SEÇİM: YOLUN EBEDİYEN AÇIK OLSUN TÜRKİYEM!..

ÖZEL HABER 31.05.2023 - 10:21, Güncelleme: 31.05.2023 - 12:34 20632+ kez okundu.
 

SEÇİM: YOLUN EBEDİYEN AÇIK OLSUN TÜRKİYEM!..

Prof.Dr. Tolga Yarman Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından, yaşanan süreç ve öncesi ile ilgili tespitlerinin yer aldığı bir açıklama yaptı.

Prof.Dr. Tolga Yarman adeta bir ders niteliği taşıyan açıklamasında; şeçimin kaybedilmesi sonucuna götüren stratejik hataları sıraladı ve bu uyarıları bir dost olarak yapıyorum dedi.  Açıklamasında şu ifadelere yer verdi: Seçim sonuçlarının en çok ferahlık bahşeden yanı; bu süreçten; bünyemize içeriden dışarıdan ekilen onca nifak tohumu pahasına, son toplamda, olgun bir şekilde, her hal-u kârda “ulusal barışımız” sekteye uğramadan, çıkmış olmamızdır. Bin şükür!.. Kazanan taraf, bihakkin mi, kazandı? Bu soruya cevaben, gönül rahatlığıyla “evet” demek mümkün değildir. “Kaybeden taraf” (ki, anketler aylar öncesinden, muhalefeti, düzgün adımların atılması koşuluyla, önde göstermekte idi), “edindiği sonuca katiyen müstahak değildi”, denebilecek midir? Bu soruya cevaben, gönül rahatlığıyla “evet” demek de, mümkün değildir.   Kaybeden taraf açısından, “Kendi düşen ağlamaz!” demek, korkarım, yerinde olur… Olsun, demeyeceğim… (Başlığa bunu yazamadım…) Görüşlerimi, dostlukla sunacağım… “Düşenin dostu olur!”, dedirtmek istiyorum… Düşen düşmemiş midir? Düşmüştür… Çıkan çıkmamış mıdır? Çıkmıştır… Gerçi düşen, 25 milyon oy almıştır. Çıkan, 27 milyon oy almıştır. Her ne şekilde olursa olsun, 25 milyon kişinin oyunu almak başlı başına bir başarıdır; onurdur; evet, ancak, süreç 0 ve 1 cinsiden çalışmaktadır. Herhangi bir taraf, ya 0 ya 1 olabilir, 1 olmuşşa 0 değildir, 0 ise 1 değildir, hem 0 hem 1 olamaz, ne 0 ne 1, bu da olamaz. Demek ki, bir düşen (0) vardır, bir de çıkan (1) vardır… Hele düşen taraf, “lokum” gibi seçimi karşı tarafa hediye etmişse, edindiği 25 milyon oydan her birinin sahibi, “Arkadaş, sen bu seçimi nasıl kaybedersin?”, deme hakkına, hatta sorumluluğuna sahiptir. Onlardan biri de, bu kaçıncı defadır, bağrına tuğla basa basa, düşene, kazansın diye, oy vermiş olan, bu satırların yazarıdır…   Suriyeliler: Tayyip Erdoğan, Oyun Bozdu!  Seçim sonrasında, insanlar, bana sıkça soruyolar:  - Hocam, Seçim’de, Sureyili ya da başka sığınmacılardan, vatandaş kılınanların oylarının etkisi, olmuş mudur? Şöyle cevap veriyorum:  - Evet olmuştur. Hatta ifade edebilirim ki, sonucu belirleyici olabilecek kadar çok olmuştur… Esas olan ölçmektir, yani kaç tane, “vatandaş kılınmış sığınmacıya” oy kullandırtılmıştır, buna bakmak, gerekir… Açıklanan sayılara ise, kimse kusura bakmasın, TÜİK rakkamlarına güvenebileceğimiz kadar güveniyorum…  Önemli olan nokta şu ki, Tayyip Erdoğan’ın çok çarpıcı addettiğim bir kabiliyeti var: Oyun bozabiliyor… O’nu, “çaylakça” Şam’da Emeviyye Camii’nde namaz kılmaya, azmettirebilmişerdi. İnandı. Esad, “Esed” oldu. Demeye kalmadı, milyonlarca Suriyeli’yi kucağımızda buluverdik. Büyük Orta Doğu Projesi (BOP), Yeni Osmanlıcılık, Arap Baharı, Ilımlı İslam… Ergenekon, Balyoz, Casusluk davaları, bunlar çok büyük projelerdi… Ya da kocaman bir projenin alt başlıkları… Tayyip Erdoğan, neden sonra ayıktı (2013), oyunu bozmak üzere çok çaba sarfetti. İfade edebilirim ki, kendisini tuzağa çekenlerin dahi akıllarına gelmeyecek bir şey yaptı… Öteki becerileri yanı sıra, başına örülen çorabı, çıkarttı, “ağ” olarak kullandı, yeterli sayıda sığınmacıyı, vatandaş yaptı. Onlar’ın oylarını 14 Mayıs ve 28 Mayıs 2023 Cumhurbaşkanlığı (CB) seçiminin 1. ve 2. turlarında, hanesine çekti…  Ana muhalefet ise, bu konuda maalesef, seyirci kaldı… Bu bir yana, ana muhalefet, Sığınmacılar’ın assimilasyonu (içimizde öğütülmesi) konusunda, raporlar, hazırladı… Ne zamana kadar? CB seçimi ikinci turunun başına kadar… Bir de, ne zamana kadar, biliyor musunuz? Seçim kaybedildi, bunun uzantısında, Muhalefet CB adayının, parti genel merkezi önünde yaptığı konuşmada, “Yurdumuzda, milyonlarca sığınmacı varken, bunların evlerine yollanması için mücadele azmini sürdürdüğünü” ifade edinceye, kadar!.. Nokta!..  Onun için hiç inandırıcı olmuyor… Ana muhalefet, bölgemizde ve yurdumuzda at koşturan, okyanus aşırı odak projelerinin hepsine, sadakatle sahip çıktı!..  