaştı… 1970’lerde, Milliyetçi Cepheler’le aynı şekide bölündük… Ne acidır: Gençlerimiz sokakta birbirlerini vurdu!.. Şükür, bugün o noktada değiliz, ancak, şimdilerde “yerli ve milli” cephe oluştu… İktidarda, tutunmaya çalışıyor… Müsteşardan çaycıya kadar bütün atamalar, “Bana kim oy verir, kim oy vermez”, ölçüsü üstüne oturuyor… Bu olmaz… Anlıyorum, börek küçük, zaten dışarıdan da fena halde tırpanlanıyoruz… Ancak, herhangi bir iktidar, “Böreğin tamamı benim, benim dışımdakilere bundan zırnık yok” derse, demokrasimiz tökezliyor… Bir defa değerleri örselenen demokrasi, “zümre tahakkümüne” kolanlar vuruyor… Perikles zamanında (MÖ 495 – MÖ 429 / Atina), ahali sabah toplanıyor, bir konuda karar alıyor, çoğunluğun dediği olacak… Atina’da, demokrasinin beşiğindeyiz ya… Akşam toplanıyor, aynı konuda, karşıt karar alıyor… Perikles demiş ki, “Bu böyle olmaz, değerleri bunca değişken bir demokrasi kabul edilemez”, demiş… Bunun üzerine, “demokrasiyanın”, yerine “aksiyakrasiya” kuruluyor… “Aksiyom”, matematikten biliriz, “kabul / değer” demek… “Aksiya”, aksiyomlar, yani değerler demek… Aksiyakrasiya, “değerler yönetimi”, demek oluyor… Halk Yönetimi’ne karşı, “Değerler Yönetimi… Başka bir deyişle, değerleri olmayan ya da yozlaşan demokrasi, tek başına huzur getirmiyor… Sandık’tan değerlerinizle beraber çıkmalısınız… Yol boyu değerlerinizi gözünüz gibi korumalısınız… AFAD (Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı) ya da öteki kurumlarımız ne denli kurumsal değerlerle pişmiş olacak, kişiler tarafından yönetiliyor? Bir şey demeyeceğim… Ama işte her şey ortada… Yönetim orkestrası, liyakat esalarından önce, çoğu kez başka ölçütlerle çatılıyor… Türk Hava Kurumu (THK) Orman Yangınları’nı söndürecek uçaklara sahip. “Türkiye’nin 1 numarasının ağzından”, yangından neden sonra, öğreniyoruz ki, THK yangınlara yetişememiş, çünkü uçağı yokmuş… Allah aşkına THK uçaksız mı bırakılırmış!.. Olmuyor… Madem uçağı yoktu, neden almıyorsunuz, Kardeşim?.. Kader Planı… Bu laf nerende çıktı, inanın bilmiyorum… “Planın” (tasarı) arapça ya da farsça karşılığı nedir, bir defa? Arkasından öğreniyoruz ki, yanan ormanlarımızın toprakları iskâna açılıyor… Ne bu şimdi: Kader Planı!.. Olmuyor… Şanlı Kızılayımız’a, bakıyorsunuz, yaptırımların vidalarıyla civatalarıyla oynanıyor, bir derneğe milyonlarca dolar bağış yapıyor… Yaşadığımız afetler sürecinde o dernek ya da benzerleri nerede? Bilemiyorum… Oğuz Çetinoğlu: Cevâbınız ‘Hayır’ ise, neden? Prof.Dr. Tolga Yarman: AFAD bu son afette, başarılı mı, değil mi? Ben söylememeliyim!.. Ancak, yukarıda dikkate taşıdığım açıklamalar ışığında, her halde, çok daha başarılı olabilirdi… Afet, evet çok çok büyük, ama biz, bütün sâmimi gayretlere dönük saygıyla ifade ediyorum, çok çok başarılı değiliz… Oğuz Çetinoğlu: EMASYA (Emniyet-Asayiş-Yardımlaşma) protokolü hakkındaki görüşünüzü lütfeder misiniz? Prof.Dr. Tolga Yarman: Bu kanayan bir yaradır… Kurum, bir çırpıda telaffuz edilemeyecek kadar yoğun çabaya ve nakış üstüne nakış, en ince teferruatına kadar hesap kitap edilmiş olarak çatılmıştır (1997)… Sonra ise maateessüf dağıtılmıştır (2010)… 17 Ağustos'ta 1999 depremi sabaha karşı 00.03’de vukua geldi. 