Sizden Gelenler
Köşe Yazarı
Sizden Gelenler
 

Hatice Topçu Yazdı: Yirmi Yıl Kazanmak AKP’nin Başarısı mı?

Amacım umudu tüketmek değil, amacım gerçeklerle yüzleşmek. İnsan doğası gereği inandıklarının olmasını ister/bekler. Oysa kazanmanın tesadüfle ilgisi yoktur. Kazanmanın adımları vardır ve çoğunlukla güç kimin elindeyse o kazanır.Gücü elinde bulundurma süresi arttıkça kuşatma da artar ve o kuşatmanın bütün olanakları kazanmak için kullanılır. İnsan boyutunda gücün esiri olanların başında güçten yararlananlar gelir. Sonra baskıya dayanamayanlar, şantajlara boyun eğenler ve elbette kikonforundan vazgeçemeyenler…Gücün büyümesiyle değiştirilmiş, dönüştürülmüş talimatlara uyan, uygulayan kurum/kuruluşlar çıkar karşımıza. İtiraz edenler ayıklanırlar… Ülkemizde yaşadığımız tablo tam olarak budur. Bunları yaşayan birisi olarak yazıyorum. Çünkü kamudaki yöneticiliğim sürecinde ben de ayıklananlardan biri olmuştum. Yasal bir kılıfla başlamıştı her şey ve sonrasında sertleşen derinleşen uygulamalar… Biz konumuza dönelim. Bulunduğumuz yerin temel sorusu şudur: Bu noktaya nasıl geldik? Süreçte yaşananlar çok ama en önemlisi demokrasi vaadiyle sürekli önümüze konulan seçimlerle ve sandıkla… Hani bir atasözümüz vardır,“Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıdır.”diye… İçinde bulunduğumuz günlerde yine dönüldü dolaşıldı ve aynı yere gelindi. Yine seçim, yine sandık ve seçimle sandıkla başka bir yere gideceğimize dair vaatler… Oysa biz bu filmi defalarca izledik! Kartlar hileli! Daha önce o hileli kartlara defalarca seçime gidildi ve sonuç hep aynı çıktı. Üstelik bu hileli kartlara kimsenin itirazıolmadı. Acaba onlar kaybederken kazanıyorlar mıydı? Yine aynı yerdeyiz ve yine inanmamızı istiyorlar. İnanmak çok önemli. İnancın her şeyi değiştirme gücü var ama aynı şeyleri tekrar ederek değil. Defalarca izlediğimiz filmi tekrar çekerek değil.Nedensellikten kopuk sonucun değişeceği vaatleriyle değil. Üstelik bu sefer somut olan, değiştirilen bir seçim yasası da var ortada. Yani kartlar katmerli hileli!… Farklı gösterilen ama aynı amaca hizmet eden büyük bir oyunun içindeyiz. Süresi mi? Küresel efendiler amaçlarına erişince bitecek.Sonrasında başka bir senaryonun figüranları olacağız. Son yirmi yılda sürekli geriledik. Ötekileştirildik, kutuplaştırıldık, elendik, sesimizin duyulmaması için engellendik.Özetle orta çağa doğru çekildik. Son yirmi yılda yaşadıklarımızın özetinin özeti: Üst üste kazanılan seçimler ve 15 Temmuz 2016 itibariyle OHAL sürecinde gerçekleşen referandum, 2018 seçimleri sonrasında oluşturulan tek adam rejimi… Bu süreçte muhalefetin başarı olarak önümüze koyduğu şeylere gelince, birincisi: 31 Mart 2019 yerel seçimleri ve orada oluşan sinerji ile amaca erişilmesi. İyi de yerel seçimlerle genel seçimler bir mi? Daha homojen ve niceliksel olarak daha küçük bir evrenin erişilebirlik koşullarıyla, heterojen ve niceliksel olarak çok çok daha büyük ve erişilebilirliği güç bir evren aynı mı? Yerel seçimlerin koşulları ile genel seçimlerin koşulları aynı mı? Örneğin aşiretler, son yıllarda katmerlenerek büyüyen tarikat ve cemaatler… Özetle söylemek istediğim yerel seçimlerle genel seçimlerin coğrafyası, büyüklüğü, erişilebilirliği çok ama çok farklı.