EFSANE BAŞKAN GERİ DÖNÜYOR ( 1. Bölüm)

ÖZEL HABER 02.09.2023 - 13:04, Güncelleme: 02.09.2023 - 13:04 19486+ kez okundu.
 

EFSANE BAŞKAN GERİ DÖNÜYOR ( 1. Bölüm)

Hüseyin Ünal! 1988-1991 yılları arasında SHP Beykoz İlçe Başkanlığı görevinde bulundu. Görevde bulunduğu dönemde ve halen ‘’Efsane Başkan’’ olarak anılıyor. Önümüzde ki Belediye Başkanlığı seçimlerinde Beykoz Belediye Başkanlığına Cumhuriyet Halk Partisinden aday olacağı duyumunu aldık ve kendisiyle bir röportaj yaptık.

  -Hüseyin Bey Sizi tanıyabilir miyiz? - Hüseyin Ünal. 1955 Beykoz-Paşabahçe doğumluyum. 1988-1991 yılları arasında SHP Beykoz İlçe Başkanlığı görevinde bulundum. Halen aralıksız Dünya, bölgemiz ve Türkiye’de ki siyasal gelişmeleri takip eden, çözüm önerileri üreten, ülkemizle ilgili sorunların tahlil edilmesinde sorumluluk üstlenmiş olan bir yapının, bir organizasyonun unsurlarındanım. Halen kendi muhasebe büromda serbest olarak faaliyetlerimi sürdürmekteyim. Bana en çok yöneltilen sorulardan bir tanesi de; ‘’ne oldu da Beykoz Belediye Başkan adaylığında adınız geçmekte’’ olmuştur. Bu sorunun yanıtı olarak öncelikle şunu belirtmeliyim: Bu gün başarı için gerekli en önemli koşullardan bir tanesi ; örgütte bütünlüğün sağlanması ve gücün, bütünlük sağlanmasına paralel olarak sahaya tam olarak yansıması gerçeğiyse eğer; 1989 yerel seçimlerinde bunu çalışma arkadaşlarıyla birlikte ve örgütüm tam desteğiyle başarı ile gerçekleştirmiş ve bu gün halen tırnak içinde söylüyorum ‘’Efsane Başkan’’ olarak adlandırılmam partili-partisiz insanlarımızdan gelen yoğun istek üzerine beni kaçınılmaz olarak tekrar harekete geçirmiştir… Nedeniyse: Görevde olduğum dönemde ki Anavatan Partisinin bu gün Ak Parti politikalarına benzer ve Türkiye’nin geleceği ile ilgili olumsuzlukların mesajlarını veren yönetim anlayışına benzer bir anlayışın sergileniyor olmasıdır. Bu durum, beni bir kez daha bu konuda çağrı üzerine bu görevi üstlenme sorumluluğuna yöneltmiştir. Nasıl ki o günlerde Anavatan Partisinin adaylarına karşı SHP içerisinde adı geçen ve kamuoyunun yakından tanıdığı, güvendiği, takdir ettiği isimler olmasına rağmen seçilme şansı yok denilerek aday olunmadığından çıkarılmadıysa; bu günkü  koşullar esasen demokratik caydırıcılığın gerçekleştirilmesinde önemli bir yeri olan ana muhalefet partisinin adaylarının, seçimlerden beklenen sonuçları alamaması konuşmamın başında da belirttiğim gibi örgüt içinde ki bütünselliğin sağlanamaması sebebiyle maalesef olumlu yönde bizi memnun edecek şekilde sonuçlanamamıştır. İşte tam bu noktada kendimi geçmişte arkadaşlarımızla birlikte ortaya koyduğumuz, bütünleşme başarısını gerçekleştirebilecek olgunluğu, birikimi taşıdığımızı düşündüğümüzden bunu tarihsel olarak da bir görev hatta ileri düzeyde bir sorumluluk olarak algılıyoruz. Kuşkusuz içinde bulunulan koşullar, bu günkü koşullarda daha önce olduğu gibi bu önemli demokrasi mevziinin behemehal, ivedilikle, aciliyet olarak ele olunmasını gerektirmekte. Bunun pek çok nedeni var. Düne göre bu gün daha çok nedenler gelişti. Birincisi Cumhuriyetimizin giderek artan boyutlarda tehdit ediliyor olması, bu tehditlere karşı , buna biz karşı devrim girişimi de diyebiliriz. Esasen, bu emperyal projeyi püskürtmek , en azından demokratik mekanizmaların işletilerek geriletilmesi bu ve benzeri kurumların, mevzilerin