00.05’te Birinci Ordu, tam kadro, çadırlar, aş çadırları, sahra hastaneleri, tuvalet birimleri, aklınıza hangi ayrıntı gelirse, deprem sahasındaydı... Bu sefer böyle bir şey olmadı… Niye olmadı?.. 3. Ordu Malatya’dadır… Yüz yirmi bin askerimiz vardır, orada… 3. Taktik Hava Kuvvet Komutanlığı Diyabakır’dadır… Askerimiz’den yardım istenmesi, günler aldı… O da cok sınırlı sayıda asker sahaya çıkartıldı… Çok yadırgatıcı ve acı… Oğuz Çetinoğlu: 1997 yılında yürürlüğü giren EMASYA protokolünün 2010 yılında iptal edilmesini ve AKUT’un etkisizleştirilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Prof.Dr. Tolga Yarman: Bu sorulara, iktidarı ve muhalefet partilerinin yanıt vermesi gerekir… Ama düşüncemi saklamayacağım. Yukarıda açıkladım, bizimki gibi demokrasilerde, icraat, başarı ve bunlardan hasıl olacak, sevgi ve onur paylaşılmak istenmiyor… Çünkü bunlar seçim sonucunu etkliliyor… Askere duyulan sevgi de; başkasının olacak başarı ve onur da, hak sahibine teslim edilmek istenmiyor… Seçimle iş başına gelmiş bir belediye, bizzat hazırladığı yardım aracının alnına, adını yazmış, sevkin akabinde, araç durduruluyor, alnındaki yazı sökülüyor, onun yerine, söz konusu belediyenin içinde olduğu ilin valiliğinin adı yazılıyor… Bu konuda diyeceklerim buraya sığmaz… İçinde olduğumuz yaklaşımla özlediğimiz demokrasiyi çalıştıramıyoruz… Milli irade dediğimiz, beraberinde bölümüşlüğü getiren bir irade elbette olmamalı… Oğuz Çetinoğlu: Kahramanmaraş ve Hatay depreminde Kızılay’ın, yaraların sarılması ve ihtiyaçların karşılanması hususundaki katkıları sizce yeterli oldu mu? Prof.Dr. Tolga Yarman: Demin açıkladım… Yıllar boyunca, şefkatli ve üstün başarılarıyla hepimize parmak ısırtan Sevgili Kızılay, bugün aynı Kızılay mı? Korkarım hayır… Oğuz Çetinoğlu: 2 Mart 1933 târihinde Japonya’da vuku bulan 8,4 şiddetindeki depremde 2900 kişi, 17 Ocak 1999 târihinde yine Japonya’da yaşanan 7,4 şiddetindeki depremde 6400 kişi öldü. Aynı yılın 17 Ağustosunda 7,6 şiddetindeki Marmara depreminde 20.562 kişi can verdi. Bu mukayesenin sizde oluşturduğu düşünceler nelerdir? Prof.Dr. Tolga Yarman: Bu rakamları demin bir parça açtım, çok net olarak, bizim durumumuzu sergiliyor… Ne öğrenmeyi istiyoruz, ne öğrenmeyi kabul ediyoruz… “Allah’tan” deyip geçiyoruz… Feci olan nokta şurası ki, Rabbimiz’e, durmaksızın günah ciro ettiğimizin farkında değiliz… Bizde olumlu birşeyler geliştikçe, yok Büyük Orta Doğu Projesi, yok Ilımlı İslam, yok Arap Bahar’ı, yok Yeni Osmanlıcılık, derken, şimdilerde