DÜNYA TÜRKLÜĞÜ STRATEJİK AKIL MERKEZİ, HER ALANDA PARADİGMA OLUŞTURMAYA BAŞLADI.

ÖZEL HABER 27.04.2023 - 17:53, Güncelleme: 27.04.2023 - 17:53 13832+ kez okundu.
 

DÜNYA TÜRKLÜĞÜ STRATEJİK AKIL MERKEZİ, HER ALANDA PARADİGMA OLUŞTURMAYA BAŞLADI.

"Yeni Dünya Düzeni"nde Yeni Bir Model: Dünya Türklüğü

DÜNYA TÜRKLÜĞÜ STRATEJİK AKIL MERKEZİ DT-SAM Başkan Yardımcısı Doç.Dr. İbrahim Yücedağ "Yeni Dünya Düzeni"nde Yeni Bir Model: Dünya Türklüğü'' başlıklı bir analiz yayımladı.Misyonlarını ''Sadece Anadolu coğrafyasıyla sınırlandırılan milliyetçilik anlayışının, dünya düzeninde bizlere oyalanmamız için verilen bir alan olduğu açıktır. Bizler tam da buna itiraz etmekteyiz. Yeryüzünün yeniden imar edilmesi, tartışmaya yer vermeyecek bir şekilde adil bir düzenin kurulması düşüncesi temel mottomuzdur'' şeklinde ifade eden Doç.Dr. İbrahim Yücedağ' ın yazısının tam metni şöyle: "Yeni Dünya Düzeni"nde Yeni Bir Model: Dünya Türklüğü Küreselleşme, modernleşme ve postmodernleşme tartışmaları arasında mevcut değer ve anlatılar giderek anlam kaybına uğramaktadır. Özellikle kapitalizmin yeni yüzü olarak tanımlanan ve F. Jameson’ın Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı olarak tanımladığı süreçte, aileden hukuka, ulus-devletten milliyetçiliklere, dinden ekonomiye tüm toplumsal küreler yeniden tanımlanmaya çalışılmaktadır. Bu tanımlanma çabaları içinde özellikle milliyetçilikler ve ulus-devletler üzerinde özellikle durulmasında fayda olduğu kanaatindeyim. 19. yüzyılla beraber imparatorlukların yerini ulus-devletlere bırakması, büyük bir paradigma değişikliğini beraberinde getirmiş, yeni devletler ve yeni inşalar gerçekleştirilerek dünya sömürü düzeninin farklı bir boyutu devreye sokulmuştur. Parçalanan imparatorluklardan arta kalan devletler Batılı devletler tarafından kendi aralarında pay edilmiş ve sömürü düzeni farklı şekillerde devam ettirilmiştir. Uydu devletler olarak kurgulanan birçok ülke uluslararası sistem tarafından gerek petrol gerekse de diğer yer altı kaynakları nedeniyle sömürüye maruz bırakılmış, bu sömürülme süreci de modernleşme adı altında gerçekleştirilmiştir. “Geri kalmış toplumlar”ın ancak ve ancak gelişmiş Batı toplumlarının yardımıyla gelişebileceği, sanayileşebileceği ve hatta ehlileşebileceği iddia edilmiş, buna da modernleşme denmiştir. Nitekim Avrupa-merkezci ve modernleşmeci tarih anlayışı Batı dışındaki toplumları, göçebe, coğrafi açıdan verimsiz, akli melekeler bakımından duygularıyla hareket eden ve rasyonel olmayan insan dışı varlıklar olarak tanımlarken[1], Batı merkezli toplumları ise bunun tam karşısında konumlandırır. Dolayısıyla Batı’nın dışında kalan tüm toplumlara müdahale, bir “iyilik” olarak lanse edilir. Türkiye açısından bakıldığında ise modernleştirme çabalarının 1940’ların sonuyla beraber hız kazandığını görmekteyiz. Özellikle Amerikan yardımlarıyla ülkenin her alanı yumuşak işgalle ele geçirilmeye çalışılmış, Amerikan bağımlılığı bize bir model olarak dayatılmıştır. Her türlü bağımlılık modeline karşı yeni bir tarih yazımına imza atan ve kökleri bin yıllar öncesine dayanan medeniyeti yeniden ayağa kaldırmaya çalışan Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarak, dünya üzerindeki bu sömürü düzeninin karşısında durmuştur. Ulus temelli inşa edilen bu devletle birlikte tüm dünya toplumlarına bir rol model sağlanmış ve söz konusu coğrafyalara ciddi şekilde etkide bulunulmuştur. Yaratılan ulusla her türlü kimlik kendisine bu ulus şemsiyesi altında yer bulmuş ve buna da Türk denmiştir. Burada özellikle vurgulamak istediğim şey bunun ırksal bir tanımlama olmadığı, bir şemsiye kavram olarak anlaşılması gerektiğidir. Ancak pratiğe bakıldığında özellikle ülkemize yapılan çeşitli operasyonlarla bunun etnik temelli bir tanımlamaya çevrildiği ve bu nedenle de farklı etnik gruplar arasında çeşitli sorunların ortaya