Çocukluk…
Kimi için uçurtma ipinde, kimi için bayramlık ayakkabıda saklı.
Ama benim için o, kardeşlerime uzanan elimde, annemin ardında taşıdığı yükteydi.
Ben çocukken…
Büyümek zorunda kaldım.
Ne oyuncak bebeklerim oldu ne de sobanın başında hayallere dalacak bir boşluğum.
Köy okulunda defterimin kenarına çizdiğim çiçekler, içimde büyüyen umutlardı.
Ve her çiçeğin ortasında, hiç büyümeyen bir kız çocuğu otururdu.
23 Nisan gelince, herkes bayram havasına bürünürdü.
Ben kardeşlerime pantolon ütülerdim.
O gün okulda okunacak şiirleri ezberletir, saçlarına kurdele takardım.
Belki o şiirleri okumadım, o kürsüye çıkmadım, ama her kelimesini içimde bir yere yazdım.
Zaman geçti…
Esnaf oldum, tırnaklarım çalışmaktan nasır tuttu.
Usta öğretici oldum; mikropigmentasyon uzmanı, köşe yazarı, moderatör oldum.
STK’larda yönetimlerde yer aldım, gençlere ışık tuttum, sahalarda arama kurtarma yaparken çocukların korkusuna kol oldum.
Tırmanma tahtasında ayağı kayan minik bir kıza sarıldığımda, içimdeki o büyümeyen kız çocuğu gülümsedi:
"Bak, biz hep vardık aslında…"
Bugün hâlâ boğazda yemeğe tercih ederim akşamüzeri bir salçalı ekmeği.
Çünkü onun içinde ter var, emek var, hayal var…
Çocukluğu yaşayamamış tüm çocuklar için, içindeki çocuğu büyütmemeye yemin etmiş bir kadının sofrasıdır o.
Ben bugün kendimi değil, içimdeki küçük kızı kutluyorum.
Omuzlarına yük binen, küçücük elleriyle büyük dünyaları taşımaya çalışan o cesur, o inatçı, o hayalperest kızı.
Ve biliyorum…
Bir çocuk bayramı sadece şiirlerle kutlanmaz.
Bir çocuk bayramı, içindeki çocuğu koruyabilen herkesin yüreğinde başlar.
Bu 23 Nisan’da...
Çocuk olamamışlara, içindeki çocuğu hâlâ uyandırmayanlara,
Ve o çocuğun elinden tutup yeniden hayal kurabilen herkese selam olsun.
Kutlu olsun içimizdeki çocuğun bayramı.
Ve yaşasın, bir kız çocuğunun hayata tuttuğu inatçı tebessüm.