Ana muhalefet, bir defa, bölgemizde ve yurdumuzda at koşturan, okyanus aşırı odak projelerinin hepsine, sadakatle sahip çıktı. Kabaca “bir milyon” denilen sayıda, Afgan, ellerini, kollarını sallaya sallaya sınırlarımızı geçerken, konuyu Meclis’e taşımadılar… Sığınmacılar’ın peyhdahladığı soruna, demin dedim, son raddeye varıncaya değin, tam da aynı çizgide, karşı çıkmadılar… O kadar böyle ki; bu konuda ana muhalefetin; iktidardan; işte taa ki, son kertede, Zafer Partisi’yle beraber, “Suriyeliler’in vatanlarına dönmelerine omuz verilemesi gerektiği” söylemine abanıncaya kadar, hiç bir farkı kalmamış olarak, yoktu…    Aynı bağlamda, Yunanistan, göz göre göre, burnumuzn dibindeki Adalarımız’ı işgal ederken de ses çıkartmadılar…   Ergenekon ve Balyoz davalarının birer “tezgah”, delillerin ise “çakma” olduğu ortaya çıktıktan sonra, söz konusu delil üretim merkezlerinin, giderek bu merkezlerde çalışan sahte delil üreten ajanların maskelerinin düşürülmesine dönük bir soruşturma önergesi vermez mi, insan!..   İktidarın bunda vebali yok mu? Çok var. Ya muhalefetin? Senin de var, ey muhalefet! Asrın görmediği bir iftiraya tâbi tutulurken Türk Silahlı Kuvvetleri, sustunuz. Dış tezgah mıydı, değil miydi? Siz araştırılmasını önermez ve önergenizi takip etmezseniz, nasıl bileceğiz? Hepiniz açıkça görev suistimalinde bulundunuz…  Önünüze gelenle helalleşirken, içeride çürüyen 80 yaşın üstündeki generallerin aynı tertiplere maruz kaldıklarını da hiç gündeme getirmediniz… Bu durumda, her şey nasıl çok daha güzel olacaktı!.. İnsanın içi burkuluyor…    Bunlar kadar insanın tüylerini diken diken eden bir mesele daha var: İktidar da, muhalefet de (altılı masa mutabakat metninde yazılı olduğu şekliyle), “1921 anayasasina dönmekten”, dem vurdular… Cumhuriyet anayasası malum 20 Nisan 1924 anayasasıdır. Ne demek, o vakit, 20 Ocak 1921 anayasasına dönmek:   1) Filmi 1924’ten 1923’e, Cumhuriyet’in kuruluşuna, bir defa, geri sarmaktır. 2) Yetmez, bir yıl daha geri sarıp, Büyük Taarruzu (26 Ağustos 1922) yok saymaktır. 3) Yetmez, bir yıl daha geri sarıp, Sakarya Meydan Muharebesi’ni (Ağustos – Eylül 1922) yok saymaktır. 4) Oradan şöyle bir altı ay daha geri sarıp, 20 Ocak 1921’e getirmektir, filmi. Siz kimsiniz ya?  Bu olgu, ayrıca millete bihakkin anlatılmaktan (şahsen gördüğüm), kaçınılmıştır. Gelişmede, iktidar kadar, muhalefetin dahli, muhalefet kadar iktidarın dahli vardır. Aynı bir odak her iki tarafı da mıknatıslıyor değilse, böylesi bir örtüşme, allaşkına, nasıl vukua gelebilmektedir?  Ukrayna Savaşı: İktidar ve Muhalefet   Muhalefet’in, Rusya’ya karşı, Ukrayna’nın yanında durması ise, aynı çizgideki bir zaaftır ve başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Cumhuriyetimiz’in dış politika çizgisine çok karşıdır. Rahmetli Ecevit’i geçiyorum: ABD’ye rağmen, Kıbrıs’a çıkartma yapmış Başbakan’dır, Ecevit… Rahmetli Demirel, ki, başlarda “Amerikan yanlısı” olarak bilinirdi, Adana’daki İncirlik Üssü’nü (Kıbrıs’a çıkartma yapmamız sonrası, üzerimize çöken “Amerikan Ambargosu”, bir türlü kaldırtılamayınca), kapatmıştır (25 Temmuz 1975).  Sen Atatürk’ün koltuğunda oturuyorsun, Arkadaş, “Oradan” kerteriz tutmaktan, mahçup olmuyor musun, hiç ya?   Rusya’nın “Ukrayna’yı işgal savaşını”, size, şiddetin her türlüsüne karşı birisi olarak, birkaç satırda özetleyeyim ve bu durumda Türkiye’nin ne yapması gerektiğine, bir eğilin, isterim: Almanya Şansölyesi iken Helmut Schmidt, Sibirya doğalgazını, enerji açısından hat safhada kurak olan Avrupa’ya getirme yönünde çok şık bir adım attı (1980). O’nu, Münih’te, XI. Dünya Enerji Konferansı’nda, konuyu, üstün bir belagatle anlatırken, dinlemiştim… Soğuk Savaş Batı – Doğu / NATO – Varşova Paktı, Dengeleri’ni allak bullak edebilecek bir hamleydi, bu!.. “Eyvah” dedim, “Şansölye’yi ciddi tırmalayacaklar”…   Öyle olmadı değil; ancak sonrasında Sovyetler Birliği; giderek Rusya Federasyonu; yalnız Almanya’ya değil, bütün Avrupa’ya, o arada epey zamandır ülkemize, malum, doğalgaz vermeye başladı. Uzun lafın kısası, Rusya, Avrupa’nın doğalgaz ihtiyacının yaklaşık yarısını sağlıyordu ki, bu, “Avrupa’ya yılda 200 milyar metreküp doğal gaz ihracatı ve yılda 200 milyar dolarlık bir Pazar, demekti. Ayrıca söz konusu “Pazar” genişleme eğilimindeydi.   