bir de mezhep savaşlarının içinde çekildiğimizden mâdâ, tarikatlar birbirlerinin gözünü çıkartacak hale geldiler, neredeyse… Toplum olarak, un ufak olmaktayız… Biz bizi tahlil edemiyoruz… Burada bir defa, marksist teori çalışmıyor, çünkü “sanayileşme, kentleşmenin yegane motoru” değil… Ikinci bir diyeceğim şu: Büyük kentlere kırsaldan gelen göç izdihamını iyi tahlil edemedik… Üstüne üstlük, Şam’da Emeviyye Camii’nde Cuma namazı kılacağız havasına kapılınca, kendimizi bir mezhep savaşının içinde buluverdik… Milyonlarca Suriyeli’yi ise, kucağımızda… Şam rejimi, Nusayrî, yani Arap Alevisi’dir, malum… Dışarıdan manipüle edilmeye, istenilen yöne sevkedilmeye maalesef çok müsaitiz… Dehşetli bir eğitim seferberliğine ihtiyacımız var… Oğuz Çetinoğlu: Binalara oturma ruhsatı verilirken ‘depreme dayanıklılık incelemesi’ yapılması fayda sağlar mı? Prof.Dr. Tolga Yarman: Bu incelemede ne tür testler yapılabilir? (Duvarın veya kolonun röntgeni çekilerek betonun dozajını, konulan demirin yeterli olup olmadığını tespit eden bir cihaz var mı, yoksa üretilemez mi?) Bütün bunlar, depreme dayanıklılığın alfabesini oluşturur… Atla deve de değil… Eloğlu yapıyor… Biz ne yapıyoruz? İmar affı çıkartıyoruz!.. Oğuz Çetinoğlu: Deprem hâdisesini felâkete dönüştüren olgular nelerdir? Prof.Dr. Tolga Yarman: Önce, demin anlattım, bizim zihniyetimiz… Bu kafayla, keşke yanılsam, daha çook feveran ederiz… Maksimum deprem şiddeti vaz edilir… Bizde 7.5’uğu aşabiliyor, bu rakkam… Sonra zemin etütleri yapılır… Kaç kata müsaade edilecektir, buna bakılır… Sonra, inşaat usulüne göre yapılmış mı, buna bakılır, ilahir… Fay hattı üstüne otuz kat çıkıyorsanız, bunun savunulacak yanı yoktur… Dere yatağına on kat dikiyorsunuz… Dere coşar coşmaz, alabora oluyorsunuz… Ne diyeceğiz şimdi!.. “Allah’tandır”, derseniz, günaha girersiniz!.. Öyleyse kader planı değil!.. Betonarmenin demirinden çalıyorsanız, bunun da savunulacak yanı yoktur… Demek ki, o da kader planı olamaz… Lutfen akıllı olalım… İnsanımıza, Rabbimiz’in bize en büyük bir hediyesi olan aklımızı kullanmayı öğretelim… Oğuz Çetinoğlu: DASK (Doğal Âfet Sigortalar Kurumu) deprem yaralarını sarmakta yeterli olabiliyor mu? Olamıyorsa konu ile alâkalı tavsiyeleriniz nelerdir? Prof.Dr. Tolga Yarman: Bu hacimdeki her felaket karşısında, şahsen gördüğüm, DASK, yetersiz kalacaktır… Üzgünüm… Esasen DASK köklendirilemez değildir… Ana fikir bizi oraya taşıyan yolları mümkün mertebe tıkamaktır… Acımız büyük… Rabbimiz cümle sevdiği kullarında, iz’an bahşetsin… Acılarımıza dönük sabır nasip etsin… Oğuz Çetinoğlu-Aydınlar Ocağı
Oğuz Çetinoğlu Prof. Dr. Tolga Yarman ile yaşadığımız deprem felaketi ile ilgili bir röportaj yaptı. Aydınlar Ocağı'nda yayımlanan röportajda Prof. Dr. Tolga Yarman, Oğuz Çetinoğlu'nun yaşadığımız deprem felaketi ile ilgili sorularını yanıtladı.