elde edilmesine bağlı olduğunu düşünüyorum. Burada bir parantezi açmak ve esasen bu güne kadar ne yazık ki duymadığım, duymayı çokça arzuladığım stratejiyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Biz yerel yönetimlere uluslararası konferanslarda da kabul gördüğü üzere ‘’Demokrasinin Beşiği ‘’ saydığımız kurumlar olarak değerlendiririz. Biraz açarsak eğer geniş anlamda pek çok şey söylenebilecektir ama ben özellikle bu noktada bir hususun altını çizmek istiyorum. Bunu ben 1989’da yerel yönetimde iktidara gelen arkadaşlarıma önerdim, açıkladım, kürsülerde konuştum. Ama ne yazık ki hiçbir yerde uygulandığına tanık olamadım. Buradan şunu kastediyorum. Çok fazla ayrıntıya girmeden söyleyeceğim, bir defa ülkemizde bilinçli olarak özellikle uluslararası güçlerin müdahalesiyle demokrasinin gereklerinin tanımlanmaması, algılanmaması, uygulanmaması yönünde sistematik bir çalışma öteden beri yürütülmekte. Bunun acı meyveleri günümüzde daha çok kendisini hissettirmekte. Halkın, seçmenin, siyaseten irade koyacak olan seçmenin seçme hakkının kullanılmasında ki gücünü bir takım hakların elde edilmesi ya da olumsuzlukların giderilmesi yönünde kullandırılmadığını görüyoruz. Bu o kadar kanıksanmış ki, ‘’öğrenilmiş çaresizlik’’ olarak tanımlanıyor ve insanlar başlarına ne gelirse gelsin ona karşı yapabilecekleri herhangi bir şeyin olmadığı kanaatini oluşturuyorlar. Bu yönde kendilerine çözüm önerileri sunan, önderlik etmek üzere harekete geçecek olan olumlu değerlerin varlığını da bir şey yapılamaz önyargısı(kırılamaz önyargısı) nedeniyle her türlü olumsuzluğa boyun eğen, kabul eden insanlar konumuna geliyorlar. Eğer Beykoz Belediye Başkanlığı seçiminde partim CHP, ben ve arkadaşlarıma ‘’Belediye Başkan Adaylığı’’ imkanını verirse; partimin Belediye Başkan adayı olur ve seçimlerden başarı ile çıkmamız halinde: Parti Programımızla uyumlu ve mahallelerden başlayarak, insanların genel anlamda sorunlarını biliyor olmakla birlikte toplumcu bir bakış açısıyla geneli ilgilendiren sorunların çözümünde onlara örgütlenmeyi öğreteceğiz. Bu örgütlenme demokratik kitle örgütleri vasıtasıyla olacak ağırlıklı olarak. Bizimle yapılan toplantılarda ya demokratik kitle örgütlerinin temsilcileriyle, bu da sonuç vermiyorsa aktivistlerin devreye girmesiyle Belediye Başkanlığının kapısına dayanarak(buna biz protesto girişimi diyebiliriz) haklarını isteyecekler ve bu hakları alacaklar! Aldıktan sonra da demokrasilerde (gerçekten demokrasinin uygulandığı ülkelerde olduğu gibi) seslerini etkin yollarla duyurduklarında , haklarını meşru yollarla talep ettiklerinde alabileceklerini görecekler! Ve ondan sonra ülkemizde özlemini duyduğumuz; konuşan ve haklarını aramak için harekete geçen, yürüyen, muhataplara hesap soran bir kültürü geliştirmiş olacağız. -Yönetilen değil Yöneten Türkiye diyebilir miyiz? - Bu duymak istediğim güzel bir soru. Bunu, belediye başkanı arkadaşlarıma toplantılarda önerdim. Anlamak istemediler. Neden biliyor musunuz? Çünkü siyaset sınıf değiştirme aracı olarak görülüyor. Toplumun her kesimiyle barışık ve yoldaş olacaksınız. Yönetici herkesi kucaklar. Özellikle yerel yöneticiler Belediye Başkanları başta olmak üzere onların gereğinden fazla dinlenmeye, şahsi konforlarına ilişkin bir yaşam biçimini elde etmek üzere hareket etmeye, hatta bu nedenle yüksünmeye