çıktığını görmekteyiz. Yıllarca yıpratılan ulus tanımlaması, yanlış anlaşılmalara sebep olmuş ve bu yanlış anlaşılmayla mücadelede birçok bakış açısı geliştirilmiştir. Ziya Gökalp’ten, Yusuf Akçura’ya, H. Nihal Atsız’dan H. Ziya Ülken’e kadar birçok isim Kızıl Elma’dan Turan’dan bahsederek bu ulus düşüncesinin ırksal temelden kurtarılmasına çalışmıştır. Sözgelimi H. Ziya Ülken, Turan’ın gerçekleşmesinin mümkün olmadığından hareketle Anadolu milliyetçiliği-Anadoluculuk[2] düşüncesiyle sınırları Anadolu’yla belirlenen dar bir bakış açısı geliştirmiştir. Osmanlı Devleti’nin yıkılışı sırasında ortaya çıkan Osmanlıcılık, Ümmetçilik ve Turancılık akımlarına karşı gelişen bu paradigmada Anadolu toprağı temelli bir ulus inşasına çalışılmıştır. Ancak ortaya ekonomik, siyasal ve diğer alanlarda tam bir program koyamadığı için başarısız kalmıştır. Turan-Kızıl Elma düşüncesi de yine önemli olmakla beraber sınırları Asya’ya kadar genişletilmiş bir düşünce sistematiği oluşturmuş, ancak dünyanın geri kalanını nasıl ele alacağı netleşmemiştir. Ayrıca belirtmekte fayda gördüğüm diğer bir nokta ise bu ulus düşüncesinin aslında sadece Anadolu ve Asya topraklarıyla sınırlı olmadığıdır. Özellikle Dünya Türklüğü düşüncesiyle bizler, Anadolu’dan Kafkaslar’a, Balkanlar’dan Amerika’ya, Avrupa’dan Avustralya’ya kadar tüm kıtaları içine alan, adil bir dünya düzeninin kurulmasını, nerede bir mazlum varsa oranın Türk olduğunu, dil, din, ırk ayrımı yapmadan insanın sevgiyle ve hakça yaşamasının garanti edileceği bir şuur geliştirmekteyiz. Sadece Anadolu coğrafyasıyla sınırlandırılan milliyetçilik anlayışının, dünya düzeninde bizlere oyalanmamız için verilen bir alan olduğu açıktır. Bizler tam da buna itiraz etmekteyiz. Yeryüzünün yeniden imar edilmesi, tartışmaya yer vermeyecek bir şekilde adil bir düzenin kurulması düşüncesi temel mottomuzdur. Her ne kadar ulus-devletlerin sonunun geldiği düşüncesi yaygın bir şekilde propaganda malzemesi olarak kullanılsa da yeni dünya düzeninde sınırların ortadan kalktığı, ulusların yok olduğu ve tek tip köle bireyin yaratılmaya çalışıldığı bir dönemde sınırları daha geniş bir alana yayılan, daha eşitlikçi, adil ve insani olanın öncelendiği bir ulus fikrine ihtiyaç duyulduğu çok açıktır. Yani, Kızıl Elma bizler için, Yaradanımızın sevgi merkezli öğretisini, ilahi rızayı da göz önünde bulundurarak dünyaya hâkim kılmak ve bu güçte bir medeniyet yaratmaktır, işte bizim için Kızıl Elma’nın anlamı tam da budur. Tabii bu medeniyet tek başına sadece ulus düşüncesinden oluşmamaktadır; bunun içinde yeni bir siyasal organizasyon, ekonomi modeli, aile yapısı ve bir kültürel yaratım projesi olduğu unutulmamalıdır. Yeni dünya düzeninde zamanımız dar, işimiz çok, ancak başaracağımıza dair inancımız da bir o kadar güçlüdür. [1] Bkz. J. M. Blaut, Sömürgeciliğin Dünya Modeli: Coğrafi Yayılmacılık ve Avrupa-merkezci Tarih, Çev. Serbun Behçet, Dergah Yayınları, İstanbul, 2012. [2] Köksal Alver, “Anadoluculuk ve Hilmi Ziya Ülken”, Afyon Kocatepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, c.3, sayı:1, Haziran, 2001, s.133-138. Doç. Dr. İbrahim YÜCEDAĞ - DT-SAM BAŞKAN YARDIMCISI Doç.Dr. İbrahim Yücedağ kimdir:     2007 yılında İnönü Üniversitesi Sosyoloji Bölümünden mezun olmuştur. Yüksek lisansını İnönü Üniversitesi Sosyoloji Anabilim Dalında, doktora eğitimi de İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Anabilim Dalında tamamlamıştır. 2009 yılında Mardin Artuklu Üniversitesi Sosyoloji bölümüne araştırma görevlisi olarak atandı. 2012-2013 yılları arasında University of South Florida’da misafir öğretim üyesi olarak bulundu. Halen Mardin Artuklu Üniversitesi Sosyoloji bölümünde Doç. Dr. olarak görev yapmaktadır. Sosyolojinin çeşitli alanlarında yayınlanmış çok sayıda makale ve kitabı bulunmaktadır.    
"Yeni Dünya Düzeni"nde Yeni Bir Model: Dünya Türklüğü