İkinci başarıya gelince Kılıçdaroğlu’nun liderliğinde gerçekleştirilen Adalet Yürüyüşü. Bu konuda şu soruyu sormak gerekiyor. Kılıçdaroğlu’nu adalet yürüyüşüne taşıyan nedenler nelerdi? Yani bu olaya neden sonuç ilişkisi bağlamında bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Dokunulmazlıkların kaldırılması! Dokunulmazlıkları kim/kimler kaldırdı? Öyleyse sadece sonuca bakarak olayları objektif değerlendiremeyiz.Nedenlere de bakmamız gerekiyor. Bu bağlamda dokunulmazlıkların kaldırılmasına destek veren KILIÇDAROĞLU değil midir? Bulunduğumuz yerde sürecin değişmeyenleri olarak iktidar medyasının iktidarı, muhalefet medyasının da muhalefeti göklere çıkarma gayretleri var. Yanlışları, kusurları görmemeleri, hatta örtmek için bin bir dereden su içmeleri var. Nerede bağımsız medya? Nerede halkın haber alma özgürlüğü? Gerçekten zor bir yerdeyiz. Hatta Millî Mücadele’den de daha zor bir yerdeyiz. Çünkü Millî Mücadele’de düşman somuttu. Ete kemiğe bürünmüştü. Topuyla tüfeğiyle halkın karşısındaydı. Yakıyordu yıkıyordu, kadınların ırzına geçiyor, çoluk çocuk demeden ezip geçiyordu. Düşmanın yaptıklarını gören halkiçten içe bileniyor, sonra son gücüyle ve elindekilerle;baltayla, kazmayla, taşla, sopayla ölümüne düşmana saldırıyordu. Şimdi öyle mi? Ne görünen düşman varne top ne tüfek… Ancak yine kadınlar öldürülüyor. Yine çocuklar istismar ediliyor, yine insanlar türlü haksızlıklara uğruyor. Ancak yaşananların sebebini kimse göremiyor.  Adeta içten içe çürüyoruz. Ayrıştırılarak birbirimize düşman ediliyor, birbirimizi tüketiyoruz. Özetle görünmeyen bir el bizi dizayn ediyor, gizli bir istilanın içerisinde debeleniyoruz. İşte bu yüzden algılarda her şey güllük gülistanlık gösteriliyor. Görünen bir düşman olmayınca da gösterilen o güzel tabloya inanılıyor.Oysa son yirmi yılın tek başına iktidarı bir tesadüf mü? Örneğin her düştüğünde onu tutup kaldıranlar bunu neden yaptı? Anımsayalım 15 Temmuz sonrası AKP genel başkanı çıkıp “Kandırıldık!” demişti. Peki ya muhalefetten hiç kandırıldık diyeni duydunuz mu ?Öyleyse AKP’yi her düştüğünde tutup kaldırmaları bilerek, isteyerek; yani amaçlı ve planlı mıydı? İşte bu noktada İran şairi Furuğ Ferruzad geliyor aklıma. Onun yaşananlara isyan şiirleri geliyor: “Götür beni ey yüreğimi okşayan umudum, götür şiirlerin ve coşkuların kentine…” Hiç olmayan o kent ve ölümünden 54 yıl sonra halen İran’da Ahlak Polisleri tarafından öldürülen İran kadınları geliyor aklıma… Furuğ, 32 yaşında bir duvar dibinde öldü. Sözde bir araba kazasıyla… Başını kaldırımın kıyısına vurarak, oracıkta yapayalnız öldü. Onun yaşamını sonlandıran özgürlük tutkusuydu. Tıpkı bugün Mahsa Amini’nin özgürlük tutkusunun hayatını sonlandırması gibi… Hayaller güzeldir. Bende yüreğimin kanatlarıyla uçarım bazen ama gerçekler bambaşka. Kuşatılmış bir dünyada piyon yerine konulan İNSANLAR… Bir avuç sermayenin kuklası olan SİYASİLER… “Adam gibi Tıpış tıpış sandığa gidecekseniz, oyunuzu kullanacaksınız, demokrasinin gereğini yapacaksınız.” demeleri de bundandı! Yeni bir “Tıpış tıpış gideceksiniz…”süreci içerisindeyiz. HATIRLATALIM!… Sayın Kılıçdaroğlu, tıpış tıpış gidip oy kullanmak demokrasi değildir. Demokrasi halkın aday belirleme sürecine katılmasıdır.“Adam gibi…”ifadenizin gereği halkı adam yerine koymaktır,dayattığınız adaya oy vermeye zorlamak değil. Ülkemizdeki demokrasi maalesef bu kadardır ve yaşanan hiçbir şey tesadüf değildir! Furuğ’un dizeleri geliyor aklıma:“Esmeye başlayınca yalan rüzgarları gökyüzünde, nasıl sığınabiliriz yenik peygamberlerin suretlerine?”  Medya Siyaset Tv ]]>
Ekleme Tarihi: 26 Eylül 2022 - Pazartesi
Sizden Gelenler

Hatice Topçu Yazdı: Yirmi Yıl Kazanmak AKP’nin Başarısı mı?