hakları yoktur. Beni tanıyanlar bilirler örgüt toplantılarında ilçe başkanıyken onların değişik sorunlarını çözmek için görev bilinciyle gayret gösterirdim. Bu gün bile halen öyleyim, bana gelen hiçbir insana kapımı kapatmamışımdır, onu anlamaya çalışmışımdır, gücüm neye yetiyorsa o katkıyı vermeye çalışmışımdır. Bazı görevleri üstlenmiş olan insanların, günümüz koşulları itibariyle de farklı ve çok zor koşulları yaşamakta olan yığınların tutunacakları bir dal, sığınacakları bir liman olma misyonunu taşımaları bir zorunluluktur. Arkadaşlarıma kürsülerden şunu söylemişimdir. Bir sorununuz olduğunda benim evim burada. Zile basacaksınız, duyuramazsanız cama bir taş atacaksınız, örneğin gece 03.00. Derin uyku saati. Yine mi duymadım daha büyük bir taş alıp küçük bir camı kıracaksınız demişimdir. Ve bunun sayısız örnekleri yaşama geçmiştir. Bu nedenle bu anlayışı yerel yönetimde uygulamak,  Beykoz’dan hareketle İstanbul’da ve bütün Türkiye’de konuşulan, takip edilmesi gereken örnek bir yerel yönetim anlayışını yaşama geçirmek istiyoruz. İnsanımızın günümüz koşullarına göre daha çok sahiplenilmeye-kucaklanmaya ihtiyacı var. Ayrıca Beykozlunun sorunlarını saymakla bitiremeyiz. Tıpkı yasal düzenlemelerde olduğu gibi, toplumsal gelişimin gerisinde kalıyor hizmetler. Böyle olunca daha önce verilen hizmetlerin yetersizliği kendini gösteriyor. Bana göre bu gün yerel yönetimlerin yerine getirmeye çaba gösterdikleri pek çok hizmetin kalitesi çok düşük. Bu düşük  kaliteli hizmet esasen üretim maliyeti olarak yüksek. Örnek: Bir yere asfalt dökülüyor değil mi? Bir ay sonra çöküyor asfalt. Bir ay sonra tekrar dökmek zorunda kalınıyor. Bir başka örnek taş döşeniyor değil mi? Alt yapısı yeterince mühendislik bilgisi içermeyen söz gelimi denilecek bir çalışmayla gerçekleştiğinde hem maliyeti itibarı ile yüksek oluyor (kullanılan malzemenin kalitesi nedeniyle) hem de iktisadi ömrünün kısa olması nedeniyle çok daha pahalıya maloluyor. Biz yapılmış olan ve yapılacak bütün projelerin bu anlamda üretim maliyetlerinin ve kullanım sürelerinin göz önünde bulundurularak değerlendirilip yeni yatırımların buna göre yapılması; eski yatırımların da bu nedenle rehabilite edilmesini gündeme getireceğiz. Bu da ülkemizde pek yaşanan bir durum değil. Avrupa’da yaşadığım süre içerisinde örnek alınması gerektiğine inandığım yerel yönetim hizmetlerinin gerçekleştirilmesini yakından takip ettim, öğrendim. Bu konuda ne mutlu ki deneyimli arkadaşlarımla birlikte olacağız. Onların birikimlerinden, akademik ve pratik bilgilerinden de yararlanarak bölgemizde yaşayanlarımıza öngörülenden çok daha başarılı-yararlı hizmetler vermemiz sağlanacaktır. Bu günkü röportajımızda soruların önden hazırlanmasını bilerek istemedik. Çünkü ben konuşmanın başında da belirttiğim gibi Beykoz’da doğan, büyüyen, Beykoz’un sorunlarını yaşayan ve yaşanılanları takip eden, genel olarak bu konuları bilen birisi olarak görüyorum kendimi. Bu konuda çözüm önerilerini pek çok platformda yapılan tartışmalar sırasında duymuş olduğumu belirtmeliyim. Bunları sıralamaya kalkarsak pek çok konu kuşkusuz gündeme gelecektir. Örneğin öteden beri ihtiyaç duyduğu gelir kaynaklarının oluşturulması konusunda ne yapılması gerektiği sorusunun cevabı çokça aranmış, düşünülmüştür. Ulaşımda deniz yolunun etkin olarak kullanılmasının önemi