İHRACI İSTENEN TEĞMENLERMİZLE İLGİLİ KARAR ÇIKMADI!

ÖZEL HABER 25.11.2024 - 22:19, Güncelleme: 25.11.2024 - 22:19 5256 kez okundu.
 

İHRACI İSTENEN TEĞMENLERMİZLE İLGİLİ KARAR ÇIKMADI!

Yüksek Disiplin kuruluna sevkedilen Teğmenlerimizle ilgili karar bu gün çıkmadı.

Kara Harp Okulu Mezuniyet Töreninde kılıçlarını çekerek ‘’Mustafa Kemal’in Askerleriyiz’’ diye slogan attıkları gerekçesiyle ‘’İhraç’’ istemiyle Yüksek Disiplin Kuruluna sevkedilen Teğmenlerimizle ilgili karar bu gün çıkmadı.   Teğmenlerin soruşturma dosyası ellerinde olmadığı için savunma hazırlayamadıkları, bu nedenle kararın önümüzdeki ay savunmaları alındıktan sonra verileceği öğrenildi. Dün Prof.Dr. Tolga Yarman dün konu ile ilgili bir açıklama yapmış, yaptığı açıklama gazetemizde yayımlanarak oldukça fazla etkileşim almıştı. Teknik bir sorun nedeniyle son paragraf eksik yayımlanan açıklamayı tekrar yayımlıyoruz. SEVGİLİ TEĞMENLERİMİZ’İN İHRACINI SAHİ, KİM, NEDEN İSTİYOR? Teğmenlerimiz’in 30 Ağustos Zafer Bayramı günümüzde yapılan, rütbe kuşanma Törenleri’nden sonra, kendi kendilerine gerçekleştirdikleri, olağan kılıç çatma şölenini ve bu şölen sırasında iradettikleri andı dinlerken gözü buğulanmış olanlardan biriyim. İlk tepkim “Bu doğru olabilir mi?”, sorusunun zihnimde yeşermesi oldu. Akabinde bilincime doluşan ise, “Çocuklar’a inşallah bir şey olmaz!” yönündeki endişe oldu. Bir daha, bir daha izledim, gördüğümü, duyduğumu… Çocuklar’ın dediği, yaptığı olumsuz hiç bir şey yoktu… O kadar böyle ki, şöleni değerlendiren iktidar partisi sözcüsü dahi, öküzün altında buzağ aramanın çok ötesinde Teğmenlerimiz’i, güzel sözlerle ödüllendirmişti. Sonrasında, olanlar, çok yönden, çok düşündürücü… Bu konuda, çok değerlendirme izledik, çok yazı okuduk… Bir yanda, “Bu çok olağan, gurur duyulası, ayrıca her yıl icra edilen, bir ritüeldir, görenektir”, diyen “uzman görüşler” vardı. Öbür tarafta cılız, ama maalesef etkinliği yüksek, “Olayın arkasındaki kasıt, varsa, aranmalı ortaya çıkartılmalı ve sorumlular hakkında kovuşturma başlatılmalı”, diyen, Mustafa Kemal’e, Cumhuriyet’e, Mustafa Kemal Atatürk çizgisine (başka türlü nasıl olacak idiyse), kilitli bulunan Silahlı Kuvvetlerimiz’e (incitici olmak istemiyorum, onun için sözlerimi yumuşatarak yazıyorum) “soğuk bakmaktan” çıkamayan kafalar… İkinci taraf ağır bastı… Bir hafta kadar sonra, en yukarıdan, ordudan ihracı beraberinde getirebilecek, “talimatın” düğmesine, toplumu yarmaktan uzak olması mümkün olmayacak bir ortamda -ki, Atatürk’e nankörlükten başka bir anlama gelmeyen, bu noktaya bir başka yazıda, enine boyuna, geleceğim- basılıverdi. Bu çerçevede bir defa, tam anlamıyla bir Cumhuriyet Kurumu, bir Atatürk eseri olan, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hal-i hazır Üst Yönetim eşhasını, Kurum’un, başta da Diyanet İşeri Başkanlığı’nın banisi Mustafa Kemal Atarük’e dönük gösterdikleri açık vefasızlıktan dolayı, dilim döndüğünce, kınıyorum… Allah’ın sopası yoktur, ya, 26 Ağustos 1922 Büyük Taarruz günü, 30 Ağustos 1922 Zafer Bayramımız, 29 Ekim 1923 Cumhuryet Bayramımız, 9 Eylül 1922 Yunan Ordusu’nu İzmir’den denize döküp, Körfez’deki yedi düvelin zırhlılarını, kuyruklarını, terkelerinin altına kıstırıp, tırıs tırıs sularımızı terketmeye mecbur bırakan, İzmir’in düşmandan kurtarıldığı gün, 24 Temmuz 1923 Lozan Antlasması’nın büyük askeri zaferimizi büyük bir diplomatik zaferle taçlandırdığımız gün, 6 Ekim 1923, İstanbul’un, yapabilecek bir şeyi kalmadığı için Dolmabahçe Sarayı önünden demir almaya mecbur kalan düşmandan, kurtarıldığı  gün gibi, nice millî günümüz, millî bayramımız, Cuma gününe denk geldiği halde, Diyanet’ten camilerimize gelen Cuma hutbesi metinlerinde Atatürk’ün ve O’nun can silah arkadaşlarının