Amacım umudu tüketmek değil, amacım gerçeklerle yüzleşmek.

İnsan doğası gereği inandıklarının olmasını ister/bekler. Oysa kazanmanın tesadüfle ilgisi yoktur. Kazanmanın adımları vardır ve çoğunlukla güç kimin elindeyse o kazanır.Gücü elinde bulundurma süresi arttıkça kuşatma da artar ve o kuşatmanın bütün olanakları kazanmak için kullanılır.

İnsan boyutunda gücün esiri olanların başında güçten yararlananlar gelir. Sonra baskıya dayanamayanlar, şantajlara boyun eğenler ve elbette kikonforundan vazgeçemeyenler…Gücün büyümesiyle değiştirilmiş, dönüştürülmüş talimatlara uyan, uygulayan kurum/kuruluşlar çıkar karşımıza. İtiraz edenler ayıklanırlar…

Ülkemizde yaşadığımız tablo tam olarak budur. Bunları yaşayan birisi olarak yazıyorum. Çünkü kamudaki yöneticiliğim sürecinde ben de ayıklananlardan biri olmuştum. Yasal bir kılıfla başlamıştı her şey ve sonrasında sertleşen derinleşen uygulamalar…

Biz konumuza dönelim. Bulunduğumuz yerin temel sorusu şudur:

Bu noktaya nasıl geldik?

Süreçte yaşananlar çok ama en önemlisi demokrasi vaadiyle sürekli önümüze konulan seçimlerle ve sandıkla…

Hani bir atasözümüz vardır,“Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıdır.”diye… İçinde bulunduğumuz günlerde yine dönüldü dolaşıldı ve aynı yere gelindi.

Yine seçim, yine sandık ve seçimle sandıkla başka bir yere gideceğimize dair vaatler…

Oysa biz bu filmi defalarca izledik!

Kartlar hileli!

Daha önce o hileli kartlara defalarca seçime gidildi ve sonuç hep aynı çıktı. Üstelik bu hileli kartlara kimsenin itirazıolmadı. Acaba onlar kaybederken kazanıyorlar mıydı?

Yine aynı yerdeyiz ve yine inanmamızı istiyorlar.

İnanmak çok önemli. İnancın her şeyi değiştirme gücü var ama aynı şeyleri tekrar ederek değil. Defalarca izlediğimiz filmi tekrar çekerek değil.Nedensellikten kopuk sonucun değişeceği vaatleriyle değil. Üstelik bu sefer somut olan, değiştirilen bir seçim yasası da var ortada. Yani kartlar katmerli hileli!…

Farklı gösterilen ama aynı amaca hizmet eden büyük bir oyunun içindeyiz.

Süresi mi?

Küresel efendiler amaçlarına erişince bitecek.Sonrasında başka bir senaryonun figüranları olacağız.

Son yirmi yılda sürekli geriledik. Ötekileştirildik, kutuplaştırıldık, elendik, sesimizin duyulmaması için engellendik.Özetle orta çağa doğru çekildik.

Son yirmi yılda yaşadıklarımızın özetinin özeti: Üst üste kazanılan seçimler ve 15 Temmuz 2016 itibariyle OHAL sürecinde gerçekleşen referandum, 2018 seçimleri sonrasında oluşturulan tek adam rejimi…

Bu süreçte muhalefetin başarı olarak önümüze koyduğu şeylere gelince, birincisi: 31 Mart 2019 yerel seçimleri ve orada oluşan sinerji ile amaca erişilmesi.

İyi de yerel seçimlerle genel seçimler bir mi? Daha homojen ve niceliksel olarak daha küçük bir evrenin erişilebirlik koşullarıyla, heterojen ve niceliksel olarak çok çok daha büyük ve erişilebilirliği güç bir evren aynı mı? Yerel seçimlerin koşulları ile genel seçimlerin koşulları aynı mı? Örneğin aşiretler, son yıllarda katmerlenerek büyüyen tarikat ve cemaatler… Özetle söylemek istediğim yerel seçimlerle genel seçimlerin coğrafyası, büyüklüğü, erişilebilirliği çok ama çok farklı.İkinci başarıya gelince Kılıçdaroğlu’nun liderliğinde gerçekleştirilen Adalet Yürüyüşü.

Bu konuda şu soruyu sormak gerekiyor. Kılıçdaroğlu’nu adalet yürüyüşüne taşıyan nedenler nelerdi?

Yani bu olaya neden sonuç ilişkisi bağlamında bakmamız gerektiğini düşünüyorum.

Dokunulmazlıkların kaldırılması!

Dokunulmazlıkları kim/kimler kaldırdı?