konuşulmuştur. İmar sorunu birinci sorun olarak Beykoz’da konuşulmuştur. Sanayi kuruluşlarının bir bir kapanmış olması konuşulmuştur. Buna bağlı olarak Beykoz’da varsılların oradaki önden gelen yerleşikleşmiş dinamikleri bölgemizden uzaklaştırmak, adeta kovmak için hangi planları tertiplediklerini öngörebiliyorum. Köylerde hayvancılığın, tarımın hangi sebeplerle geri bırakıldığını bilmekteyiz. Ayrıca yine Beykoz’da özellikle kamuya ait, herkesin hakkı olan arazilerin nasıl peşkeş çekildiğini, kişiye göre imar planlarının nasıl tadil edilerek uygulandığını , sit alanlarından kimlerin hangi yollardan  giderek haksız kazanç sağladığını bilmekteyiz. Ben röportajın bu aşamasında bunlardan çok, benim arkadaşlarımla birlikte yerel yöneticilik bakışımız üzerinde durmayı uygun görüyorum. Biz önce insan diyorsak, onların farklı sorunlarını bilmek, yaşam standartlarını yükseltmek zorunluluğumuz var. Yerel yöneticilerin en çok üzerinde durmaları gereken husus budur bence. Yerel yönetici bireyin doğumundan ölümüne kadar her sürecini takip etmek zorunda olan, her süreçte karşılaştığı güçlüklerin nedenlerini araştıran, çözüm bulan ve bulmak zorunda olan bir bireydir. Siz eğer makam odanıza çekilip, evrakı müspiteler arasına sıkışıp, güvenilir insanları görevlendirmeyerek, takım arkadaşı çalışması anlayışını benimsemeyerek- insana güvenmeyerek her işi ben yapmalıyım anlayışıyla hareket edip gününüzü imza atmakla geçirirseniz yani sahaya inmezseniz; yani laboratuvara girmezseniz insanların derdini de bilmezsiniz insanların derdine çözüm de üretemezsiniz. Ancak birilerinin önerileri, tavsiyeleriyle hareket edersiniz, bu da sizi mutsuz eder. Biz böyle bir belediyecilik yapmayacağız. Biz profesyonel bir anlayışla, işin ehillerine yönetim kısmını verdikten sonra , ben başta olmak üzere çalışma arkadaşlarım siyasi irademizin gereğini yerine getirmek üzere sokağa çıkıp insana dokunup; insanların bizi bizim de onları tanımamıza olanak sağlayacak hareketlilik ve çalışma anlayışı içinde olacağız. Bu çok ama çok önemli bir husus. Bunu şöyle açıklayabiliriz. Eğer bu gün ülkemizde sosyal bilimciler, siyasal bilimciler ne olup bittiğini yeteri kadar anlayamayıp sorunlara teşhis koyamıyorlarsa sebebi budur! Kartvizitleri istedikleri kadar kabarık ünvanlarla dolu olmuş olsun. Eğer bu insanlar bunu yapmıyorlarsa bu konuda ürettikleri projenin ayakları yere basamıyor. Basamadığını da görüyoruz. ‘’Kimse, deniz üstündeki dalga hareketlerine bakarak deniz altındaki istavrit hareketleri hakkında ahkam kesmesin’’ Deniz altındaki istavrit hareketlerini takip etmek istiyorsanız dalgıç elbisenizi giyip denize dalacaksınız. Bunun manası şu. Belediye başkanı sokağa çıkar. Belediye Başkanı mahalleye gider, mahallenin ortasına masayı kurar ve orada halk günü yapar. Kapalı salonlarda değil! Kapalı salonlara insanları davet ederek değil, kendisi mahalleye giderek yapar bunu. Simetrik olur. Makam arabalarına binip, korumalar eşliğinde insanlara tepeden bakarak dolaşmaz.(Devam edecek)
Hüseyin Ünal! 1988-1991 yılları arasında SHP Beykoz İlçe Başkanlığı görevinde bulundu. Görevde bulunduğu dönemde ve halen ‘’Efsane Başkan’’ olarak anılıyor. Önümüzde ki Belediye Başkanlığı seçimlerinde Beykoz Belediye Başkanlığına Cumhuriyet Halk Partisinden aday olacağı duyumunu aldık ve kendisiyle bir röportaj yaptık.