hiç birininin adından sistemli biçimde söz edilmemesi, bir vefa özrü, bir kadirbilmezlik değil, düpedüz nankörlüktür… Ey Ahali, biliniz ki, Kurtuluş Savaşımız ve O’nun başında, bütün silah arkadaşlarının gönül rızası ve oybirliği uzantısında Başkomutan olmuş, Gazi Meclis’in Kurucusu ve Başkanı Abide Başkumandan Mustafa Kemal Atatük yer almasa, saydığım millî tarihlerimiz, giderek 6 Ekim 1923 İstanbul’un düşmandan kurtuluş bayramı vukua gelmez, Ayasofya’nın etrafına ne anlamlı ki, yüzyıllar içinde diktiğimiz dört minarenin, dördü birden, beton testereleriyle biçilip, Ayasaofya’nın Kubbesi’nde pırıl pırıl parlayan alem ayrıca sökülüp, yerine kocaman çan konulacağından mâdâ… Güzelim camilerimiz, Sultan Ahmet Camii, Süleymaniye Camii, Fatih Camii, ilahir, unutmadan isaret edeyim, kubbesi Ayasofya’nın kubbesiden daha geniş kuturlu, Edirnemiz’in baş süsü, hepimize kutsal emanet Selimiye Camii ve nice öteki camilerimizin minareleri teker teker devrilip, bu şanlı camilerimizin de kubblerinden alemler sökülüp yerlerine, çanlar oturtulacaktı. Ezan susmaz diyenler, inşallah susmaz… Ama işte ramak kalmıştı, Ezan susacaktı. Bayrak inmez diyeneler, elbete inşallah inmez… Ama işte ramak kalmıştı, Ayyıldızlı, nazlı bayrağımız olmayacaktı, gönderlerimizde… Ve sen, bu günlerin baş mimarının, mimarlarının aziz ruhlarına, Cuma hutbelerinden, hem de anlı şanlı millî günlerimizde bir fatiha okumayı çok göreeceksin öyle mi? Ama asıl soru o dahi değil… Kim tutuyor senin elini? Kim tutuyor senin dilini? Kim oynatıyor senin kalemini, senin elinle, tersine tersine!.. Kim?.. Bizim en yukarısı mı? Öyle demeyin, şu soruları o zaman, tutar orası için sorarım… Gelin beraber bulalım o zaman, o görünmez elin kimin eli olduğunu… Sevgili Teğmenlerimiz beş yıl önce, 2019’da, 15 Temmuz 2016’dan üç yıl sonra, özel mi özel sınavlardan, iğne deliğinden iplik geçirilir gibi, mülakatlar dahil, her türlü eleme hüneri sergilene sergilene, başarılı addedilip (Askerî Liselerimiz’e değil, buralar kapatılmıştı ve hâlâ daha açılmış değil, ya nerelere), Harp Okullarımız’a alındı mı, alınmadı mı? Elenmiş olunduğu sanılan, bütün şu umumî manzara karşısında, neydi o zaman: - Harp Okullarımız’ın yeni öğrencileri, Okulları’a asla “Mustafa Kemal’in askerleri olmamak” üzere, alındılar mı, alınmadılar mı? Yok, öyle değilse, mesele yok!.. Öyle olmaması mümkün mü? Valla, ben hiç mümkün görmüyorum… O Çocuklar, teğmen olunca, teğmen olacaklar ve fakat Musafa Kemal’in askerleri olmayacaklardı… Öyle mi? Korkarım öyle!.. Ee n’oldu perkiyi? Pırıl pırıl teğmenlerimiz, coşku dolu, bilinç dolu, iman dolu, bıçkın mı bıçkın, birer Mustafa Kemal askeri oluvermişler… Kim buna şaşırmışsa en çok, o istiyordur bu çocukların ordudan topyekun ihracını… Harp Okulları’nın Komutanları olabilir mi? Asla! Genelkurmay Başkanımız, Milli Savunma Bakanımız olabilir mi? Harp Akademilerimiz’de otuz yıl komutanlarımıza hocalık etmenin gururunu yaşayan bir hoca olarak söylüyorum: Asla! Bakanlar, Cumhurbaşkanı olabilir mi? Katiyen ihtimal vermiyorum. O kadar ki, iktidar partisi sözcüsü Teğmenler kılıçları çattılar, şölenlerini şerefle eda ettiler, diye, Onlar’ı övdü… O zaman kim istiyor bu can teğmenlerimizin ordudan ihracını?.. Keşke yanılsam, en yukarıya, “Hala silemediniz, silin şu Mustafa Kemal’i ordudan”, diyen güçlüler mi? Ey yömetim kademelerinde bulunan değerli sorumlular, değerli arkadaşlar, sevgili öğrencilerim, direnin!.. Gücünüzü, ağızdan yel alsın, “nankörlerden” alarak değil, seksen milyondan alarak, direnin!.. SEVGİLİ TEĞMENLERİMİZ’İN İHRACINI SAHİ, KİM, NEDEN İSTİYOR? Prof. Dr. Tolga Yarman CHP Kurultay Onur Üyesi 24 Kasım 2024
Yüksek Disiplin kuruluna sevkedilen Teğmenlerimizle ilgili karar bu gün çıkmadı.

