Öyle şeyler yaşıyoruz ki bütün yollar aynı yere çıkıyor. Beklentileri doğrultusunda söylemler üretilerek halka umut dağıtılıyor.
Nerede olduğumuzu biliyoruz. Bu noktaya adım adım getirildiğimizi de…
Koşuların ağırlığı halkın yaşamını kabusa çevirdi. Halk her geçen gün yoksullaşıyor ve yaşam mücadelesi içerisinde debeleniyor, biliyoruz.
Artık ekmek aslanın ağzında değil, midesinde…
Peki bu yaşananlar bir tesadüf mü?
Elbette değil. Bakın arkada neler oluyor?
Arkada büyük projeye giden yolun taşları döşeniyor.
Mızrak çuvala artık sığmıyor!
Cumhuriyetin mirası kamu işletmelerinin özelleştirilmesini kamunun görev alanı içinde olmamasına, zarar ediyorlardı savsatasına bağlayanlarınız halen var mı, bilmiyorum?
Eğer böyle düşünenler varsa lütfen özelleştirilen işletmelerin ve eklentilerinin bugün ne amaçla kullanıldığına baksınlar lütfen.Onlar özelleştirilmedi, özelleştirme adı altında kapatıldı.
Geldiğimiz yerde ne kamuya bağlı işletmeler kaldı ne yaylalarımız, ovalarımız, sahillerimiz, madenlerimiz, ormanlarımız? Kamu yararı dediğimiz ve kimsesizlerin kimsesi olan devlet kaynakları sermayeye peşkeş çekildi ve biz üretmeyen, tüketen bir ülke konumuna taşındık.
Bütün bunlar büyük projeye giden yolun ekonomik boyutunda yaşananlardı. Bir de sürecin siyasal ve hukuksal boyutu var.
Sondan başlayalım. Malum Kılıçdaroğlu sosyal medyada paylaştığı bir video ile türban yeniden siyaset gündemine taşıdı ve bunu gollük pas olarak niteleyen Erdoğan harekete geçti.Anayasa değişikliği teklifi hazırlandı. Araya bir de aile ile ilgili değişiklik ekleni verildi.
AKP’nin anayasaya aykırı anayasa değişiklik teklifi karşısında muhalefetin anayasa komisyonu toplantılarına katılmaması beklenirdi. Çünkü teklif anayasanın laiklik, eşitlik ilkeleriyle birlikte devrim kanunları ve benzeri ilkelerine aykırılık içeriyordu.
Ancak CHP ve İYİ parti sözde değişiklik önergesi vererek komisyona katıldılar.
Sonra ne mi oldu?
Önergeleri reddedildi. AKP’nin önergesi kabul edildi ve komisyondan geçti.
11.kez toplanan altılı masa sonrası kamuoyu ile paylaşılan açıklama metninde: 14 Mayıs’ta yapılması öngörülen seçimlerde Erdoğan’ın yeniden aday olamayacağı gerekçelendirildi.Ancak devamında şu ifadelere yer verildi: “Bununla beraber, Cumhuriyetimizin 100. Yılında milletimizin bu hukuksuz düzene ‘yeter’ cevabı vereceğinden emin olan bizler, sayın Erdoğan’ın 14 Mayıs’ta yapmayı planladığı seçime halkımızdan aldığımız destekle, kendimize olan inancımızla ve ülke sevdamızla hazır olduğumuzu belirtmek isteriz.”
Geldiğimiz yer işte burasıdır. Böylelikle hem türbanın anayasaya girmesi hem Erdoğan’ın 3. kez aday olması meşrulaştırılmış oldu.
Kaldı ki öncesinde Kılıçdaroğlu: “Diyelim ki ses çıkardık, nereye gidecek? Yüksek Seçim Kurulu’na. O üyeleri atayan kim, Erdoğan. Verdiği karara kim itiraz edecek? İtiraz edeceğin hiçbir yer yok…” şeklinde devam eden teslimiyet ifadelerini kullanmıştı. Kılıçdaroğlu’nun bu sözleri haklı olarak çok tepki çekmişti.
Dolayısıyla halen anayasaya aykırı ama biz seçime gedeceğiz ve Erdoğan’ı sandıkta yeneceğiz deniliyor. Yani öncesi ve sonrası iktidarın kontrolünde olan bir seçimi kazanacağız deniliyor.
Şimdi soruyorum.
Sayın Kılıçdaroğlu ‘Hak, Hukuk, Adalet’ yürüyüşünü neden yaptınız?
SADAT’ın önüne neden gittiniz?
TÜİK’in önüne neden gittiniz?
H.G.K olayı sonrasında Adalet Bakanlığına neden yürüdünüz?
Bunları hatırlatmamın sebebi bu eylemlerin yerinde ve etkili olduğu ile ilgilidir elbette.
Şimdi neden mücadele etmiyorsunuz?
Neden laikliği ve medeni kanunu hedef alan, anayasanın ihlalini gerektiren eylemleri meşrulaştırıyorsunuz?
Hani Kuvayi Milliye geleneğinden geliyordunuz?