 


-Hüseyin Bey Sizi tanıyabilir miyiz?

- Hüseyin Ünal.

1955 Beykoz-Paşabahçe doğumluyum. 1988-1991 yılları arasında SHP Beykoz İlçe Başkanlığı görevinde bulundum. Halen aralıksız Dünya, bölgemiz ve Türkiye’de ki siyasal gelişmeleri takip eden, çözüm önerileri üreten, ülkemizle ilgili sorunların tahlil edilmesinde sorumluluk üstlenmiş olan bir yapının, bir organizasyonun unsurlarındanım. Halen kendi muhasebe büromda serbest olarak faaliyetlerimi sürdürmekteyim.

Bana en çok yöneltilen sorulardan bir tanesi de; ‘’ne oldu da Beykoz Belediye Başkan adaylığında adınız geçmekte’’ olmuştur.

Bu sorunun yanıtı olarak öncelikle şunu belirtmeliyim: Bu gün başarı için gerekli en önemli koşullardan bir tanesi ; örgütte bütünlüğün sağlanması ve gücün, bütünlük sağlanmasına paralel olarak sahaya tam olarak yansıması gerçeğiyse eğer; 1989 yerel seçimlerinde bunu çalışma arkadaşlarıyla birlikte ve örgütüm tam desteğiyle başarı ile gerçekleştirmiş ve bu gün halen tırnak içinde söylüyorum ‘’Efsane Başkan’’ olarak adlandırılmam partili-partisiz insanlarımızdan gelen yoğun istek üzerine beni kaçınılmaz olarak tekrar harekete geçirmiştir…

Nedeniyse: Görevde olduğum dönemde ki Anavatan Partisinin bu gün Ak Parti politikalarına benzer ve Türkiye’nin geleceği ile ilgili olumsuzlukların mesajlarını veren yönetim anlayışına benzer bir anlayışın sergileniyor olmasıdır. Bu durum, beni bir kez daha bu konuda çağrı üzerine bu görevi üstlenme sorumluluğuna yöneltmiştir.

Nasıl ki o günlerde Anavatan Partisinin adaylarına karşı SHP içerisinde adı geçen ve kamuoyunun yakından tanıdığı, güvendiği, takdir ettiği isimler olmasına rağmen seçilme şansı yok denilerek aday olunmadığından çıkarılmadıysa; bu günkü  koşullar esasen demokratik caydırıcılığın gerçekleştirilmesinde önemli bir yeri olan ana muhalefet partisinin adaylarının, seçimlerden beklenen sonuçları alamaması konuşmamın başında da belirttiğim gibi örgüt içinde ki bütünselliğin sağlanamaması sebebiyle maalesef olumlu yönde bizi memnun edecek şekilde sonuçlanamamıştır.

İşte tam bu noktada kendimi geçmişte arkadaşlarımızla birlikte ortaya koyduğumuz, bütünleşme başarısını gerçekleştirebilecek olgunluğu, birikimi taşıdığımızı düşündüğümüzden bunu tarihsel olarak da bir görev hatta ileri düzeyde bir sorumluluk olarak algılıyoruz.

Kuşkusuz içinde bulunulan koşullar, bu günkü koşullarda daha önce olduğu gibi bu önemli demokrasi mevziinin behemehal, ivedilikle, aciliyet olarak ele olunmasını gerektirmekte. Bunun pek çok nedeni var. Düne göre bu gün daha çok nedenler gelişti. Birincisi Cumhuriyetimizin giderek artan boyutlarda tehdit ediliyor olması, bu tehditlere karşı , buna biz karşı devrim girişimi de diyebiliriz. Esasen, bu emperyal projeyi püskürtmek , en azından demokratik mekanizmaların işletilerek geriletilmesi bu ve benzeri kurumların, mevzilerin elde edilmesine bağlı olduğunu düşünüyorum.