DÜNYA TÜRKLÜĞÜ STRATEJİK AKIL MERKEZİ DT-SAM Başkan Yardımcısı Doç.Dr. İbrahim Yücedağ "Yeni Dünya Düzeni"nde Yeni Bir Model: Dünya Türklüğü'' başlıklı bir analiz yayımladı.Misyonlarını ''Sadece Anadolu coğrafyasıyla sınırlandırılan milliyetçilik anlayışının, dünya düzeninde bizlere oyalanmamız için verilen bir alan olduğu açıktır. Bizler tam da buna itiraz etmekteyiz. Yeryüzünün yeniden imar edilmesi, tartışmaya yer vermeyecek bir şekilde adil bir düzenin kurulması düşüncesi temel mottomuzdur'' şeklinde ifade eden Doç.Dr. İbrahim Yücedağ' ın yazısının tam metni şöyle:

"Yeni Dünya Düzeni"nde Yeni Bir Model: Dünya Türklüğü
Küreselleşme, modernleşme ve postmodernleşme tartışmaları arasında mevcut değer ve anlatılar giderek anlam kaybına uğramaktadır. Özellikle kapitalizmin yeni yüzü olarak tanımlanan ve F. Jameson’ın Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı olarak tanımladığı süreçte, aileden hukuka, ulus-devletten milliyetçiliklere, dinden ekonomiye tüm toplumsal küreler yeniden tanımlanmaya çalışılmaktadır.

Bu tanımlanma çabaları içinde özellikle milliyetçilikler ve ulus-devletler üzerinde özellikle durulmasında fayda olduğu kanaatindeyim. 19. yüzyılla beraber imparatorlukların yerini ulus-devletlere bırakması, büyük bir paradigma değişikliğini beraberinde getirmiş, yeni devletler ve yeni inşalar gerçekleştirilerek dünya sömürü düzeninin farklı bir boyutu devreye sokulmuştur.