Bu olgu; çok belliydi ki, ABD’yi rahatsız ediyordu. Avrupa’ya, “Kesin, Rusya’dan gaz ithalatınızı, biz size veririz” deyiverdi, Amerika… Bu çerçevededir ki; Rusya; epey bir süre yığınak yapılmış ve NATO’ya yanaştırılmakta olan Ukrayna tuzağına çekilip, saldırgan konumuna düşürüldü (24 Şubat 2022)…   Aynı bağlamda, Batı Avrupa’nın Rusya ile ilişkilerini, başta da doğal gaz ticaretini durdurması, istendi. Avrupa, çok başka seçenekleri varmışmış gibi, Rusya’ya ile doğal gaz ticaretine ambargo koydu. Putin’in tepesi attı, “Size, doğalgaz satmıyoruz!”, dedi; iş bitti… Halen Avrupa, olup bitene, başta da, ambargo yaptırımlarına karşın, Rusya’dan, günde 100 milyon metreküp, yani yılda yuvarlak 30 milyar metreküp hacminde (1 metreküp doğal gaz, yuvarlak 1 dolar hesabıyla), 30 milyar dolarlık doğalgaz ithal ediyor!.. Neden mi? Çünkü, ABD ihtiyaca yetişemiyor!.. Türkiye’de iktidar, sırtındaki onca olumsuz yüke rağmen, Waşington – Moskova düellosunda tarafsız durmayı başarırken, Muhalefetimiz, açıktan Rusya’ya, kafa tuttu… Vallahi, pes!..   O arada, belirtmeden geçemeyeceğim, bizimkilerin, onbin kilometre masafedeki Sevgili Okulum’a (Massachusetts Institute of Technology / MIT), burayı, Dünya’nın bir numarası ilan ede ede, bilim ve teknoloji brifingi almaya giderlerken (9 Ekim 2022), yurdumuzdaki, hepsi birbirinden bıçkın MIT mezunlarına, sırtlarını dönmeleri, inanın, kanımızı dondurmuştur… Bitmedi… Dönüşlerinde, İstanbul’da, “Yeni Yüzyıl Vizyonu”, diye bir toplantı düzenlediler (8 Aralık 2022)… Bu toplantıya, dünyanın bildiği ve saygı duyduğu bir bilim adamı olarak, “konuşmacı” sıfatıyla davet etmiyorsun, bari dinleyici olarak çağırsana, atom mühendisliği doktorasını MIT’de TÜBİTAK bursu ile yapmış, yakinen bildiğin, partinin kurucusu, arkadaşını!..   Şaşırmışlar… “Türkiye’ye demokrasiyi getireceğiz”!..   “Türkiye’ye demokrasiyi getireceğiz!” dedik, parti içinde demokrasi yok; üç yıldır, kurultay taplamıyoruz. Geçen yıl Temmuz’da toplamalıydık, kurultayı…   Şimdi başlasak, bir yıl sonra ancak toplayabiliriz… Nitekim, dün, “Oldu olacak, yerel seçimer sonrasına bırakalım!”, denmiş… Yerel Seçimler 31 Mart 2024’te… Bu gidişle iki yıldan önce kurultay toplayamayız.    Korkum o ki, yönetimde kimse, koltuğunu, yerel listeleri belirleme gücüne yapışmadan elinden bırakmak istemiyor… Ancak, süreci, partiler yasasına ve mazallah davalı olursak, yargıya nasıl anlatabileceğiz, bilemiyorum ve çok endişeleniyorum, inanın…   Erdoğan, Karşısında, Kılıçdaroğlu’nu istedi! Pekiyi Kılıçdaroğlu Neden Erdğan’ı karşısına Almayabilecekken, Bundan Kaçındı? Erdoğan ve çevresi, görüldüğü kadarıyla, karşılarına Kılıçdaroğlu’nu almak istediler… Kılıçdaroğlu’nu; gelişme karşısında, ürkmüş olarak yazdığım 8 Mayıs 2022 tarihli mektuptaki, aşağıdaki satırlarla uyardım:  - CB'na adaylığın gündemde. Buna, seni, içeride ve dışarıda teşvik eden, odaklar var. Çoğu; bir defa, benim gördüğüm, gayrı samimi... Aday olursan, keşke yanılsam, katiyen şeçilemeyeceksin... Hile hurda diz boyu olacak... Sığınmacılara oy kullandırılacak... Bütün bunları dahi geçiyorum. Türkiye, adım gibi eminim, dış odaklı stratejilerde mezhebî bir yırtılmaya sürüklenmek ve İran'a karşı Saddamlaştırılmak isteniyor... Yıllardır yazıyor söylüyorum... Bize, TÜMÖD'e, 2 Ağustos 2011'deki ziyaretin sırasında yaptığım sunumda dilim döndüğünce, sana ayrıca, anlatmıştım... Senin aday olacağın, CB seçiminden - çok hakkaniyetsiz ancak öyle işte - kim çıkarsa çıksın, Türkiye, tam da şer biçimde tasarlandığı şekliyle, "mezhebî bir yırtılmayla" çıkar... "Maksat", ağızdan yel alsın, hasıl olur... İşaret ettiğim son açmaza, ramak kalmıştı, milletin olgunluğuyla, düşmekten kurtulduk…  Şu da var ki, Türkiye’de gerginlik isteyenler çoktu. Tayyip Erdoğan’ı karşılarında görmek istemeyenler dahi, Erdoğan seçimi kazansın kazanmasın, o noktaya gelmeden, Türkiye’yi tam da işaret ettiğim çizgide hırpalamak istiyor, olmalılardı… “Strateji egzersiz” dersleri vermiş bir hoca olarak söyleyebilirim ki, eğer emperyal genelkurmaylarda çalışan iyi bir kurmay subay olsam, önüme muhakkak, söz konusu senaryoyu olgunlaştırma görevi gelirdi… Uzağa gitmeme gerek yok (yukarıda işaret ettiğim hususlara ilave olarak): - Muhalefet nasıl oldu da, Erdoğan’ın diploma sorununu dikkate taşımadı? Bu konuda YSK’ya 25 Temmuz 2022’de, bir mektup yazdımdı Ana muhalefetin bütün milletvekillerine, ayrıca bütün eski yeni parti meclisi üyelerine gitti, bu mektup… Tık yok… Ya, arkadaşlar, siz orada ne yapıyorsunuz, allaşkına!..   - Muhalefet aynı doğrultuda, nasıl oldu da, Erdoğan’ın anayasaya göre üçüncü defa, aday olamayacağı hususunun üstüne gitmedi? Gitti mi? Gitmedi!.. “Mağdur yaratmak istemiyoruz”, edebiyatı, katiyen kabul edilebilir değildir. Ayrıca çok avamdır, ya hu!..    Pekiyi sebep ne? Türkiye’de gerilim yaratmak isteyenlere tâbiyet… Değil mi? O zaman, neden bu konuların üstüne, ayrıca yeri göğü birbirine katarak gitmedin, sen, arkadaş!.. Açıkla… İsmet Paşa’nın dediği gibi: - Bu nasıl şey böyle!..  Milletvekili listelerimizdeki hayal kırıklılarını geçiyorum…    Son bir şey diyeceğim…   Türklük Anayasa’dan çıkartılsın! Burası neresi: Türkiye, değil mi?  Bütün Dünya burayı “Türkiye” olarak biliyor, değil mi? Evet!.. Pekiyi Türkiye ne demek:   Türk’ün kurduğu ülke… Kimler burada oturanlar?   Çok… Kürtler %10, Zazalar %1, Çerkezler %2, Arnavutlar %2, Araplar (Sureyeliler’e beraber) %10, Lazlar (hayli az) ve elbette “Türkler” (aslında, Türkmenler, Oğuzlar, Turanîler) %80… Parantez çindeki rakkamları yuvarlayarak işaret ettim… Bilhassa Sureyeliler’in ülkemize geçici olarak intikal etmeleri uzantısında, ister istemez, belirttiğim yüzdelerin toplamı, “yüz”den biraz fazlaya baliğ oldu…   Açıkladığım çerçevede Türk’e, Türkiye’de oturan demek, gayet terinde olur…   Yasa ne diyor: Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halka Türk, denir, bunu diyor… Kaç dil konuşuluyor ülkemizde: 39 dil konuşuluyor (https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye%27de_konu%C5%9Fulan_diller)… Nedir bu diller: Türkçe % 88,5, Kürtçe % 9,0, Zazaca: % 1,01, Arapça % 2,4, Türkî diller: % 0,3, Balkan dilleri 0,2, Lazca % 0,2, Çerkesce % 0,10, Ermenice % 0,02, Kafkas dilleri % 0,09, Rumca % 0,03, Batı Avrupa dilleri 0,03, Ladino (Yahudi İspanyolcası) % 0,01, Kıptice: % 0,01… Burada durdum ama, Ülkemiz’de, işte örneğin Kapadokya’da Eski Yunanca dahi konuşuluyor… Öğrendiğim zaman çok şaşırdım, ama konuşuluyor… Haa, Kürtçe, yani Kırmançi ve Zazaca aynı diller katiyen değiller… Her ne hikmetse, bu geniş olarak bilinmiyor… Bilinsin istenmiyor, kuşkum yok…  Hatta TRT Şeş, hem Kürtçe, hem Zazaca yayın yapıyor… Bu da yaygın olarak bilinmiyor maalesef… Bilinsin istenmiyor, kuşkum yok… Şimdi Anayasa’dan “Türk”ü çıkartmak ne demek, allaşkına?  “Türkiye” sözcüğünü içindeki “Türk” kökünü çıkartmak demek… Git kardeşim işine, burası Türk / “İye” Cumhuriyeti değil, “Türkiye Cumhuriyeti”… Ne senin, ne de feriştahının gücü, “Türkiye”nin içinden “Türk”ü çıkaratmaya yetmez, tıfıl kardeş!.. “Ben Türküm” demekten, soğuyanların, böylesi bir duyguya taşınmalarına sebebiyet verenler utansınlar, elbette… Ancak burası onların da vatanı… Onlar, Türk’ün kurduğu vatanda, hâşâ, misafireten ikamet edenler değil, O’nunla beraber, anayurtlarında ikamet edenlerdir.   Herkesin, her kültürün kendini geliştirmesine elbette sınırsız saygılıyız. Bu bağlamda “anadil eğitimi” elbette hayatîdir… Ama “anadilde eğitim” dediğiniz zaman, Türkiye’de örneğin tababet (hekimlik) eğitimini 39 dilde birden yapmanız gerekir!.. Bu nasıl olacak allaşkına!..  Bu lafları edenlerin yatacak yeri yok, vallahi!..    Bu seçimi, muhalefet işte, öyle diye diye, kaybetti… Bu seçimi, muhalefet işte, lamı cimi yok, öyle diye diye, kaybetti…   Anayasa’dan Türk sözcüğünü çıkartacakmış… Adama ebesinin yüzünü gösterirler, kardeş…   Git işine!..   ** Kendi düşen, evet ağlamaz… Olsun, dediklerim acı ama, güvenin, “dost” olarak söylüyorum… ** Seçim’de yarışan taraflara, geçmiş olsun dileklerimi ve son toplamda, tebriklerimi iletiyorum… ** Orta Asya’dan Akdeniz’e, bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim… Etrafımızda kim at koşturursa koştursun, yine bizim… Bizimdir, bizim… Yaralarımızı sarar, Cumhuriyetimiz’i barış içinde yüceltmeye devam ederiz… İktidar’ın bu bilinçte olmasını, diliyorum…  Son bir söz:   - Allaşkına ayrıştırıcı olmayın! Germeyin milleti! Bu koşulun yerine geleceği temennisiyle, niyaz ediyorum:  - Yolunuz açık olsun!.. En başta ve ebediyen, senin yolun açık olsun, Türkiyem…
Prof.Dr. Tolga Yarman Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından, yaşanan süreç ve öncesi ile ilgili tespitlerinin yer aldığı bir açıklama yaptı.