Burada bir parantezi açmak ve esasen bu güne kadar ne yazık ki duymadığım, duymayı çokça arzuladığım stratejiyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Biz yerel yönetimlere uluslararası konferanslarda da kabul gördüğü üzere ‘’Demokrasinin Beşiği ‘’ saydığımız kurumlar olarak değerlendiririz.

Biraz açarsak eğer geniş anlamda pek çok şey söylenebilecektir ama ben özellikle bu noktada bir hususun altını çizmek istiyorum. Bunu ben 1989’da yerel yönetimde iktidara gelen arkadaşlarıma önerdim, açıkladım, kürsülerde konuştum. Ama ne yazık ki hiçbir yerde uygulandığına tanık olamadım.

Buradan şunu kastediyorum. Çok fazla ayrıntıya girmeden söyleyeceğim, bir defa ülkemizde bilinçli olarak özellikle uluslararası güçlerin müdahalesiyle demokrasinin gereklerinin tanımlanmaması, algılanmaması, uygulanmaması yönünde sistematik bir çalışma öteden beri yürütülmekte. Bunun acı meyveleri günümüzde daha çok kendisini hissettirmekte. Halkın, seçmenin, siyaseten irade koyacak olan seçmenin seçme hakkının kullanılmasında ki gücünü bir takım hakların elde edilmesi ya da olumsuzlukların giderilmesi yönünde kullandırılmadığını görüyoruz. Bu o kadar kanıksanmış ki, ‘’öğrenilmiş çaresizlik’’ olarak tanımlanıyor ve insanlar başlarına ne gelirse gelsin ona karşı yapabilecekleri herhangi bir şeyin olmadığı kanaatini oluşturuyorlar. Bu yönde kendilerine çözüm önerileri sunan, önderlik etmek üzere harekete geçecek olan olumlu değerlerin varlığını da bir şey yapılamaz önyargısı(kırılamaz önyargısı) nedeniyle her türlü olumsuzluğa boyun eğen, kabul eden insanlar konumuna geliyorlar.

Eğer Beykoz Belediye Başkanlığı seçiminde partim CHP, ben ve arkadaşlarıma ‘’Belediye Başkan Adaylığı’’ imkanını verirse; partimin Belediye Başkan adayı olur ve seçimlerden başarı ile çıkmamız halinde: Parti Programımızla uyumlu ve mahallelerden başlayarak, insanların genel anlamda sorunlarını biliyor olmakla birlikte toplumcu bir bakış açısıyla geneli ilgilendiren sorunların çözümünde onlara örgütlenmeyi öğreteceğiz.

Bu örgütlenme demokratik kitle örgütleri vasıtasıyla olacak ağırlıklı olarak.

Bizimle yapılan toplantılarda ya demokratik kitle örgütlerinin temsilcileriyle, bu da sonuç vermiyorsa aktivistlerin devreye girmesiyle Belediye Başkanlığının kapısına dayanarak(buna biz protesto girişimi diyebiliriz) haklarını isteyecekler ve bu hakları alacaklar! Aldıktan sonra da demokrasilerde (gerçekten demokrasinin uygulandığı ülkelerde olduğu gibi) seslerini etkin yollarla duyurduklarında , haklarını meşru yollarla talep ettiklerinde alabileceklerini görecekler!

Ve ondan sonra ülkemizde özlemini duyduğumuz; konuşan ve haklarını aramak için harekete geçen, yürüyen, muhataplara hesap soran bir kültürü geliştirmiş olacağız.


-Yönetilen değil Yöneten Türkiye diyebilir miyiz?

