Dedikodu, insanoğlunun (ve elbette insankızının) varoluşundan beri süregelen bir toplumsal aktivite, adeta sözlü tarihin çirkin ama vazgeçilmez kuzeni… Çoğumuz dedikodu yapmayı ayıplar, aşağılar, hor görür, yerin dibine sokup sokup çıkarır; "Ben asla!" der ama içten içe komşunun oğlu Murat'ın geçen hafta nişanda neden garip davrandığını merak eder. Hadi itiraf edelim, dedikodu bir nevi sosyal bağ dokusu: hem eğlendirir hem de birilerine karşı "Bir şey biliyorum, sen bilmiyorsun!" üstünlüğü sağlar.
Düşünün, mağara devrinde insanlar ateşin başında ne konuşuyordu?
"Gökhan geri zekâlısı, sen geçen avda mızrağı kaçır, mızrak sen de kalk bizim Mahmut’un poposuna gir, tam bir rezalet! Mahmut öfkeden kudurmuş bir halde, mağarasında yüz üstü yatıyo günlerdir zavallı, iyileşince Gökhan’ı haşat etcem diyo da başka bir şey demiyo."
İşte o günden bugüne hiçbir şey değişmedi, sadece araçlar gelişti: Whatsapp grupları, Instagram DM'leri ve "Arkadaşlar, geçen gün bir şey duydum ama kimseye söylemeyin" cümlesiyle başlayan Zoom toplantıları...
Dedikodu yapmanın da bir adabı vardır. Öncelikle, bilgi kaynağını doğru seçmek lazım... "Duyduğuma göre..." diye başlayan cümleler genelde %80 oranında uydurma çıkar. Yani teyit şart! Mesela komşunun balkondaki fesleğenini sularken kulağınıza gelen bir bilgi, %50 ihtimalle yanlış; ama kahve falından çıkan "Senin hayatında biri var ama kim olduğunu çözemedim" yorumu her zaman %100 doğrudur, çünkü herkesin hayatında biraz karışıklık vardır.
Dedikodunun altın kuralı ise "Bana özel" denileni başkasına asla "Bunu sadece sana söylüyorum" diye aktarmamaktır. Bu bir döngüdür; ve evet, bu döngüde herkes sırdaş, aynı zamanda da potansiyel casustur. Eğer "Ben dedikoduyu sadece başkalarının iyiliği için yaparım" diyorsanız, tebrikler! Bu, kendinizi kandırma sanatında bir üst seviyeye geçiştir.
Ama kabul edelim, dedikodunun komik tarafları da var. Örneğin, "Bilmem fark ettin mi ama Ayşe sürekli kırmızı ruj sürüyor, acaba ne demek istiyor?" gibi anlamsız detaylar üzerine yapılan analizler, CSI ekibini bile şaşırtır. Ya da "Ece'nin köpeği geçen gün veterinerde bir köpekle çok iyi anlaşmış, ben bir şey demiyorum ama..." diye başlayan, sonu bir türlü gelmeyen hikâyeler... Dedikodu bir bakıma, yetişkinlerin masalı gibi; sadece prensesler yerine komşular var, canavarlar yerine kaynana ve "Ve sonsuza dek mutlu yaşadılar" yerine "Ben duydum, gerisi sana kalmış."
“Duydun mu gız, Gültenlerin geçen ay evlenen küçük oğlu karısına ilişmemiş daha…”
“Deme gı! Kim söyledi?”
“Nurten dediydi, geçen evlerine gitmiş de mutfak kuvvet macunu, bal kaymaklan doluymuş hep.”
“E napsın çocuk, gelin de pek suratsız, ne bi işve, ne bi cilve…”
Sonuç olarak, dedikodu yapmak bir yandan kaçınılmaz bir insani ihtiyaç, diğer yandan sosyal risklerle dolu bir labirent... En iyisi, hem eğlenip hem de kimsenin kalbini kırmadan bu oyununu oynamak. Unutmayın, her laf bir gün sahibini bulur, ama önce bir-iki tur sosyal medyada dolaşır.