Prof.Dr. Tolga Yarman Oğuz Çetinoğlu ile yaptığı röportajda yaşadığımız değrem felaketinin ardından yaşanan süreci değerlendirdi. Sürecin yönetimi ile ilgili tespitlerini ve düşüncelerini paylaşan Prof.Dr.Tolga Yarman, röportajında şunları söyledi:
 

Oğuz Çetinoğlu: Milletçe büyük bir felâket yaşadık. ‘İnşallah son olur’ deniliyorsa da en önemli iş olarak düşünülenler çok farklı. Siz, ‘konu ile yakından ilgilenen bir ilim adamı’ sıfatınızla, öncelikle yapılması gereken ilk 3 (veya 5) tedbir olarak tavsiyeleriniz nelerdir?

Prof.Dr. Tolga Yarman: Bir defa birçok alanda zihniyetimizi, yani olaylara, süreçlere bakış tarzımızı dönüştürmemize ihtiyaçımız var. Bunların başında, başımıza gelen felaketlere “Allah’tan”dır dememizi beraberinde getiren, bakış tarzımız, geliyor… Önce şunu belirteyim ki, bu toprakların ve göreneğimizin çocuğu olarak büyümüş biriyim… Özdeğerlerimize fevkalade bağlıyımdır.

Şu ki, “Doğa kanunları” vardır, bir defa… Bunlara ilahî bir bağlamda bakılmasını kabul edebilirim… Ama “Bu kanunlarla Rabbimiz zırt pırt oynar, bugün başımıza hangi yeni vaz edilmiş olacak doğa kanunuyla her neyi getirmek isterse, onu öylece icra eder” derseniz, bir yerevaramayız…

Kitabımız, her şey bir tarafa, “Oku” buyruğuyla başlıyor… Bunu neredeyse; “Anlamadan okuyabilirsin”, hatta “anlamadan okumalısın” diye algılamaya, başladık… Bu olmaz… “Anlamak” fiillin üstüne, çarpı işareti koyuyoruz…

Deprem, Allah’tan… Deprem sonuçları Allah’tan… Olup bitene, zihin yormamıza gerek kalmadı bile ��) Ee, Kardeşim, hiç bir şeyi anlamayalım…

Defteri kitabı, dersliği, okulu kapatalım. Giderek, emniyeti, savcılığı, kovuşturmayı, mahkemeleri, tatil edelim… Bavul gibi duralım, herşeye, “Allah’tandır”, deyip geçelim…

Bir şey diyeyim mi? Bir defa hiç farkına varmadan, Rabbimiz’e, sümme hâşâ, günah ciro ediyor, oluyoruz… Oysa görenekte, hayatımız bir imtihandır, değil mi?

Kendimiz ediyor, kendimiz buluyoruz, sonra da, olan her ne ise, “Allah’tan” deyip, yolumuza devam ediyoruz… Hadi “deprem” ile, “deprem sonrasını”, şimdilik ayırayım… Binaları dünyanın hemen her yerine kurumsallaşmış teknik esaslara göre dikiyor muyuz, dikmiyor muyuz? Şöyle bir yüz katlı binayı, Japonya’da, dikilebilecek yere dikse, Japon, yıkılmıyor…

O zaman, burada, Japon’un becerdiğini başaramadığımız için, yıkılıyor, değil mi? Ortada bir “taksir” var, demek ki!..

Taksir şuurlu mu, değil mi? Şuurlusu da var, şuursuzu da… İmtihan varsa, Mahkeme-i Kübra da, yani Hesap Günü de var… Ee, Hesap Günü varsa, verilecek hesap da, olacak!.. Kasden ve taammüden taksir işlemişsen, günahın boyununa… Biz “Taksir, kusur, vebal, günah, Allah’tan”, demeye getiriyor, oluyoruz…

İyice yaygınlaştı, bu anlayış: Bunu bize Allah yaptırdı!.. Ne oldu şimdi, tövbe, “biz günahtan münezzeh olduk”… Oysa Allah günah yaratmaz… Hâşâ min huzur, yaratacak olsa, Hesap Günü olmaz…

Görenekle, taban tabana zıt bir idrak dünyasındayız… Şimdi yerim yok, oralara girmek istemiyorum, şu ki, Ilımlı İslam, Yeni Osmanlıcılık gibi devasa projelerle, iman genlerimizle oynanıyor… Çıkmış bir ilahiyat hocası, “Mars’ta da olsalardı, öleceklerdi”, diyor, kaybettiğimiz yurttaşlarımızın ardından…

Açık söyleyeyim: Bu anlayışla kavgamız vardır… Sen kimsin ya hu, “imar affından” başlayarak bir çırpıda sayılamayacak kadar çok evveliyatı itibariyla, ortada olan onca olumsuzluğu, “zart” diye, aklıyorsun!..