Parçalanan imparatorluklardan arta kalan devletler Batılı devletler tarafından kendi aralarında pay edilmiş ve sömürü düzeni farklı şekillerde devam ettirilmiştir. Uydu devletler olarak kurgulanan birçok ülke uluslararası sistem tarafından gerek petrol gerekse de diğer yer altı kaynakları nedeniyle sömürüye maruz bırakılmış, bu sömürülme süreci de modernleşme adı altında gerçekleştirilmiştir. “Geri kalmış toplumlar”ın ancak ve ancak gelişmiş Batı toplumlarının yardımıyla gelişebileceği, sanayileşebileceği ve hatta ehlileşebileceği iddia edilmiş, buna da modernleşme denmiştir. Nitekim Avrupa-merkezci ve modernleşmeci tarih anlayışı Batı dışındaki toplumları, göçebe, coğrafi açıdan verimsiz, akli melekeler bakımından duygularıyla hareket eden ve rasyonel olmayan insan dışı varlıklar olarak tanımlarken[1],

Batı merkezli toplumları ise bunun tam karşısında konumlandırır. Dolayısıyla Batı’nın dışında kalan tüm toplumlara müdahale, bir “iyilik” olarak lanse edilir. Türkiye açısından bakıldığında ise modernleştirme çabalarının 1940’ların sonuyla beraber hız kazandığını görmekteyiz. Özellikle Amerikan yardımlarıyla ülkenin her alanı yumuşak işgalle ele geçirilmeye çalışılmış, Amerikan bağımlılığı bize bir model olarak dayatılmıştır.

Her türlü bağımlılık modeline karşı yeni bir tarih yazımına imza atan ve kökleri bin yıllar öncesine dayanan medeniyeti yeniden ayağa kaldırmaya çalışan Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarak, dünya üzerindeki bu sömürü düzeninin karşısında durmuştur. Ulus temelli inşa edilen bu devletle birlikte tüm dünya toplumlarına bir rol model sağlanmış ve söz konusu coğrafyalara ciddi şekilde etkide bulunulmuştur. Yaratılan ulusla her türlü kimlik kendisine bu ulus şemsiyesi altında yer bulmuş ve buna da Türk denmiştir. Burada özellikle vurgulamak istediğim şey bunun ırksal bir tanımlama olmadığı, bir şemsiye kavram olarak anlaşılması gerektiğidir. Ancak pratiğe bakıldığında özellikle ülkemize yapılan çeşitli operasyonlarla bunun etnik temelli bir tanımlamaya çevrildiği ve bu nedenle de farklı etnik gruplar arasında çeşitli sorunların ortaya çıktığını görmekteyiz. Yıllarca yıpratılan ulus tanımlaması, yanlış anlaşılmalara sebep olmuş ve bu yanlış anlaşılmayla mücadelede birçok bakış açısı geliştirilmiştir.

Ziya Gökalp’ten, Yusuf Akçura’ya, H. Nihal Atsız’dan H. Ziya Ülken’e kadar birçok isim Kızıl Elma’dan Turan’dan bahsederek bu ulus düşüncesinin ırksal temelden kurtarılmasına çalışmıştır. Sözgelimi H. Ziya Ülken, Turan’ın gerçekleşmesinin mümkün olmadığından hareketle Anadolu milliyetçiliği-Anadoluculuk[2] düşüncesiyle sınırları Anadolu’yla belirlenen dar bir bakış açısı geliştirmiştir. Osmanlı Devleti’nin yıkılışı sırasında ortaya çıkan OsmanlıcılıkÜmmetçilik ve Turancılık akımlarına karşı gelişen bu paradigmada Anadolu toprağı temelli bir ulus inşasına çalışılmıştır. Ancak ortaya ekonomik, siyasal ve diğer alanlarda tam bir program koyamadığı için başarısız kalmıştır.

