Yarın 21 Mart.
Dünya Şiir Günü.
Mesudiye'de durgun bir hava var.
Gökyüzü yıldız yorgan.
Ay, gezegenler ve yıldızlar.
Yıldızlar karanlıkta ışıldayan şairler gibiler.
Venüs bu gece biraz alıngan.
Göz kırpıyor sanki.
Bir yanıyor, bir sönüyor.
Ay ise parlak.
Ve kocaman.
Aya her baktığımda İspanyol şair Garcia Lorca'nın mısraları gelir aklıma.
"Ay kocaman at kara.
Torbamda zeytin kara.
Bilirim de yolları.
Varamam Kordoba'ya."
Bir toprak ağasının evladı olup, çiftciyi köylüyü düşünmek her insanın harcı olamazdı.
Onun oldu.
Lorca'nın yüreği ezilenler için attı.
Neruda'nın dediği gibi, o İspanya ozanlarının en sevileni, en arananı ve en ‘çocuk’ olanıydı.
Hep halkını düşündü.
Tek suçu buydu.
1936'da bir sabah vakti, henüz 36 yaşındayken Franco'nun faşistleri tarafından kurşuna dizildi.
İnfaz mangasına ateş emri verilirken, dilinden dökülenler şunlardı.
“Özgür olmayan insan nedir?
Söyle bana, Mariana.
Söyle seni nasıl sevebilirim
Özgür olmazsam.
Sana kalbimi nasıl açabilirim
Bu yürek benim değilse."
*. *. *
Gecenin bu saatinde, aya sesleniyor yüreğim.
Şairler neden öldürülür gülüm?
Neden süründürülür?
Nedendir bu zulüm?
Mısraların suçu nedir?
*. *. *
Almanya'da Hitler faşizmine ilk başkaldıranlardan biriydi Bertolt Brecht.
İyi şairdi.
Mısraları inanılmazdı.
"İyice görüyorum artık düzeni.
Orada, bir avuç insan oturuyor yukarıda,
Aşağıda da bir çok kişi.
Ve bağırıyor yukardakiler aşağıya:
"Çıkın buraya gelin ki,
hepimiz olalım yukarıda."
Ama iyice gözlediğinde görüyorsun,
Neyin saklı olduğunu
Yukardakilerle, aşağıdakiler arasında.
Bir yol gibi gözüküyor ilk bakışta.
Yol değil ama.
Bir tahta bu.
Ve şimdi görüyorsun açıkça;
Bu bir tahterevalli tahtası.
Bütün düzen bir tahterevalli aslında.
İki ucu birbirine bağımlı.
Yukardakiler durabiliyorlar orada,
Sırf ötekiler durduğundan aşağıda."
Ölüm emrini verdiler.
1933'ün şubatında canı kadar sevdiği ülkesini terketmek zorunda kaldı.
Şiirleri belleklere kazındı.
"Tankınız ne güçlü generalim,
Siler süpürür bir ormanı,
Yüz insanı ezer geçer.
Ama bir kusurcuğu var;
İster bir sürücü.
Bombardıman uçağınız ne güçlü generalim,
Fırtınadan tez gider, filden zorlu.
Ama bir kusurcuğu var;
Usta ister yapacak.
İnsan dediğin nice işler görür, generalim,
Bilir uçurmasını, öldürmesini, insan dediğin.
Ama bir kusurcuğu var;
Bilir düşünmesini de."
*. *. *
Dünya şairi Nazım Hikmet, Cumhuriyet kurulur kurulmaz zalimlerin hedefi oldu.
1923'ten 1938'e kadar çekmediği zulüm kalmadı.
Nezarethanelerde, işkencehanelerde, mahkemelerde süründürdüler.
Suçu şiir yazmaktı.
"Açlık ordusu yürüyor
yürüyor ekmeğe doymak için
ete doymak için
kitaba doymak için
hürriyete doymak için. "
Ekmeği, eti, kitabı ve hürriyeti yazdığı için 1938'de darbeci suçlamasıyla 25 yıl verdiler.
12 yıl hapis yattı.
Aftan çıktı.
Susmadı.
Yine hapise tıkmak istediler.
Yurtdışına kaçtı.
Memleketine hasret öldü.