Buradan çıkan bir sonuç, ilahiyatçılara, doğa bilimleri öğretmemiz gerektiğidir. Matematik, fizik, mühendislik, öğrenmemişsek, “taassubî bir metafiziğin” esiri oluyoruz…

İşte Kitabımız: “Oku”, buyruğuyla başlıyor… “Anlamadan oku!” diyor olamaz, değil mi? Demek ki, “Oku ve anla”, diyor oluyor… O halde, önce akıl, sonra nakil… Nakilsiz olmaz… Ancak akılsız nakil, olup bitenden kopmak demektir. Şunu da ekleyeyim: Aklı deneyle terbiye etmezseniz, ya davulcuya ya zurnacıya kaçar!.. Giderek, Mars’ta olmayan depremle, aynı saatte, burada depremden ölen insanı, hangi sebepten orası meçhul, ölme noktasına taşırsınız… Nakle tutanacağım derken, akıldan tamamen koparak…

Oğuz Çetinoğlu: AFAD, deprem sonrasında kendisinden beklenen hizmetleri gerçekleştirebildi mi?
 

Prof.Dr. Tolga Yarman: Soruya gelmeden, burada da, bir zihniyet dönüşümüne ihtiyaç olduğunu zikretmeliyim… 2017’de değişen rejim, öncekilerden bin beter böldü bizi… “Demokrasi”, ya da “halk yonetimi” benim izdihamı”, gibi toplumbilimsel sebepleri var, demokrasimizi iyi çalıştıramadık… 1950 – 1960 arası Vatan Cephesi oluştu… Köy kahvelerine kadar insanlarımız, ayrıştı, düşmanlaştı… 1970’lerde, Milliyetçi Cepheler’le aynı şekide bölündük… Ne acidır: Gençlerimiz sokakta birbirlerini vurdu!..

Şükür, bugün o noktada değiliz, ancak, şimdilerde “yerli ve milli” cephe oluştu… İktidarda, tutunmaya çalışıyor… Müsteşardan çaycıya kadar bütün atamalar, “Bana kim oy verir, kim oy vermez”, ölçüsü üstüne oturuyor… Bu olmaz… Anlıyorum, börek küçük, zaten dışarıdan da fena halde tırpanlanıyoruz… Ancak, herhangi bir iktidar, “Böreğin tamamı benim, benim dışımdakilere bundan zırnık yok” derse, demokrasimiz tökezliyor… Bir defa değerleri örselenen demokrasi, “zümre tahakkümüne” kolanlar vuruyor… Perikles zamanında (MÖ 495 – MÖ 429 / Atina), ahali sabah toplanıyor, bir konuda karar alıyor, çoğunluğun dediği olacak…

Atina’da, demokrasinin beşiğindeyiz ya… Akşam toplanıyor, aynı konuda, karşıt karar alıyor… Perikles demiş ki, “Bu böyle olmaz, değerleri bunca değişken bir demokrasi kabul edilemez”, demiş… Bunun üzerine, “demokrasiyanın”, yerine “aksiyakrasiya” kuruluyor… “Aksiyom”, matematikten biliriz, “kabul / değer” demek… “Aksiya”, aksiyomlar, yani değerler demek… Aksiyakrasiya, “değerler yönetimi”, demek oluyor… Halk Yönetimi’ne karşı, “Değerler Yönetimi… Başka bir deyişle, değerleri olmayan ya da yozlaşan demokrasi, tek başına huzur getirmiyor… Sandık’tan değerlerinizle beraber çıkmalısınız… Yol boyu değerlerinizi gözünüz gibi korumalısınız…

AFAD (Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı) ya da öteki kurumlarımız ne denli kurumsal değerlerle pişmiş olacak, kişiler tarafından yönetiliyor? Bir şey demeyeceğim… Ama işte her şey ortada… Yönetim orkestrası, liyakat esalarından önce, çoğu kez başka ölçütlerle çatılıyor…
Türk Hava Kurumu (THK) Orman Yangınları’nı söndürecek uçaklara sahip. “Türkiye’nin 1 numarasının ağzından”, yangından neden sonra, öğreniyoruz ki, THK yangınlara yetişememiş, çünkü uçağı yokmuş… Allah aşkına THK uçaksız mı bırakılırmış!.. Olmuyor… Madem uçağı yoktu, neden almıyorsunuz, Kardeşim?..

Kader Planı…

Bu laf nerende çıktı, inanın bilmiyorum… “Planın” (tasarı) arapça ya da farsça karşılığı nedir, bir defa?

Arkasından öğreniyoruz ki, yanan ormanlarımızın toprakları iskâna açılıyor…

Ne bu şimdi:

Kader Planı!..

