Kaç gün geçti diye bir geriye dönüp baktım. Tam 165 gün… Kurtulanlar önce kaybettiklerinin acısı ile yaşadılar, sonra soğukla, bazen açlıkla mücadele ettiler, şimdi de sıcak ve haşerelere karşı savaş veriyorlar.
Özellikle Hatay’ın Samandağ ve Defne ilçelerinden bolca telefon alıyorum. Yoklar üzerine kurulmuş bir hayat. Konteyner yok, seyyar tuvalet yok, duş yok, kırsalda ekmek yok, yemek yok, içmeye su yok, ulaşım yok. Çalışacak iş alanı olmadığı için para yok.
Deprem bölgesi Afrika’dan gelen sıcak hava ve Basra Körfezi üzerinden gelen sıcak hava ile adeta kavruluyor. Sıcaklık 45-50 civarı seviyesinde… Uzmanlar sürekli uyarılar yapıyor. “Özellikle öğle saatlerinde dışarıya çıkmayın” diye. Peki bölgedeki insanlar ne yapsın, nasıl korunsunlar?
Çadırlarda ortalama 10 kişi kalıyor. Klima yok, bir çoğunda vantilatör bile yok. Çadırların içi” fin hamamı” dedikleri gibi. 55 derece kadar yükseliyor. Bu durumdan en çok yatalak hastalar ve çocuklar etkileniyor. Aşırı sıcaklarda her zamankinden daha fazla su kaybı oluyor fakat içmeye temiz su yok.
Samandağ’ın Uzunbağ mahallesinde yaşayan Gülseren öğretmenden aldığım bilgiler karşısında duyduklarıma inanamıyorum. Onlar çadırkentler dışında küçük bir köyde yaşamaya çalışanlar.
Oturdukları evlerin tamamı hasarlı ve ağır hasarlı. Şimdi evlerine giremiyorlar, çoğunluğu kendi olanakları ile buldukları naylonlardan çadır yapmış, kimileri seraları bozmuş barınma için
kullanmış. Torpilli olanlarda çadır alabilmişler. Yaşadıkları bölge kırsal olduğu için, köylüler her şartta sebzesini yetiştirebiliyor. Kış için konserve hazırlıkları yapılıyor. Turşular kuruluyor.
Bu aralar kışın yenecek erzak ve yiyeceklerini satıyorlar neden biliyor musunuz? Bugün hayatta kalabilmek için. Kışı kim düşünecek bu günlerde.
Köyde bazı hasarlı evlere zaruri ihtiyaçlarını karşılamak için 1-2 dakika girip çıkıyorlardı. Fakat artık bu hasarlı evlerde yıkılıyor. O zaman gelelim can alıcı soruya? Bu insanlar tuvalet ihtiyaçlarını nasıl görecekler. Yetkililerin buna verecekleri cevap yok. Şu ana kadar başvurularda hep olumsuz. “Bari 1 adet seyyar tuvalet verin” diyorlar, ona da “yok” diyorlar. Çadırların bir kısmına vantilatör veriyorlar. Alamayanlar çok, fakat bazı çadırlarda 2 adet vantilatör var. Neden acaba ? Evet malum nedenlerden dolayı ! Bu şartlarda yaşanılamayacağını bilmiyor mu yetkililer, elbette biliyorlar.
Son gidişimizde Gülseren Öğretmen durumları hiç iyi olmayan bir depremzede aileden söz etmişti Yeni doğmuş, birkaç aylık bebek. İki kulağı da doğuştan duymuyor. Yardımseverlerin katkılarıyla birkaç gün önce Adana’da iki kulağından da ameliyat oldu güzel bebek. Bir süre sonra anneciğinin hiç duyamadığı sesini duyacak. Duyacak ama bugün çadıra dönecek annesiyle. 8-10 kişinin birlikte kaldığı çadıra. Enfeksiyon riski var elbette. Kimsesizlerin kimsesi değil miydi Cumhuriyet ? Neden bir bebeği ve annesini koruyamıyor. Biz arkadaşlarımızla beraber elbette konu üzerinde duruyoruz. Fakat böyle bir başvuru karşısında devlet hemen gereğini yapmalı, sağlıklı bir bebek
olarak büyümesini sağlamalıdır.
Bugün sosyal medya, muhalif medya konunun üzerine gidiyor. Deprem için iş adamlarının ve kamu kurumlarının vermeyi taahhüt ettikleri paralar nerede? Söylenen 40 milyar TL si yatırılmamış hesaba. Ayrıca bu güne kadar toplanan Deprem Vergileri nerede? Mehmet Şimşek’in yıllar önce söylediği gibi o paralarla gerçekten yol mu yapılmış? Yapılmışsa bu kaynağı
başka amaçla kullanmak sorunlu değil mi?
Tamda burada devletin tanımını yapmak gerekiyor. Devlet; Toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal örgütlü bir ulusun ya da uluslar topluluğunun oluşturduğu tüzel varlıktır. Kısaca Devlet
Halktır. Türkiye Cumhuriyeti egemen bir devlettir. Yani gelirlerinin çok büyük bölümü halk tarafından ödenen vergi, ceza ve harçlardan sağlanır. Vergilerimizin nerelere kullanıldığını denetleyen ve raporlayan kurum bağımsız Sayıştay’dır. Kuruluşu 1862 dir. Yani 161 yıldır görev yapar. Hükümet edenler bu denetime tabidir.
Son tahlil de hükümet tarafından sağlanan deprem sonrası çalışmalardan elde ettikleri iaşeler (yardım demiyorum) depremzedelerin analarının ak sütü gibi kendi paraları ile yapılan çalışmalardır.. Bu hizmeti beklemek de, istemek de haklarıdır. Yaşanılan, hiç de öyle dışarıdan bakılarak analiz edilebilir değildir. Gerçekten asrın felaketi ile karşılaştık. Sorumlusu bizi
yönetenlerin popülist politikalarıdır.
Bölgede çalışmış biri olarak şunu net olarak ifade etmek istiyorum. 6 şubattan bu yana düzelen hiçbir şey yok. Özellikle kırsalda yaşam her geçen gün daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
Aylar sonra yukarıda işaret etmeye çalıştığım zorluklar yaşanıyorsa, birkaç ay sonra ne ile karşılaşacağımızı düşünmek korkutuyor. Bunları daha önceki yazılarımda sizlerle paylaşmıştım. “Gün geçtikçe unutulacaklar, hayatları daha da güçleşecek “demiştim. Bu günleri söylemek büyük bir öngörü değil. Hani derler ya “geliyor gelmekte olan”. Geleceği belli, yaşanacağı belliydi.
Zaman “şu kadar oy verdi, bu kadar oy vermedi” demenin zamanı değil. Bu işin kolaycılığı. “Benim vicdanım rahat, ben bir kez yardım etmiştim” demek, ferahlatmasın içinizi. Elbette ülke koşulları çok kötü. Bu kadar uzun süreli yardımlar yapmak kolay değil. Bir çoğumuz yardıma muhtaç duruma geldik. Ama evlerimizde suyumuz akıyor, az çok yiyecek ekmeğimiz var ve sokakta değiliz.
Onların durumunu daha iyi anlamanız için son sözüm; Siz 26 gün iç çamaşırı değişmeden, 30 gün banyo yapmadan durabilir misiniz? Bu insanlar bunların hepsini yaşadı. Haydi Cumhuriyet çocukları ne dersiniz? Kimsesizlerin , kimsesi olmaya var mısınız?
Öyle ise birleşin, yardım edin…
İYİLİK İYİDİR…
19.07.2023