Kara Harp Okulu Mezuniyet Töreninde kılıçlarını çekerek ‘’Mustafa Kemal’in Askerleriyiz’’ diye slogan attıkları gerekçesiyle ‘’İhraç’’ istemiyle Yüksek Disiplin Kuruluna sevkedilen Teğmenlerimizle ilgili karar bu gün çıkmadı.
 

Teğmenlerin soruşturma dosyası ellerinde olmadığı için savunma hazırlayamadıkları, bu nedenle kararın önümüzdeki ay savunmaları alındıktan sonra verileceği öğrenildi.
Dün Prof.Dr. Tolga Yarman dün konu ile ilgili bir açıklama yapmış, yaptığı açıklama gazetemizde yayımlanarak oldukça fazla etkileşim almıştı. Teknik bir sorun nedeniyle son paragraf eksik yayımlanan açıklamayı tekrar yayımlıyoruz.



SEVGİLİ TEĞMENLERİMİZ’İN İHRACINI SAHİ, KİM, NEDEN İSTİYOR?
Teğmenlerimiz’in 30 Ağustos Zafer Bayramı günümüzde yapılan, rütbe kuşanma Törenleri’nden sonra, kendi kendilerine gerçekleştirdikleri, olağan kılıç çatma şölenini ve bu şölen sırasında iradettikleri andı dinlerken gözü buğulanmış olanlardan biriyim. İlk tepkim “Bu doğru olabilir mi?”, sorusunun zihnimde yeşermesi oldu. Akabinde bilincime doluşan ise, “Çocuklar’a inşallah bir şey olmaz!” yönündeki endişe oldu.

Bir daha, bir daha izledim, gördüğümü, duyduğumu… Çocuklar’ın dediği, yaptığı olumsuz hiç bir şey yoktu…

O kadar böyle ki, şöleni değerlendiren iktidar partisi sözcüsü dahi, öküzün altında buzağ aramanın çok ötesinde Teğmenlerimiz’i, güzel sözlerle ödüllendirmişti.