Olmuyor…

Şanlı Kızılayımız’a, bakıyorsunuz, yaptırımların vidalarıyla civatalarıyla oynanıyor, bir derneğe milyonlarca dolar bağış yapıyor… Yaşadığımız afetler sürecinde o dernek ya da benzerleri nerede?

Bilemiyorum…

Oğuz Çetinoğlu: Cevâbınız ‘Hayır’ ise, neden?

Prof.Dr. Tolga Yarman: AFAD bu son afette, başarılı mı, değil mi? Ben söylememeliyim!.. Ancak, yukarıda dikkate taşıdığım açıklamalar ışığında, her halde, çok daha başarılı olabilirdi… Afet, evet çok çok büyük, ama biz, bütün sâmimi gayretlere dönük saygıyla ifade ediyorum, çok çok başarılı değiliz…

Oğuz Çetinoğlu: EMASYA (Emniyet-Asayiş-Yardımlaşma) protokolü hakkındaki görüşünüzü lütfeder misiniz?

Prof.Dr. Tolga Yarman: Bu kanayan bir yaradır… Kurum, bir çırpıda telaffuz edilemeyecek kadar yoğun çabaya ve nakış üstüne nakış, en ince teferruatına kadar hesap kitap edilmiş olarak çatılmıştır (1997)… Sonra ise maateessüf dağıtılmıştır (2010)… 17 Ağustos'ta 1999 depremi sabaha karşı 00.03’de vukua geldi.

00.05’te Birinci Ordu, tam kadro, çadırlar, aş çadırları, sahra hastaneleri, tuvalet birimleri, aklınıza hangi ayrıntı gelirse, deprem sahasındaydı...

Bu sefer böyle bir şey olmadı… Niye olmadı?.. 3. Ordu Malatya’dadır… Yüz yirmi bin askerimiz vardır, orada… 3. Taktik Hava Kuvvet Komutanlığı Diyabakır’dadır…

Askerimiz’den yardım istenmesi, günler aldı… O da cok sınırlı sayıda asker sahaya çıkartıldı…

Çok yadırgatıcı ve acı…

Oğuz Çetinoğlu: 1997 yılında yürürlüğü giren EMASYA protokolünün 2010 yılında iptal edilmesini ve AKUT’un etkisizleştirilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Prof.Dr. Tolga Yarman: Bu sorulara, iktidarı ve muhalefet partilerinin yanıt vermesi gerekir… Ama düşüncemi saklamayacağım.

Yukarıda açıkladım, bizimki gibi demokrasilerde, icraat, başarı ve bunlardan hasıl olacak, sevgi ve onur paylaşılmak istenmiyor… Çünkü bunlar seçim sonucunu etkliliyor…

Askere duyulan sevgi de; başkasının olacak başarı ve onur da, hak sahibine teslim edilmek istenmiyor… Seçimle iş başına gelmiş bir belediye, bizzat hazırladığı yardım aracının alnına, adını yazmış, sevkin akabinde, araç durduruluyor, alnındaki yazı sökülüyor, onun yerine, söz konusu belediyenin içinde olduğu ilin valiliğinin adı yazılıyor…

Bu konuda diyeceklerim buraya sığmaz… İçinde olduğumuz yaklaşımla özlediğimiz demokrasiyi çalıştıramıyoruz… Milli irade dediğimiz, beraberinde bölümüşlüğü getiren bir irade elbette olmamalı…

Oğuz Çetinoğlu: Kahramanmaraş ve Hatay depreminde Kızılay’ın, yaraların sarılması ve ihtiyaçların karşılanması hususundaki katkıları sizce yeterli oldu mu?

Prof.Dr. Tolga Yarman: Demin açıkladım… Yıllar boyunca, şefkatli ve üstün başarılarıyla hepimize parmak ısırtan Sevgili Kızılay, bugün aynı Kızılay mı? Korkarım hayır…

Oğuz Çetinoğlu: 2 Mart 1933 târihinde Japonya’da vuku bulan 8,4 şiddetindeki depremde 2900 kişi, 17 Ocak 1999 târihinde yine Japonya’da yaşanan 7,4 şiddetindeki depremde 6400 kişi öldü. Aynı yılın 17 Ağustosunda 7,6 şiddetindeki Marmara depreminde 20.562 kişi can verdi. Bu mukayesenin sizde oluşturduğu düşünceler nelerdir?