Prof.Dr. Tolga Yarman adeta bir ders niteliği taşıyan açıklamasında; şeçimin kaybedilmesi sonucuna götüren stratejik hataları sıraladı ve bu uyarıları bir dost olarak yapıyorum dedi. 

Açıklamasında şu ifadelere yer verdi:

Seçim sonuçlarının en çok ferahlık bahşeden yanı; bu süreçten; bünyemize içeriden dışarıdan ekilen onca nifak tohumu pahasına, son toplamda, olgun bir şekilde, her hal-u kârda “ulusal barışımız” sekteye uğramadan, çıkmış olmamızdır. Bin şükür!..

Kazanan taraf, bihakkin mi, kazandı? Bu soruya cevaben, gönül rahatlığıyla “evet” demek mümkün değildir.

“Kaybeden taraf” (ki, anketler aylar öncesinden, muhalefeti, düzgün adımların atılması koşuluyla, önde göstermekte idi), “edindiği sonuca katiyen müstahak değildi”, denebilecek midir? Bu soruya cevaben, gönül rahatlığıyla “evet” demek de, mümkün değildir.
 

Kaybeden taraf açısından, “Kendi düşen ağlamaz!” demek, korkarım, yerinde olur… Olsun, demeyeceğim… (Başlığa bunu yazamadım…) Görüşlerimi, dostlukla sunacağım… “Düşenin dostu olur!”, dedirtmek istiyorum…

Düşen düşmemiş midir? Düşmüştür… Çıkan çıkmamış mıdır? Çıkmıştır… Gerçi düşen, 25 milyon oy almıştır. Çıkan, 27 milyon oy almıştır. Her ne şekilde olursa olsun, 25 milyon kişinin oyunu almak başlı başına bir başarıdır; onurdur; evet, ancak, süreç 0 ve 1 cinsiden çalışmaktadır. Herhangi bir taraf, ya 0 ya 1 olabilir, 1 olmuşşa 0 değildir, 0 ise 1 değildir, hem 0 hem 1 olamaz, ne 0 ne 1, bu da olamaz. Demek ki, bir düşen (0) vardır, bir de çıkan (1) vardır… Hele düşen taraf, “lokum” gibi seçimi karşı tarafa hediye etmişse, edindiği 25 milyon oydan her birinin sahibi, “Arkadaş, sen bu seçimi nasıl kaybedersin?”, deme hakkına, hatta sorumluluğuna sahiptir. Onlardan biri de, bu kaçıncı defadır, bağrına tuğla basa basa, düşene, kazansın diye, oy vermiş olan, bu satırların yazarıdır…
 

Suriyeliler: Tayyip Erdoğan, Oyun Bozdu!

 Seçim sonrasında, insanlar, bana sıkça soruyolar:

 - Hocam, Seçim’de, Sureyili ya da başka sığınmacılardan, vatandaş kılınanların oylarının etkisi, olmuş mudur?

Şöyle cevap veriyorum:

 - Evet olmuştur. Hatta ifade edebilirim ki, sonucu belirleyici olabilecek kadar çok olmuştur… Esas olan ölçmektir, yani kaç tane, “vatandaş kılınmış sığınmacıya” oy kullandırtılmıştır, buna bakmak, gerekir… Açıklanan sayılara ise, kimse kusura bakmasın, TÜİK rakkamlarına güvenebileceğimiz kadar güveniyorum…

 Önemli olan nokta şu ki, Tayyip Erdoğan’ın çok çarpıcı addettiğim bir kabiliyeti var: Oyun bozabiliyor…
O’nu, “çaylakça” Şam’da Emeviyye Camii’nde namaz kılmaya, azmettirebilmişerdi. İnandı. Esad, “Esed” oldu. Demeye kalmadı, milyonlarca Suriyeli’yi kucağımızda buluverdik. Büyük Orta Doğu Projesi (BOP), Yeni Osmanlıcılık, Arap Baharı, Ilımlı İslam… Ergenekon, Balyoz, Casusluk davaları, bunlar çok büyük projelerdi… Ya da kocaman bir projenin alt başlıkları… Tayyip Erdoğan, neden sonra ayıktı (2013), oyunu bozmak üzere çok çaba sarfetti. İfade edebilirim ki, kendisini tuzağa çekenlerin dahi akıllarına gelmeyecek bir şey yaptı… Öteki becerileri yanı sıra, başına örülen çorabı, çıkarttı, “ağ” olarak kullandı, yeterli sayıda sığınmacıyı, vatandaş yaptı. Onlar’ın oylarını 14 Mayıs ve 28 Mayıs 2023 Cumhurbaşkanlığı (CB) seçiminin 1. ve 2. turlarında, hanesine çekti…

 Ana muhalefet ise, bu konuda maalesef, seyirci kaldı…

Bu bir yana, ana muhalefet, Sığınmacılar’ın assimilasyonu (içimizde öğütülmesi) konusunda, raporlar, hazırladı… Ne zamana kadar? CB seçimi ikinci turunun başına kadar… Bir de, ne zamana kadar, biliyor musunuz? Seçim kaybedildi, bunun uzantısında, Muhalefet CB adayının, parti genel merkezi önünde yaptığı konuşmada, “Yurdumuzda, milyonlarca sığınmacı varken, bunların evlerine yollanması için mücadele azmini sürdürdüğünü” ifade edinceye, kadar!.. Nokta!..
 Onun için hiç inandırıcı olmuyor…

Ana muhalefet, bölgemizde ve yurdumuzda at koşturan, okyanus aşırı odak projelerinin hepsine, sadakatle sahip çıktı!..