Turan-Kızıl Elma düşüncesi de yine önemli olmakla beraber sınırları Asya’ya kadar genişletilmiş bir düşünce sistematiği oluşturmuş, ancak dünyanın geri kalanını nasıl ele alacağı netleşmemiştir. Ayrıca belirtmekte fayda gördüğüm diğer bir nokta ise bu ulus düşüncesinin aslında sadece Anadolu ve Asya topraklarıyla sınırlı olmadığıdır. Özellikle Dünya Türklüğü düşüncesiyle bizler, Anadolu’dan Kafkaslar’a, Balkanlar’dan Amerika’ya, Avrupa’dan Avustralya’ya kadar tüm kıtaları içine alan, adil bir dünya düzeninin kurulmasını, nerede bir mazlum varsa oranın Türk olduğunu, dil, din, ırk ayrımı yapmadan insanın sevgiyle ve hakça yaşamasının garanti edileceği bir şuur geliştirmekteyiz.

Sadece Anadolu coğrafyasıyla sınırlandırılan milliyetçilik anlayışının, dünya düzeninde bizlere oyalanmamız için verilen bir alan olduğu açıktır. Bizler tam da buna itiraz etmekteyiz. Yeryüzünün yeniden imar edilmesi, tartışmaya yer vermeyecek bir şekilde adil bir düzenin kurulması düşüncesi temel mottomuzdur. Her ne kadar ulus-devletlerin sonunun geldiği düşüncesi yaygın bir şekilde propaganda malzemesi olarak kullanılsa da yeni dünya düzeninde sınırların ortadan kalktığı, ulusların yok olduğu ve tek tip köle bireyin yaratılmaya çalışıldığı bir dönemde sınırları daha geniş bir alana yayılan, daha eşitlikçi, adil ve insani olanın öncelendiği bir ulus fikrine ihtiyaç duyulduğu çok açıktır. Yani, Kızıl Elma bizler için, Yaradanımızın sevgi merkezli öğretisini, ilahi rızayı da göz önünde bulundurarak dünyaya hâkim kılmak ve bu güçte bir medeniyet yaratmaktır, işte bizim için Kızıl Elma’nın anlamı tam da budur.

Tabii bu medeniyet tek başına sadece ulus düşüncesinden oluşmamaktadır; bunun içinde yeni bir siyasal organizasyon, ekonomi modeli, aile yapısı ve bir kültürel yaratım projesi olduğu unutulmamalıdır. Yeni dünya düzeninde zamanımız dar, işimiz çok, ancak başaracağımıza dair inancımız da bir o kadar güçlüdür.

[1] Bkz. J. M. Blaut, Sömürgeciliğin Dünya Modeli: Coğrafi Yayılmacılık ve Avrupa-merkezci Tarih, Çev. Serbun Behçet, Dergah Yayınları, İstanbul, 2012.

[2] Köksal Alver, “Anadoluculuk ve Hilmi Ziya Ülken”, Afyon Kocatepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, c.3, sayı:1, Haziran, 2001, s.133-138.

Doç. Dr. İbrahim YÜCEDAĞ - DT-SAM BAŞKAN YARDIMCISI

Doç.Dr. İbrahim Yücedağ kimdir:

 


 

2007 yılında İnönü Üniversitesi Sosyoloji Bölümünden mezun olmuştur. Yüksek lisansını İnönü Üniversitesi Sosyoloji Anabilim Dalında, doktora eğitimi de İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Anabilim Dalında tamamlamıştır. 2009 yılında Mardin Artuklu Üniversitesi Sosyoloji bölümüne araştırma görevlisi olarak atandı. 2012-2013 yılları arasında University of South Florida’da misafir öğretim üyesi olarak bulundu. Halen Mardin Artuklu Üniversitesi Sosyoloji bölümünde Doç. Dr. olarak görev yapmaktadır. Sosyolojinin çeşitli alanlarında yayınlanmış çok sayıda makale ve kitabı bulunmaktadır.
 

 

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.