Prof.Dr. Tolga Yarman: Bu rakamları demin bir parça açtım, çok net olarak, bizim durumumuzu sergiliyor… Ne öğrenmeyi istiyoruz, ne öğrenmeyi kabul ediyoruz… “Allah’tan” deyip geçiyoruz… Feci olan nokta şurası ki, Rabbimiz’e, durmaksızın günah ciro ettiğimizin farkında değiliz…

Bizde olumlu birşeyler geliştikçe, yok Büyük Orta Doğu Projesi, yok Ilımlı İslam, yok Arap Bahar’ı, yok Yeni Osmanlıcılık, derken, şimdilerde bir de mezhep savaşlarının içinde çekildiğimizden mâdâ, tarikatlar birbirlerinin gözünü çıkartacak hale geldiler, neredeyse…

Toplum olarak, un ufak olmaktayız…

Biz bizi tahlil edemiyoruz…

Burada bir defa, marksist teori çalışmıyor, çünkü “sanayileşme, kentleşmenin yegane motoru” değil…

Ikinci bir diyeceğim şu: Büyük kentlere kırsaldan gelen göç izdihamını iyi tahlil edemedik… Üstüne üstlük, Şam’da Emeviyye Camii’nde Cuma namazı kılacağız havasına kapılınca, kendimizi bir mezhep savaşının içinde buluverdik… Milyonlarca Suriyeli’yi ise, kucağımızda… Şam rejimi, Nusayrî, yani Arap Alevisi’dir, malum… Dışarıdan manipüle edilmeye, istenilen yöne sevkedilmeye maalesef çok müsaitiz…

Dehşetli bir eğitim seferberliğine ihtiyacımız var…

Oğuz Çetinoğlu: Binalara oturma ruhsatı verilirken ‘depreme dayanıklılık incelemesi’ yapılması fayda sağlar mı?

Prof.Dr. Tolga Yarman: Bu incelemede ne tür testler yapılabilir? (Duvarın veya kolonun röntgeni çekilerek betonun dozajını, konulan demirin yeterli olup olmadığını tespit eden bir cihaz var mı, yoksa üretilemez mi?)

Bütün bunlar, depreme dayanıklılığın alfabesini oluşturur… Atla deve de değil… Eloğlu yapıyor… Biz ne yapıyoruz? İmar affı çıkartıyoruz!..

Oğuz Çetinoğlu: Deprem hâdisesini felâkete dönüştüren olgular nelerdir?

Prof.Dr. Tolga Yarman: Önce, demin anlattım, bizim zihniyetimiz… Bu kafayla, keşke yanılsam, daha çook feveran ederiz…

Maksimum deprem şiddeti vaz edilir… Bizde 7.5’uğu aşabiliyor, bu rakkam… Sonra zemin etütleri yapılır… Kaç kata müsaade edilecektir, buna bakılır… Sonra, inşaat usulüne göre yapılmış mı, buna bakılır, ilahir… Fay hattı üstüne otuz kat çıkıyorsanız, bunun savunulacak yanı yoktur… Dere yatağına on kat dikiyorsunuz… Dere coşar coşmaz, alabora oluyorsunuz… Ne diyeceğiz şimdi!..

“Allah’tandır”, derseniz, günaha girersiniz!.. Öyleyse kader planı değil!.. Betonarmenin demirinden çalıyorsanız, bunun da savunulacak yanı yoktur… Demek ki, o da kader planı olamaz… Lutfen akıllı olalım… İnsanımıza, Rabbimiz’in bize en büyük bir hediyesi olan aklımızı kullanmayı öğretelim…

Oğuz Çetinoğlu: DASK (Doğal Âfet Sigortalar Kurumu) deprem yaralarını sarmakta yeterli olabiliyor mu? Olamıyorsa konu ile alâkalı tavsiyeleriniz nelerdir?

Prof.Dr. Tolga Yarman: Bu hacimdeki her felaket karşısında, şahsen gördüğüm, DASK, yetersiz kalacaktır… Üzgünüm…

Esasen DASK köklendirilemez değildir… Ana fikir bizi oraya taşıyan yolları mümkün mertebe tıkamaktır…

Acımız büyük… Rabbimiz cümle sevdiği kullarında, iz’an bahşetsin… Acılarımıza dönük sabır nasip etsin…

Oğuz Çetinoğlu-Aydınlar Ocağı

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.