 Ana muhalefet, bir defa, bölgemizde ve yurdumuzda at koşturan, okyanus aşırı odak projelerinin hepsine, sadakatle sahip çıktı. Kabaca “bir milyon” denilen sayıda, Afgan, ellerini, kollarını sallaya sallaya sınırlarımızı geçerken, konuyu Meclis’e taşımadılar… Sığınmacılar’ın peyhdahladığı soruna, demin dedim, son raddeye varıncaya değin, tam da aynı çizgide, karşı çıkmadılar… O kadar böyle ki; bu konuda ana muhalefetin; iktidardan; işte taa ki, son kertede, Zafer Partisi’yle beraber, “Suriyeliler’in vatanlarına dönmelerine omuz verilemesi gerektiği” söylemine abanıncaya kadar, hiç bir farkı kalmamış olarak, yoktu…
 

 Aynı bağlamda, Yunanistan, göz göre göre, burnumuzn dibindeki Adalarımız’ı işgal ederken de ses çıkartmadılar…
 

Ergenekon ve Balyoz davalarının birer “tezgah”, delillerin ise “çakma” olduğu ortaya çıktıktan sonra, söz konusu delil üretim merkezlerinin, giderek bu merkezlerde çalışan sahte delil üreten ajanların maskelerinin düşürülmesine dönük bir soruşturma önergesi vermez mi, insan!..
 

İktidarın bunda vebali yok mu? Çok var. Ya muhalefetin? Senin de var, ey muhalefet! Asrın görmediği bir iftiraya tâbi tutulurken Türk Silahlı Kuvvetleri, sustunuz. Dış tezgah mıydı, değil miydi? Siz araştırılmasını önermez ve önergenizi takip etmezseniz, nasıl bileceğiz? Hepiniz açıkça görev suistimalinde bulundunuz…

 Önünüze gelenle helalleşirken, içeride çürüyen 80 yaşın üstündeki generallerin aynı tertiplere maruz kaldıklarını da hiç gündeme getirmediniz… Bu durumda, her şey nasıl çok daha güzel olacaktı!.. İnsanın içi burkuluyor…
 

 Bunlar kadar insanın tüylerini diken diken eden bir mesele daha var:

İktidar da, muhalefet de (altılı masa mutabakat metninde yazılı olduğu şekliyle), “1921 anayasasina dönmekten”, dem vurdular… Cumhuriyet anayasası malum 20 Nisan 1924 anayasasıdır. Ne demek, o vakit, 20 Ocak 1921 anayasasına dönmek:
 

1) Filmi 1924’ten 1923’e, Cumhuriyet’in kuruluşuna, bir defa, geri sarmaktır.

2) Yetmez, bir yıl daha geri sarıp, Büyük Taarruzu (26 Ağustos 1922) yok saymaktır.
3) Yetmez, bir yıl daha geri sarıp, Sakarya Meydan Muharebesi’ni (Ağustos – Eylül 1922) yok saymaktır.
4) Oradan şöyle bir altı ay daha geri sarıp, 20 Ocak 1921’e getirmektir, filmi.

Siz kimsiniz ya?

 Bu olgu, ayrıca millete bihakkin anlatılmaktan (şahsen gördüğüm), kaçınılmıştır.

Gelişmede, iktidar kadar, muhalefetin dahli, muhalefet kadar iktidarın dahli vardır.

Aynı bir odak her iki tarafı da mıknatıslıyor değilse, böylesi bir örtüşme, allaşkına, nasıl vukua gelebilmektedir?

 Ukrayna Savaşı: İktidar ve Muhalefet
 

Muhalefet’in, Rusya’ya karşı, Ukrayna’nın yanında durması ise, aynı çizgideki bir zaaftır ve başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Cumhuriyetimiz’in dış politika çizgisine çok karşıdır.

Rahmetli Ecevit’i geçiyorum: ABD’ye rağmen, Kıbrıs’a çıkartma yapmış Başbakan’dır, Ecevit… Rahmetli Demirel, ki, başlarda “Amerikan yanlısı” olarak bilinirdi, Adana’daki İncirlik Üssü’nü (Kıbrıs’a çıkartma yapmamız sonrası, üzerimize çöken “Amerikan Ambargosu”, bir türlü kaldırtılamayınca), kapatmıştır (25 Temmuz 1975).

 Sen Atatürk’ün koltuğunda oturuyorsun, Arkadaş, “Oradan” kerteriz tutmaktan, mahçup olmuyor musun, hiç ya?
 

Rusya’nın “Ukrayna’yı işgal savaşını”, size, şiddetin her türlüsüne karşı birisi olarak, birkaç satırda özetleyeyim ve bu durumda Türkiye’nin ne yapması gerektiğine, bir eğilin, isterim:

Almanya Şansölyesi iken Helmut Schmidt, Sibirya doğalgazını, enerji açısından hat safhada kurak olan Avrupa’ya getirme yönünde çok şık bir adım attı (1980). O’nu, Münih’te, XI. Dünya Enerji Konferansı’nda, konuyu, üstün bir belagatle anlatırken, dinlemiştim… Soğuk Savaş Batı – Doğu / NATO – Varşova Paktı, Dengeleri’ni allak bullak edebilecek bir hamleydi, bu!.. “Eyvah” dedim, “Şansölye’yi ciddi tırmalayacaklar”…
 

Öyle olmadı değil; ancak sonrasında Sovyetler Birliği; giderek Rusya Federasyonu; yalnız Almanya’ya değil, bütün Avrupa’ya, o arada epey zamandır ülkemize, malum, doğalgaz vermeye başladı.

Uzun lafın kısası, Rusya, Avrupa’nın doğalgaz ihtiyacının yaklaşık yarısını sağlıyordu ki, bu, “Avrupa’ya yılda 200 milyar metreküp doğal gaz ihracatı ve yılda 200 milyar dolarlık bir Pazar, demekti. Ayrıca söz konusu “Pazar” genişleme eğilimindeydi.
 