- Bu duymak istediğim güzel bir soru. Bunu, belediye başkanı arkadaşlarıma toplantılarda önerdim. Anlamak istemediler. Neden biliyor musunuz? Çünkü siyaset sınıf değiştirme aracı olarak görülüyor. Toplumun her kesimiyle barışık ve yoldaş olacaksınız. Yönetici herkesi kucaklar. Özellikle yerel yöneticiler Belediye Başkanları başta olmak üzere onların gereğinden fazla dinlenmeye, şahsi konforlarına ilişkin bir yaşam biçimini elde etmek üzere hareket etmeye, hatta bu nedenle yüksünmeye hakları yoktur. Beni tanıyanlar bilirler örgüt toplantılarında ilçe başkanıyken onların değişik sorunlarını çözmek için görev bilinciyle gayret gösterirdim. Bu gün bile halen öyleyim, bana gelen hiçbir insana kapımı kapatmamışımdır, onu anlamaya çalışmışımdır, gücüm neye yetiyorsa o katkıyı vermeye çalışmışımdır. Bazı görevleri üstlenmiş olan insanların, günümüz koşulları itibariyle de farklı ve çok zor koşulları yaşamakta olan yığınların tutunacakları bir dal, sığınacakları bir liman olma misyonunu taşımaları bir zorunluluktur.

Arkadaşlarıma kürsülerden şunu söylemişimdir. Bir sorununuz olduğunda benim evim burada. Zile basacaksınız, duyuramazsanız cama bir taş atacaksınız, örneğin gece 03.00. Derin uyku saati. Yine mi duymadım daha büyük bir taş alıp küçük bir camı kıracaksınız demişimdir. Ve bunun sayısız örnekleri yaşama geçmiştir. Bu nedenle bu anlayışı yerel yönetimde uygulamak,  Beykoz’dan hareketle İstanbul’da ve bütün Türkiye’de konuşulan, takip edilmesi gereken örnek bir yerel yönetim anlayışını yaşama geçirmek istiyoruz.

İnsanımızın günümüz koşullarına göre daha çok sahiplenilmeye-kucaklanmaya ihtiyacı var. Ayrıca Beykozlunun sorunlarını saymakla bitiremeyiz. Tıpkı yasal düzenlemelerde olduğu gibi, toplumsal gelişimin gerisinde kalıyor hizmetler. Böyle olunca daha önce verilen hizmetlerin yetersizliği kendini gösteriyor. Bana göre bu gün yerel yönetimlerin yerine getirmeye çaba gösterdikleri pek çok hizmetin kalitesi çok düşük. Bu düşük  kaliteli hizmet esasen üretim maliyeti olarak yüksek. Örnek: Bir yere asfalt dökülüyor değil mi? Bir ay sonra çöküyor asfalt. Bir ay sonra tekrar dökmek zorunda kalınıyor. Bir başka örnek taş döşeniyor değil mi? Alt yapısı yeterince mühendislik bilgisi içermeyen söz gelimi denilecek bir çalışmayla gerçekleştiğinde hem maliyeti itibarı ile yüksek oluyor (kullanılan malzemenin kalitesi nedeniyle) hem de iktisadi ömrünün kısa olması nedeniyle çok daha pahalıya maloluyor.

Biz yapılmış olan ve yapılacak bütün projelerin bu anlamda üretim maliyetlerinin ve kullanım sürelerinin göz önünde bulundurularak değerlendirilip yeni yatırımların buna göre yapılması; eski yatırımların da bu nedenle rehabilite edilmesini gündeme getireceğiz. Bu da ülkemizde pek yaşanan bir durum değil. Avrupa’da yaşadığım süre içerisinde örnek alınması gerektiğine inandığım yerel yönetim hizmetlerinin gerçekleştirilmesini yakından takip ettim, öğrendim. Bu konuda ne mutlu ki deneyimli arkadaşlarımla birlikte olacağız. Onların birikimlerinden, akademik ve pratik bilgilerinden de yararlanarak bölgemizde yaşayanlarımıza öngörülenden çok daha başarılı-yararlı hizmetler vermemiz sağlanacaktır.

Bu günkü röportajımızda soruların önden hazırlanmasını bilerek istemedik. Çünkü ben konuşmanın başında da belirttiğim gibi Beykoz’da doğan, büyüyen, Beykoz’un sorunlarını yaşayan ve yaşanılanları takip eden, genel olarak bu konuları bilen birisi olarak görüyorum kendimi. Bu konuda çözüm önerilerini pek çok platformda yapılan tartışmalar sırasında duymuş olduğumu belirtmeliyim. Bunları sıralamaya kalkarsak pek çok konu kuşkusuz gündeme gelecektir.