Sonrasında, olanlar, çok yönden, çok düşündürücü… Bu konuda, çok değerlendirme izledik, çok yazı okuduk…

Bir yanda, “Bu çok olağan, gurur duyulası, ayrıca her yıl icra edilen, bir ritüeldir, görenektir”, diyen “uzman görüşler” vardı. Öbür tarafta cılız, ama maalesef etkinliği yüksek, “Olayın arkasındaki kasıt, varsa, aranmalı ortaya çıkartılmalı ve sorumlular hakkında kovuşturma başlatılmalı”, diyen, Mustafa Kemal’e, Cumhuriyet’e, Mustafa Kemal Atatürk çizgisine (başka türlü nasıl olacak idiyse), kilitli bulunan Silahlı Kuvvetlerimiz’e (incitici olmak istemiyorum, onun için sözlerimi yumuşatarak yazıyorum) “soğuk bakmaktan” çıkamayan kafalar…

İkinci taraf ağır bastı… Bir hafta kadar sonra, en yukarıdan, ordudan ihracı beraberinde getirebilecek, “talimatın” düğmesine, toplumu yarmaktan uzak olması mümkün olmayacak bir

ortamda -ki, Atatürk’e nankörlükten başka bir anlama gelmeyen, bu noktaya bir başka yazıda, enine boyuna, geleceğim- basılıverdi.

Bu çerçevede bir defa, tam anlamıyla bir Cumhuriyet Kurumu, bir Atatürk eseri olan, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hal-i hazır Üst Yönetim eşhasını, Kurum’un, başta da Diyanet İşeri Başkanlığı’nın banisi Mustafa Kemal Atarük’e dönük gösterdikleri açık vefasızlıktan dolayı, dilim döndüğünce, kınıyorum…

Allah’ın sopası yoktur, ya, 26 Ağustos 1922 Büyük Taarruz günü, 30 Ağustos 1922 Zafer Bayramımız, 29 Ekim 1923 Cumhuryet Bayramımız, 9 Eylül 1922 Yunan Ordusu’nu İzmir’den denize döküp, Körfez’deki yedi düvelin zırhlılarını, kuyruklarını, terkelerinin altına kıstırıp, tırıs tırıs sularımızı terketmeye mecbur bırakan, İzmir’in düşmandan kurtarıldığı gün, 24 Temmuz 1923 Lozan Antlasması’nın büyük askeri zaferimizi büyük bir diplomatik zaferle taçlandırdığımız gün, 6 Ekim 1923, İstanbul’un, yapabilecek bir şeyi kalmadığı için Dolmabahçe Sarayı önünden demir almaya mecbur kalan düşmandan, kurtarıldığı  gün gibi, nice millî günümüz, millî bayramımız, Cuma gününe denk geldiği halde, Diyanet’ten camilerimize gelen Cuma hutbesi metinlerinde Atatürk’ün ve O’nun can silah arkadaşlarının hiç birininin adından sistemli biçimde söz edilmemesi, bir vefa özrü, bir kadirbilmezlik değil, düpedüz nankörlüktür…

Ey Ahali, biliniz ki, Kurtuluş Savaşımız ve O’nun başında, bütün silah arkadaşlarının gönül rızası ve oybirliği uzantısında Başkomutan olmuş, Gazi Meclis’in Kurucusu ve Başkanı Abide Başkumandan Mustafa Kemal Atatük yer almasa, saydığım millî tarihlerimiz, giderek 6 Ekim 1923 İstanbul’un düşmandan kurtuluş bayramı vukua gelmez, Ayasofya’nın etrafına ne anlamlı ki, yüzyıllar içinde diktiğimiz dört minarenin, dördü birden, beton testereleriyle biçilip, Ayasaofya’nın Kubbesi’nde pırıl pırıl parlayan alem ayrıca sökülüp, yerine kocaman çan konulacağından mâdâ… Güzelim camilerimiz, Sultan Ahmet Camii, Süleymaniye Camii, Fatih Camii, ilahir, unutmadan isaret edeyim, kubbesi Ayasofya’nın kubbesiden daha geniş kuturlu, Edirnemiz’in baş süsü, hepimize kutsal emanet Selimiye Camii ve nice öteki camilerimizin minareleri teker teker devrilip, bu şanlı camilerimizin de kubblerinden alemler sökülüp yerlerine, çanlar oturtulacaktı. Ezan susmaz diyenler, inşallah susmaz…