Bu olgu; çok belliydi ki, ABD’yi rahatsız ediyordu. Avrupa’ya, “Kesin, Rusya’dan gaz ithalatınızı, biz size veririz” deyiverdi, Amerika…

Bu çerçevededir ki; Rusya; epey bir süre yığınak yapılmış ve NATO’ya yanaştırılmakta olan Ukrayna tuzağına çekilip, saldırgan konumuna düşürüldü (24 Şubat 2022)…
 

Aynı bağlamda, Batı Avrupa’nın Rusya ile ilişkilerini, başta da doğal gaz ticaretini durdurması, istendi. Avrupa, çok başka seçenekleri varmışmış gibi, Rusya’ya ile doğal gaz ticaretine ambargo koydu. Putin’in tepesi attı, “Size, doğalgaz satmıyoruz!”, dedi; iş bitti…

Halen Avrupa, olup bitene, başta da, ambargo yaptırımlarına karşın, Rusya’dan, günde 100 milyon metreküp, yani yılda yuvarlak 30 milyar metreküp hacminde (1 metreküp doğal gaz, yuvarlak 1 dolar hesabıyla), 30 milyar dolarlık doğalgaz ithal ediyor!.. Neden mi? Çünkü, ABD ihtiyaca yetişemiyor!..

Türkiye’de iktidar, sırtındaki onca olumsuz yüke rağmen, Waşington – Moskova düellosunda tarafsız durmayı başarırken, Muhalefetimiz, açıktan Rusya’ya, kafa tuttu… Vallahi, pes!..
 

O arada, belirtmeden geçemeyeceğim, bizimkilerin, onbin kilometre masafedeki Sevgili Okulum’a (Massachusetts Institute of Technology / MIT), burayı, Dünya’nın bir numarası ilan ede ede, bilim ve teknoloji brifingi almaya giderlerken (9 Ekim 2022), yurdumuzdaki, hepsi birbirinden bıçkın MIT mezunlarına, sırtlarını dönmeleri, inanın, kanımızı dondurmuştur…

Bitmedi…

Dönüşlerinde, İstanbul’da, “Yeni Yüzyıl Vizyonu”, diye bir toplantı düzenlediler (8 Aralık 2022)… Bu toplantıya, dünyanın bildiği ve saygı duyduğu bir bilim adamı olarak, “konuşmacı” sıfatıyla davet etmiyorsun, bari dinleyici olarak çağırsana, atom mühendisliği doktorasını MIT’de TÜBİTAK bursu ile yapmış, yakinen bildiğin, partinin kurucusu, arkadaşını!..
 

Şaşırmışlar…

“Türkiye’ye demokrasiyi getireceğiz”!..
 

“Türkiye’ye demokrasiyi getireceğiz!” dedik, parti içinde demokrasi yok; üç yıldır, kurultay taplamıyoruz. Geçen yıl Temmuz’da toplamalıydık, kurultayı…
 

Şimdi başlasak, bir yıl sonra ancak toplayabiliriz… Nitekim, dün, “Oldu olacak, yerel seçimer sonrasına bırakalım!”, denmiş… Yerel Seçimler 31 Mart 2024’te… Bu gidişle iki yıldan önce kurultay toplayamayız.
 

 Korkum o ki, yönetimde kimse, koltuğunu, yerel listeleri belirleme gücüne yapışmadan elinden bırakmak istemiyor… Ancak, süreci, partiler yasasına ve mazallah davalı olursak, yargıya nasıl anlatabileceğiz, bilemiyorum ve çok endişeleniyorum, inanın…
 

Erdoğan, Karşısında, Kılıçdaroğlu’nu istedi! Pekiyi Kılıçdaroğlu Neden Erdğan’ı karşısına Almayabilecekken, Bundan Kaçındı?

Erdoğan ve çevresi, görüldüğü kadarıyla, karşılarına Kılıçdaroğlu’nu almak istediler… Kılıçdaroğlu’nu; gelişme karşısında, ürkmüş olarak yazdığım 8 Mayıs 2022 tarihli mektuptaki, aşağıdaki satırlarla uyardım:
 - CB'na adaylığın gündemde. Buna, seni, içeride ve dışarıda teşvik eden, odaklar var. Çoğu; bir defa, benim gördüğüm, gayrı samimi... Aday olursan, keşke yanılsam, katiyen şeçilemeyeceksin... Hile hurda diz boyu olacak... Sığınmacılara oy kullandırılacak... Bütün bunları dahi geçiyorum. Türkiye, adım gibi eminim, dış odaklı stratejilerde mezhebî bir yırtılmaya sürüklenmek ve İran'a karşı Saddamlaştırılmak isteniyor... Yıllardır yazıyor söylüyorum... Bize, TÜMÖD'e, 2 Ağustos 2011'deki ziyaretin sırasında yaptığım sunumda dilim döndüğünce, sana ayrıca, anlatmıştım... Senin aday olacağın, CB seçiminden - çok hakkaniyetsiz ancak öyle işte - kim çıkarsa çıksın, Türkiye, tam da şer biçimde tasarlandığı şekliyle, "mezhebî bir yırtılmayla" çıkar... "Maksat", ağızdan yel alsın, hasıl olur...

İşaret ettiğim son açmaza, ramak kalmıştı, milletin olgunluğuyla, düşmekten kurtulduk…

 Şu da var ki, Türkiye’de gerginlik isteyenler çoktu. Tayyip Erdoğan’ı karşılarında görmek istemeyenler dahi, Erdoğan seçimi kazansın kazanmasın, o noktaya gelmeden, Türkiye’yi tam da işaret ettiğim çizgide hırpalamak istiyor, olmalılardı… “Strateji egzersiz” dersleri vermiş bir hoca olarak söyleyebilirim ki, eğer emperyal genelkurmaylarda çalışan iyi bir kurmay subay olsam, önüme muhakkak, söz konusu senaryoyu olgunlaştırma görevi gelirdi…

Uzağa gitmeme gerek yok (yukarıda işaret ettiğim hususlara ilave olarak):

- Muhalefet nasıl oldu da, Erdoğan’ın diploma sorununu dikkate taşımadı?

