Gün geçmiyor ki geçmiş yaşamımıza ait bütünün parçalarından birinin daha kaybolduğunu görüyoruz. Kaybolmak derken, bu çok tuhaf bir duygu. Bunu açıklamak istiyorum. Yıllarca tanıdığınız, ama hiç görmeseniz de bir yerlerde yaşadığını bildiğiniz bir sanatçının ya da ünlü bir kişinin vefat haberini aldığınızda bir eksiklik duygusu hissediyorsunuz. Hiç tanışmadığınız, ama yaşam serüveninizde şarkılarıyla, filmleriyle belki de bir repliğiyle size eşlik eden bu değeri kaybetmek çok acı veriyor. Ben bu duyguyu ilk olarak Kemal Sunal’ı yitirdiğimizde yaşamıştım. Belki de yaşla ilgili bir duygu.Bu gün sabah sevgili Halit Kıvanç’ın vefat haberi ile başladım güne. İçim acıdı. Halit Kıvanç çocukluğumun olmazsa olmaz kahramanlarındandı. Gülen yüzü, akıcı konuşması ve babacan tavırlarıyla o kadar severdim ki. Gözümde hep siyah beyaz haliyle canlanır nedense. 23 Nisan Çocuk Şenliklerinin olmazsa olmaz sunucusuydu. Halen o şenliklerden sahneler sanki dün izlemişim gibi canlanır gözümde. En çok da Halit Kıvanç’ın o hep gülen yüzü!TRT’nin okul olduğu dönemler bizim çocukluk yıllarımıza denk geliyor. Ve bence bizler çok şanslı bir kuşaktık. Kulağımızda büyük ustaların doğru diksiyonu, tonlaması ve akıcı konuşmaları kaldı. Belki de bu nedenle uzun zamandır televizyon bile izleyemiyorum.Ve bu gün geçmişimden çok önemli bir parçayı daha üzülerek sonsuzluğa uğurladım. Evet boşlukları baki ama hayatıma bıraktığı izler hiç silinmeyecek. Benim kahramanlarımdı her biri. Kemal Sunal, Barış Manço, Adile Naşit, Neşet Ertaş, Tarık Akan, Yıldız Kenter, … Yaş aldıkça bu liste uzamaya devam ediyor ne yazık ki. Ve yanlarına bu gün sevgili Halit Kıvanç’ı uğurladık.Işıklar içinde uyuyun her biriniz. Yıldızlar yoldaşınız olsun. Bilin ki her birinizin kaybı çok acı olsa da nefes aldığımız her an bizimle yaşamaya devam ediyorsunuz. Bir dost sohbetinde ya da hayatımızın kötü bir anında sesinizle, sözünüzle, yüzünüzle bizimle hep yaşamaya devam ediyorsunuz. Bazen yüzümüzde bir tebessüm oluyorsunuz, bazen gözlerimizden yaş olup akıyorsunuz. Sözü daha fazla uzatmadan sevgili Erkan Oyal’ın sosyal medyasından Halit Kıvanç usta ile ilgili paylaştığı bir yazıyı sizlere aktarmak istiyorum. Büyük ustayı en güzel anlatacak isim sanırım ancak başka bir duayen olur:Uzun, Çok Uzun Bir Hikaye….
Diline kanarya suyu değmişti; “yedi aylıkken konuşmuşum” derdi.
“Hadi Anlat Bakalım” deyince;
“Konuşmazsan ne kasıntı adam derler, konuştuğun zaman da
adın gevezeye çıkar. Ben çok konuşurum ki, karşımdakine
malzeme olsun, işi kolaylaşsın.”
***
Bir gazetede çömez muhabiriyken Beyrut’a olay izlemeye
gitmiş. Otelin lobisinde yanına bir yaklaşmış, bozuk Türkçesiyle
el falına bakmış.
“Yüksek bir yere çıkıp topluluk önünde konuşacaksın,
herkes seni dinleyecek. Ondan önce bir seyahate yapacaksın.
Çok büyük bir adamla tanışıp, elini öpeceksin. Sonra hayatın değişecek. Meşhur olacaksın.”
Bir yıl sonra İtalya’da oynayan futbolcularımızla röportaj yapmaya
gitmiş ve ilk Türk gazeteci olarak röportaj yapıp, elini öpeceği o adam Papa'ymış.
***
Halit Kıvanç gazetede, mikrofon başında, stat yanında,
kamera karşısında, ekran ortasında, podyum kenarında, sahne üstünde, her mecrada, şovda, yarışmada, törende, gecesinde, gündüzünde kırk yıl toplum karşısındaydı. Orhan Boran ve Cenk Koray’la beraber sunuculuk mesleğini inşa etti, hakkıyla bu işin üstesinden geldi. Ağzından çıkan her söz renklendi, allanıp pullandı, dinleyiciye, seyirciye dinlemek, izlemek düştü.
Sonra oturdu spora, mizaha, televizyona dair yaşadıklarını
uzun uzun yazıya döktü.
Halit Kıvanç yarışma, eğlence programlarıyla, spor karşılaşmaları yanı sıra uzun yıllar 23 Nisan Çocuk Şenlikleri’nin adeta simgesi haline gelmişti. Bir ara şu espri ağızdan ağıza dolaşıyordu…
“Atatürk, Cumhuriyeti kurmuş ve 23 Nisan’ı
çocuklarla birlikte Halit Kıvanç’a armağan etmişti.”