Öyleyse sadece sonuca bakarak olayları objektif değerlendiremeyiz.Nedenlere de bakmamız gerekiyor. Bu bağlamda dokunulmazlıkların kaldırılmasına destek veren KILIÇDAROĞLU değil midir?

Bulunduğumuz yerde sürecin değişmeyenleri olarak iktidar medyasının iktidarı, muhalefet medyasının da muhalefeti göklere çıkarma gayretleri var. Yanlışları, kusurları görmemeleri, hatta örtmek için bin bir dereden su içmeleri var.

Nerede bağımsız medya?

Nerede halkın haber alma özgürlüğü?

Gerçekten zor bir yerdeyiz. Hatta Millî Mücadele’den de daha zor bir yerdeyiz. Çünkü Millî Mücadele’de düşman somuttu. Ete kemiğe bürünmüştü. Topuyla tüfeğiyle halkın karşısındaydı. Yakıyordu yıkıyordu, kadınların ırzına geçiyor, çoluk çocuk demeden ezip geçiyordu. Düşmanın yaptıklarını gören halkiçten içe bileniyor, sonra son gücüyle ve elindekilerle;baltayla, kazmayla, taşla, sopayla ölümüne düşmana saldırıyordu.

Şimdi öyle mi?

Ne görünen düşman varne top ne tüfek… Ancak yine kadınlar öldürülüyor. Yine çocuklar istismar ediliyor, yine insanlar türlü haksızlıklara uğruyor. Ancak yaşananların sebebini kimse göremiyor.  Adeta içten içe çürüyoruz. Ayrıştırılarak birbirimize düşman ediliyor, birbirimizi tüketiyoruz. Özetle görünmeyen bir el bizi dizayn ediyor, gizli bir istilanın içerisinde debeleniyoruz.

İşte bu yüzden algılarda her şey güllük gülistanlık gösteriliyor. Görünen bir düşman olmayınca da gösterilen o güzel tabloya inanılıyor.Oysa son yirmi yılın tek başına iktidarı bir tesadüf mü?

Örneğin her düştüğünde onu tutup kaldıranlar bunu neden yaptı?

Anımsayalım 15 Temmuz sonrası AKP genel başkanı çıkıp “Kandırıldık!” demişti. Peki ya muhalefetten hiç kandırıldık diyeni duydunuz mu ?Öyleyse AKP’yi her düştüğünde tutup kaldırmaları bilerek, isteyerek; yani amaçlı ve planlı mıydı?

İşte bu noktada İran şairi Furuğ Ferruzad geliyor aklıma.

Onun yaşananlara isyan şiirleri geliyor: “Götür beni ey yüreğimi okşayan umudum, götür şiirlerin ve coşkuların kentine…”

Hiç olmayan o kent ve ölümünden 54 yıl sonra halen İran’da Ahlak Polisleri tarafından öldürülen İran kadınları geliyor aklıma…

Furuğ, 32 yaşında bir duvar dibinde öldü. Sözde bir araba kazasıyla… Başını kaldırımın kıyısına vurarak, oracıkta yapayalnız öldü. Onun yaşamını sonlandıran özgürlük tutkusuydu. Tıpkı bugün Mahsa Amini’nin özgürlük tutkusunun hayatını sonlandırması gibi…

Hayaller güzeldir. Bende yüreğimin kanatlarıyla uçarım bazen ama gerçekler bambaşka.

Kuşatılmış bir dünyada piyon yerine konulan İNSANLAR…

Bir avuç sermayenin kuklası olan SİYASİLER

“Adam gibi Tıpış tıpış sandığa gidecekseniz, oyunuzu kullanacaksınız, demokrasinin gereğini yapacaksınız.” demeleri de bundandı!

Yeni bir “Tıpış tıpış gideceksiniz…”süreci içerisindeyiz.

HATIRLATALIM!…

Sayın Kılıçdaroğlu, tıpış tıpış gidip oy kullanmak demokrasi değildir. Demokrasi halkın aday belirleme sürecine katılmasıdır.“Adam gibi…”ifadenizin gereği halkı adam yerine koymaktır,dayattığınız adaya oy vermeye zorlamak değil.

Ülkemizdeki demokrasi maalesef bu kadardır ve yaşanan hiçbir şey tesadüf değildir!

Furuğ’un dizeleri geliyor aklıma:“Esmeye başlayınca yalan rüzgarları gökyüzünde, nasıl sığınabiliriz yenik peygamberlerin suretlerine?” 

Medya Siyaset Tv

]]>
Yazıya ifade bırak !

Diğer Yazıları

18
Mayıs
21
Ağustos
28
Haziran
23
Haziran
16
Haziran