Bu konuda YSK’ya 25 Temmuz 2022’de, bir mektup yazdımdı

Ana muhalefetin bütün milletvekillerine, ayrıca bütün eski yeni parti meclisi üyelerine gitti, bu mektup… Tık yok… Ya, arkadaşlar, siz orada ne yapıyorsunuz, allaşkına!..
 

- Muhalefet aynı doğrultuda, nasıl oldu da, Erdoğan’ın anayasaya göre üçüncü defa, aday olamayacağı hususunun üstüne gitmedi?

Gitti mi? Gitmedi!.. “Mağdur yaratmak istemiyoruz”, edebiyatı, katiyen kabul edilebilir değildir. Ayrıca çok avamdır, ya hu!..
 

 Pekiyi sebep ne?
Türkiye’de gerilim yaratmak isteyenlere tâbiyet…
Değil mi?

O zaman, neden bu konuların üstüne, ayrıca yeri göğü birbirine katarak gitmedin, sen, arkadaş!..

Açıkla…
İsmet Paşa’nın dediği gibi:

- Bu nasıl şey böyle!..

 Milletvekili listelerimizdeki hayal kırıklılarını geçiyorum…
 

 Son bir şey diyeceğim…
 

Türklük Anayasa’dan çıkartılsın!

Burası neresi: Türkiye, değil mi?

 Bütün Dünya burayı “Türkiye” olarak biliyor, değil mi?

Evet!..

Pekiyi Türkiye ne demek:
 

Türk’ün kurduğu ülke…

Kimler burada oturanlar?
 

Çok… Kürtler %10, Zazalar %1, Çerkezler %2, Arnavutlar %2, Araplar (Sureyeliler’e beraber) %10, Lazlar (hayli az) ve elbette “Türkler” (aslında, Türkmenler, Oğuzlar, Turanîler) %80… Parantez çindeki rakkamları yuvarlayarak işaret ettim… Bilhassa Sureyeliler’in ülkemize geçici olarak intikal etmeleri uzantısında, ister istemez, belirttiğim yüzdelerin toplamı, “yüz”den biraz fazlaya baliğ oldu…
 

Açıkladığım çerçevede Türk’e, Türkiye’de oturan demek, gayet terinde olur…
 

Yasa ne diyor: Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halka Türk, denir, bunu diyor…

Kaç dil konuşuluyor ülkemizde:

39 dil konuşuluyor (https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye%27de_konu%C5%9Fulan_diller)…

Nedir bu diller: Türkçe % 88,5, Kürtçe % 9,0, Zazaca: % 1,01, Arapça % 2,4, Türkî diller: % 0,3, Balkan dilleri 0,2, Lazca % 0,2, Çerkesce % 0,10, Ermenice % 0,02, Kafkas dilleri % 0,09, Rumca % 0,03, Batı Avrupa dilleri 0,03, Ladino (Yahudi İspanyolcası) % 0,01, Kıptice: % 0,01…
Burada durdum ama,

Ülkemiz’de, işte örneğin Kapadokya’da Eski Yunanca dahi konuşuluyor…

Öğrendiğim zaman çok şaşırdım, ama konuşuluyor… Haa, Kürtçe, yani Kırmançi ve Zazaca aynı diller katiyen değiller… Her ne hikmetse, bu geniş olarak bilinmiyor… Bilinsin istenmiyor, kuşkum yok…

 Hatta TRT Şeş, hem Kürtçe, hem Zazaca yayın yapıyor… Bu da yaygın olarak bilinmiyor maalesef… Bilinsin istenmiyor, kuşkum yok…

Şimdi Anayasa’dan “Türk”ü çıkartmak ne demek, allaşkına?

 “Türkiye” sözcüğünü içindeki “Türk” kökünü çıkartmak demek… Git kardeşim işine, burası Türk / “İye” Cumhuriyeti değil, “Türkiye Cumhuriyeti”…

Ne senin, ne de feriştahının gücü, “Türkiye”nin içinden “Türk”ü çıkaratmaya yetmez, tıfıl kardeş!..

“Ben Türküm” demekten, soğuyanların, böylesi bir duyguya taşınmalarına sebebiyet verenler utansınlar, elbette… Ancak burası onların da vatanı… Onlar, Türk’ün kurduğu vatanda, hâşâ, misafireten ikamet edenler değil, O’nunla beraber, anayurtlarında ikamet edenlerdir.
 

Herkesin, her kültürün kendini geliştirmesine elbette sınırsız saygılıyız. Bu bağlamda “anadil eğitimi” elbette hayatîdir… Ama “anadilde eğitim” dediğiniz zaman, Türkiye’de örneğin tababet (hekimlik) eğitimini 39 dilde birden yapmanız gerekir!.. Bu nasıl olacak allaşkına!..

 Bu lafları edenlerin yatacak yeri yok, vallahi!..
 

 Bu seçimi, muhalefet işte, öyle diye diye, kaybetti…

Bu seçimi, muhalefet işte, lamı cimi yok, öyle diye diye, kaybetti…
 

Anayasa’dan Türk sözcüğünü çıkartacakmış…

Adama ebesinin yüzünü gösterirler, kardeş…
 

Git işine!..
 

** Kendi düşen, evet ağlamaz…

Olsun, dediklerim acı ama, güvenin, “dost” olarak söylüyorum…

** Seçim’de yarışan taraflara, geçmiş olsun dileklerimi ve son toplamda, tebriklerimi iletiyorum…

** Orta Asya’dan Akdeniz’e, bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim…

Etrafımızda kim at koşturursa koştursun, yine bizim…

Bizimdir, bizim…

Yaralarımızı sarar, Cumhuriyetimiz’i barış içinde yüceltmeye devam ederiz…

İktidar’ın bu bilinçte olmasını, diliyorum…

 Son bir söz:
 

- Allaşkına ayrıştırıcı olmayın! Germeyin milleti! Bu koşulun yerine geleceği temennisiyle, niyaz ediyorum:

 - Yolunuz açık olsun!..

En başta ve ebediyen, senin yolun açık olsun, Türkiyem…

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.