"Memleketim, memleketim, memleketim,
ne kasketim kaldı senin ora işi
ne yollarını taşımış ayakkabım,
son mintanın da sırtımda paralandı çoktan,
Şile bezindendi.
Sen şimdi yalnız saçımın akında,
enfarktında yüreğimin,
alnımın çizgilerindesin memleketim,
memleketim,
memleketim.."
*. *. *
Bir damla suya okyanusu sığdıran sihirbazlar gibi, her mısrasına sonsuz anlamlar yükleyen bir yazardı Sabahattin Ali.
Sistemin karşısında, halkının yanındaydı.
İşsiz bıraktılar.
Hapse attılar.
"Burda çiçekler açmıyor
Kuşlar süzülüp uçmuyor
Yıldızlar ışık saçmıyor
Geçmiyor günler geçmiyor."
Yattı, çıktı.
Peşini bırakmadılar.
Yurtdışına kaçarken kafasını kırdılar.
“Namuslu olmak, ne zor şeymiş meğer?
Bir gün Almanların pabucunu yalayan,
Ertesi gün İngilizlere takla atan,
Daha ertesi gün de Amerika`ya kavuk sallayan
Soysuzlar gibi olmak istemedik.
Yalnız ve yalnız bir tek milletin önünde secdeye vardık.
O da kendi cefakeş milletimizdir."
*. *. *
Bir yürek işçisiydi Ahmed Arif.
Bir namus işçisi.
Namuslu ve yürekli olunca başına gelmedik kalmadı.
"Dört yanım puşt zulası..
Dost yüzlü,
Dost gülücüklü
Cıgaramdan yanar.
Alnım öperler,
Suskun, hayın, çıyansı.
Dört yanım puşt zulası,
Dönerim dönerim çıkmaz.
En leylim gecede ölesim tutmuş
Etme gel,
Ay karanlık."
Horladılar, dışladılar, hapse attılar.
"Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı, kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğruna ölümlere gidip geldiğim,
Zulamdaki mahzun resim,
Haberin var mi?
Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş,
Karanfil kokuyor cıgaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin."
*. *. *
Arjantin'in yüreğiydi Victor Jara.
Köylünün, işçinin sesi.
Emeğin nefesiydi.
Henüz 39 yaşındayken Pinochet'in faşist ordusu tarafından katledildi.
Şili Ulusal Stadyumunda beş bin tutsağın gözleri önünde ellerini kestiler önce.
Sonra kafasını dipçikle parçaladılar.
Ölürken bile şiirini okuyordu, Jara.
“Beş bin kişiyiz burada
Bu ufacık yerinde kentin.
Beş bin kişiyiz..
Kim bilir kaç kişiyiz daha kentlerde ve ülkede?
Burada yapayalnız on bin el, tohum eken
Ve fabrikaları çalıştıran.”
*. *. *
Daha niceleri.
Şiirleri uğruna zulme uğradı.
Oysa şiir hakikattır.
Şiir yaşamdır.
Şiir halktan beslenir.
Ve şiir yazılamaz, yazdırılır.
Şairler karanlıkla parlayan yıldızlar gibidir.
Macarlar'ın kahramanı Pedofi şöyle tarif eder şairi.
"Ey şairler, gireceksiniz halkla kol kola,
Alevlerin, fırtınaların içinden geçeceksiniz,
Hiç durmadan yürüyeceksiniz, ama hiç durmadan,
Alçaktır halkın bayrağını elinden düşüren de,
Şurda, geride, bir kenarda gizli gizli,
Bir parça dinleneyim, diyen de alçak.
Halk bakacak, görecek, anlayacak,
Acı çeken kim, başkaldıran kim, dövüşen kim,
Kim işi oluruna bırakmış,
Kim günü gün eden,
Kim şarlatan,
Kim korkak!”
*. *. *
Gecenin bu saatinde gökyüzünde ay ve yıldızlar.
Ay'a sesleniyor yüreğim.
"Şairler neden öldürülür gülüm?
Neden süründürülür?
Nedendir bu zulüm?"
Sonra yıldızlara takılıyor gözüm.
Karanlıkla yıldız gibi parlayan şairler geliyor aklıma.
Ve bir Çin atasözünü hatırlıyorum.
"Ayı hedefleyin..Iska geçseniz bile en azından yıldızlara ulaşırsınız.”
]]>