Zehra Ünal
Köşe Yazarı
Zehra Ünal
 

10 Kasım: Atatürk’ün

Her yıl 10 Kasım’da, saat 9:05’te, Türkiye'nin her köşesinde bir sessizlik olur. Bu sessizlik, sadece bir anın suskunluğu değil, aynı zamanda bir milletin, ebediyete intikal eden bir öndere duyduğu saygının, minnettarlığın ve özlemin ortak sesidir. Atatürk’ün vefatının 86. yılında, bu sessizliğe, bir de biraz farklı bir açıdan bakalım. Mustafa Kemal Atatürk, 1938’de hayata veda ettiğinde, ardında sadece Türkiye Cumhuriyeti’ni değil, bir halkın özgürlük mücadelesini, bağımsızlık arzusunu ve en önemlisi de bir gelecek vizyonunu bırakmıştı. Ancak, her büyük önderin "son duruşu" da, tıpkı bir senfoninin son notası gibi anlamlıdır. Bu son duruş, Atatürk’ün hayatı boyunca yaptıklarının ve yapacaklarının bir özeti gibidir. Atatürk’ün ölümünün üzerinden yıllar geçtikçe, zaman zaman "Keşke yaşasaydı da…", "Ne olurdu şimdi görse…" gibi cümleler kulağımıza gelir. Ama bir başka bakış açısıyla, Atatürk’ün vefatından sonra yaşananlar da onun ne kadar derin bir miras bıraktığının göstergesidir. Çünkü Atatürk’ün ölümü, onun zaferlerinin bir "finali" değil, daha çok "başlangıcıydı". O, bir düşünceyi, bir devrim fikrini, bir halkın iradesini ölümsüzleştirmişti. Onun ölümünden sonra yükselen her ses, her adım, her kazanım aslında Atatürk’ün "hayattayken" başlattığı bir sürecin doğal uzantısıydı. Şimdi 10 Kasım’da, yalnızca geçmişi anmak yetmez. O anma, aynı zamanda bir iç muhasebe yapma, Atatürk’ün değerlerine ve vizyonuna sahip çıkma anlamına gelir. Belki de asıl önemli olan, onun "ölümüyle" değil, fikirlerinin "yaşatılmasıyla" ilgili derin düşünmektir. Ne de olsa, Atatürk "ölmedi", o yalnızca fiziksel olarak aramızdan ayrıldı. Ancak düşünceleri, idealleri, Cumhuriyet’in temelleriyle birlikte her geçen yıl biraz daha güçlenerek yaşadı. 10 Kasım’da, Atatürk’ün "son duruşunu" bir kez daha hatırlarken, bu duruşun ardındaki azmi, kararlılığı ve devrimci ruhu da unutmamalıyız. Belki de 10 Kasım’da hepimiz, Atatürk’ün bize bıraktığı "anlamlı mirasa" bir adım daha yaklaşmak için bir fırsat bulmalıyız. Hangi zaman diliminde olursa olsun, Atatürk bir halkın sonsuza dek umutla taşıyacağı bir "değer" olarak kalacaktır. Bugün, belki de en anlamlı "saygı duruşu" ona, bir milletin bağımsızlıkla taçlanmış geleceğine duyduğu sarsılmaz inancı yaşatarak yapılanıdır. Onun "son duruşu", hâlâ yol gösteriyor.
Ekleme Tarihi: 13 Kasım 2024 - Çarşamba
Zehra Ünal

10 Kasım: Atatürk’ün

Her yıl 10 Kasım’da, saat 9:05’te, Türkiye'nin her köşesinde bir sessizlik olur. Bu sessizlik, sadece bir anın suskunluğu değil, aynı zamanda bir milletin, ebediyete intikal eden bir öndere duyduğu saygının, minnettarlığın ve özlemin ortak sesidir. Atatürk’ün vefatının 86. yılında, bu sessizliğe, bir de biraz farklı bir açıdan bakalım.

Mustafa Kemal Atatürk, 1938’de hayata veda ettiğinde, ardında sadece Türkiye Cumhuriyeti’ni değil, bir halkın özgürlük mücadelesini, bağımsızlık arzusunu ve en önemlisi de bir gelecek vizyonunu bırakmıştı. Ancak, her büyük önderin "son duruşu" da, tıpkı bir senfoninin son notası gibi anlamlıdır. Bu son duruş, Atatürk’ün hayatı boyunca yaptıklarının ve yapacaklarının bir özeti gibidir.

Atatürk’ün ölümünün üzerinden yıllar geçtikçe, zaman zaman "Keşke yaşasaydı da…", "Ne olurdu şimdi görse…" gibi cümleler kulağımıza gelir. Ama bir başka bakış açısıyla, Atatürk’ün vefatından sonra yaşananlar da onun ne kadar derin bir miras bıraktığının göstergesidir. Çünkü Atatürk’ün ölümü, onun zaferlerinin bir "finali" değil, daha çok "başlangıcıydı". O, bir düşünceyi, bir devrim fikrini, bir halkın iradesini ölümsüzleştirmişti. Onun ölümünden sonra yükselen her ses, her adım, her kazanım aslında Atatürk’ün "hayattayken" başlattığı bir sürecin doğal uzantısıydı.

Şimdi 10 Kasım’da, yalnızca geçmişi anmak yetmez. O anma, aynı zamanda bir iç muhasebe yapma, Atatürk’ün değerlerine ve vizyonuna sahip çıkma anlamına gelir. Belki de asıl önemli olan, onun "ölümüyle" değil, fikirlerinin "yaşatılmasıyla" ilgili derin düşünmektir. Ne de olsa, Atatürk "ölmedi", o yalnızca fiziksel olarak aramızdan ayrıldı. Ancak düşünceleri, idealleri, Cumhuriyet’in temelleriyle birlikte her geçen yıl biraz daha güçlenerek yaşadı.

10 Kasım’da, Atatürk’ün "son duruşunu" bir kez daha hatırlarken, bu duruşun ardındaki azmi, kararlılığı ve devrimci ruhu da unutmamalıyız. Belki de 10 Kasım’da hepimiz, Atatürk’ün bize bıraktığı "anlamlı mirasa" bir adım daha yaklaşmak için bir fırsat bulmalıyız. Hangi zaman diliminde olursa olsun, Atatürk bir halkın sonsuza dek umutla taşıyacağı bir "değer" olarak kalacaktır.

Bugün, belki de en anlamlı "saygı duruşu" ona, bir milletin bağımsızlıkla taçlanmış geleceğine duyduğu sarsılmaz inancı yaşatarak yapılanıdır. Onun "son duruşu", hâlâ yol gösteriyor.

Yazıya ifade bırak !