Ama işte ramak kalmıştı, Ezan susacaktı. Bayrak inmez diyeneler, elbete inşallah inmez… Ama işte ramak kalmıştı, Ayyıldızlı, nazlı bayrağımız olmayacaktı, gönderlerimizde… Ve sen, bu günlerin baş mimarının, mimarlarının aziz ruhlarına, Cuma hutbelerinden, hem de anlı şanlı millî günlerimizde bir fatiha okumayı çok göreeceksin öyle mi?

Ama asıl soru o dahi değil… Kim tutuyor senin elini? Kim tutuyor senin dilini? Kim oynatıyor senin kalemini, senin elinle, tersine tersine!.. Kim?..

Bizim en yukarısı mı?

Öyle demeyin, şu soruları o zaman, tutar orası için sorarım…

Gelin beraber bulalım o zaman, o görünmez elin kimin eli olduğunu…

Sevgili Teğmenlerimiz beş yıl önce, 2019’da, 15 Temmuz 2016’dan üç yıl sonra, özel mi özel sınavlardan, iğne deliğinden iplik geçirilir gibi, mülakatlar dahil, her türlü eleme hüneri sergilene sergilene, başarılı addedilip (Askerî Liselerimiz’e değil, buralar kapatılmıştı ve hâlâ daha açılmış değil, ya nerelere), Harp Okullarımız’a alındı mı, alınmadı mı?

Elenmiş olunduğu sanılan, bütün şu umumî manzara karşısında, neydi o zaman:

- Harp Okullarımız’ın yeni öğrencileri, Okulları’a asla “Mustafa Kemal’in askerleri olmamak” üzere, alındılar mı, alınmadılar mı?

Yok, öyle değilse, mesele yok!.. Öyle olmaması mümkün mü? Valla, ben hiç mümkün görmüyorum…

O Çocuklar, teğmen olunca, teğmen olacaklar ve fakat Musafa Kemal’in askerleri olmayacaklardı…

Öyle mi? Korkarım öyle!..

Ee n’oldu perkiyi?

Pırıl pırıl teğmenlerimiz, coşku dolu, bilinç dolu, iman dolu, bıçkın mı bıçkın, birer Mustafa Kemal askeri oluvermişler…

Kim buna şaşırmışsa en çok, o istiyordur bu çocukların ordudan topyekun ihracını…

Harp Okulları’nın Komutanları olabilir mi?

Asla!

Genelkurmay Başkanımız, Milli Savunma Bakanımız olabilir mi?

Harp Akademilerimiz’de otuz yıl komutanlarımıza hocalık etmenin gururunu yaşayan bir hoca olarak söylüyorum:

Asla!

Bakanlar, Cumhurbaşkanı olabilir mi?

Katiyen ihtimal vermiyorum. O kadar ki, iktidar partisi sözcüsü Teğmenler kılıçları çattılar, şölenlerini şerefle eda ettiler, diye, Onlar’ı övdü…

O zaman kim istiyor bu can teğmenlerimizin ordudan ihracını?..

Keşke yanılsam, en yukarıya, “Hala silemediniz, silin şu Mustafa Kemal’i ordudan”, diyen güçlüler mi?

Ey yömetim kademelerinde bulunan değerli sorumlular, değerli arkadaşlar, sevgili öğrencilerim, direnin!..

Gücünüzü, ağızdan yel alsın, “nankörlerden” alarak değil, seksen milyondan alarak, direnin!.. SEVGİLİ TEĞMENLERİMİZ’İN İHRACINI SAHİ, KİM, NEDEN İSTİYOR?

Prof. Dr. Tolga Yarman

CHP Kurultay Onur Üyesi

24 Kasım 2024

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.