Örneğin öteden beri ihtiyaç duyduğu gelir kaynaklarının oluşturulması konusunda ne yapılması gerektiği sorusunun cevabı çokça aranmış, düşünülmüştür. Ulaşımda deniz yolunun etkin olarak kullanılmasının önemi konuşulmuştur. İmar sorunu birinci sorun olarak Beykoz’da konuşulmuştur.

Sanayi kuruluşlarının bir bir kapanmış olması konuşulmuştur. Buna bağlı olarak Beykoz’da varsılların oradaki önden gelen yerleşikleşmiş dinamikleri bölgemizden uzaklaştırmak, adeta kovmak için hangi planları tertiplediklerini öngörebiliyorum. Köylerde hayvancılığın, tarımın hangi sebeplerle geri bırakıldığını bilmekteyiz.

Ayrıca yine Beykoz’da özellikle kamuya ait, herkesin hakkı olan arazilerin nasıl peşkeş çekildiğini, kişiye göre imar planlarının nasıl tadil edilerek uygulandığını , sit alanlarından kimlerin hangi yollardan  giderek haksız kazanç sağladığını bilmekteyiz. Ben röportajın bu aşamasında bunlardan çok, benim arkadaşlarımla birlikte yerel yöneticilik bakışımız üzerinde durmayı uygun görüyorum.

Biz önce insan diyorsak, onların farklı sorunlarını bilmek, yaşam standartlarını yükseltmek zorunluluğumuz var. Yerel yöneticilerin en çok üzerinde durmaları gereken husus budur bence. Yerel yönetici bireyin doğumundan ölümüne kadar her sürecini takip etmek zorunda olan, her süreçte karşılaştığı güçlüklerin nedenlerini araştıran, çözüm bulan ve bulmak zorunda olan bir bireydir.

Siz eğer makam odanıza çekilip, evrakı müspiteler arasına sıkışıp, güvenilir insanları görevlendirmeyerek, takım arkadaşı çalışması anlayışını benimsemeyerek- insana güvenmeyerek her işi ben yapmalıyım anlayışıyla hareket edip gününüzü imza atmakla geçirirseniz yani sahaya inmezseniz; yani laboratuvara girmezseniz insanların derdini de bilmezsiniz insanların derdine çözüm de üretemezsiniz. Ancak birilerinin önerileri, tavsiyeleriyle hareket edersiniz, bu da sizi mutsuz eder.

Biz böyle bir belediyecilik yapmayacağız. Biz profesyonel bir anlayışla, işin ehillerine yönetim kısmını verdikten sonra , ben başta olmak üzere çalışma arkadaşlarım siyasi irademizin gereğini yerine getirmek üzere sokağa çıkıp insana dokunup; insanların bizi bizim de onları tanımamıza olanak sağlayacak hareketlilik ve çalışma anlayışı içinde olacağız.

Bu çok ama çok önemli bir husus. Bunu şöyle açıklayabiliriz. Eğer bu gün ülkemizde sosyal bilimciler, siyasal bilimciler ne olup bittiğini yeteri kadar anlayamayıp sorunlara teşhis koyamıyorlarsa sebebi budur! Kartvizitleri istedikleri kadar kabarık ünvanlarla dolu olmuş olsun. Eğer bu insanlar bunu yapmıyorlarsa bu konuda ürettikleri projenin ayakları yere basamıyor. Basamadığını da görüyoruz.

‘’Kimse, deniz üstündeki dalga hareketlerine bakarak deniz altındaki istavrit hareketleri hakkında ahkam kesmesin’’ Deniz altındaki istavrit hareketlerini takip etmek istiyorsanız dalgıç elbisenizi giyip denize dalacaksınız. Bunun manası şu. Belediye başkanı sokağa çıkar. Belediye Başkanı mahalleye gider, mahallenin ortasına masayı kurar ve orada halk günü yapar. Kapalı salonlarda değil! Kapalı salonlara insanları davet ederek değil, kendisi mahalleye giderek yapar bunu. Simetrik olur. Makam arabalarına binip, korumalar eşliğinde insanlara tepeden bakarak dolaşmaz.(Devam edecek)

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.