***
Özel televizyon kanallarının sayısının hızla kabardığı günlerdi.
Türker İnanoğlu bir vakıf kurmuş; TÜRVAK.
Amacı, televizyonlara sunucu ve teknik eleman yetiştirmek.
Eğitmenler konularında deneyimli, işinin ehli kişiler.
Sevgili Necdet Akın projenin başında.
Bana da teklif geldi, başladık. Ders yılının sonuna ulaştık.
Sınav günü geldi. Dört hoca yan yana dizildik.
Halit Kıvanç, Şengül Kılıç, Ali Kırca ve ben.
Öğrenciler teker girip hünerlerini sergiliyor.
Başarı düzeyi beklentinin altında. Malzeme mükemmel değilse
üstünde ne kadar çalışılsa, sonuç istendiği gibi olmuyor!..
Bir ara Halit ağabey, “Sınav sırası şimdi bende” diyerek,
yerinden kalkıyor, ceketini çıkarıp karşımıza geçiyor.
Hep bir ağızdan “Olur mu Halit ağabey, sen duayensin, seni sınava çekmek kimin haddine, ayıp oluyor” desek de oturmakta ısrarcı!.. Sorular başlıyor. “Hayatta yapmak istediğiniz üç şeyi lütfen anlatın?”diyorum; “Uçak kullanmak, piyano çalmak, karikatür çizmek” diye başlıyor. Bazı sorulara ezilip bükülerek, “Onu bilmiyorum, orasını çalışmamıştım hocam” diyor. Gülüyoruz. Pek eğlenceli bir sınav oluyor.
Halit ağabeyin bulunduğu yerde, tebessüm hiç eksik olur mu?
***
TRT defterini kapatmış, İstanbul’a gelmiş, reklamcılığa geçmişiz.
Ajansımızın en değerli müşterisi Arçelik.
30. kuruluş yılı. Görkemli bir törenin projesi hazırlanıyor.
Sunucu tartışmasız Halit Kıvanç. Levent Kırca’yla Oya Başar
parodileriyle geceyi renklendirecek.
Sevgili Gültekin Çizgen’in hazırladığı şirketin otuz yılını
slaytlar eşliğinde anlatan multivizyon gösterisiyle
program başlıyor ve çok geçmeden slayt makineleri
garip sesler çıkarak duruyor. Voltaj yükselmiş.
Oysa voltajın hep düşük olduğu günler.
Önlemler düşük voltaja karşı alınmış. Voltajın yükseleceği
hiç kimsenin aklının ucuna dahi gelmemiş.
Neyse sorunun yarattığı tedirginlik ve şaşkınlığı ortadan silme görevi tabii Halit ağabeye düşüyor. Yeri geldi diyerek hemen
bir “elektrik fıkrası” patlatıyor.
“Köyün birinde bir muhtar varmış. Gün olmuş adamın münasebetsiz yerinde çıban çıkmış. Kasabada müdahale edilememiş, muhtarı alıp İstanbul’a getirmişler. Çıbanı elektrikle koterize ederken adamı bir gülme tutmuş, gülmekten katılıyor. Doktor “Acı veren bir işlem bu, sen nasıl böyle gülüyorsun” demiş.
Muhtar “Nasıl gülmem” demiş, “Ben yıllardır köyüme elektrik getirmek için çabalayıp durdum. Şimdi o yıllardır özlediğim, peşinden koştuğum elektrik geldi, benim şeyime girdi,
nasıl gülmem” demiş. Halit ağabeyin fıkrası ortalığı kırdı geçirdi.
Konuklar olayın gerginliğini unuttu ve program
parodilerle devam etti. Bu olay da hoş bir anı olarak kaldı. Halit ağabey sunuculuk becerisiyle gecenin tadını kaçıran olayın üstesinden gelmeyi başarmıştı.
***
“Neden ben değil de o. Sıra bende olmalıydı, o gitti” dedi.
Hepimiz irkildik. “Ne diyorsun sen Halit Ağbi o nasıl söz,
ölümde sıra mı olurmuş. Ömrün uzun olsun, çok yaşa” dedim.
15-20 yıl öncesi. Levent Camii'nde, bir arkadaşımızı uğurlamak için toplanmışız. Üzgünüz. Halit ağabey bu sözlerle
duygusunu, üzüntüsünü farklı şekilde anlatmıştı.
Bilirdik onun duygusallığını ama böyle yekten, pat diye söyleyince hepimiz başımızı öne eğmiştik…
Hayata can evinden bağlı birkaç insan tanıdım hayatta,
ama Halit ağabey kadar hayat bağı kuvvetli olanını görmedim.
Onun hayattan aldığı heves; sesinin tonundan,
bitmek bilmez heyecanından, duruşundan
nasıl da açıkça belli olurdu.
Biz samimi, içten birer dost, pek çok olayı paylaşmış
birer ekrandaş olarak, onu çok arayacağız ve bulamayınca
anılarımız sığınacağız.
Dileriz ki ruhun hep yücelerde olsun, adın yaşasın,
esprilerin hatırlansın, yazdıkları okunsun ki
telesafirler o güzel geçmiş günleri unutmasın.Erkan Oyal
Yazı ve fotoğraflar Erkan Oyal'ın sosyal medya hesabından alıntılanmıştır.
]]>