Prof. Dr. Tolga Yarman
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Tolga Yarman
 

TÜRKİYE’NİN SİYASİ ANATOMİSİNİN İÇYÜZÜ

TÜRKİYE’NİN SİYASİ ANATOMİSİNİN İÇYÜZÜProf. Dr. Tolga Yarman, Galatasaray & Işık Üniversiteleri Jeopolitik, Sayı 3, 2002 “Sağ-sol”dan ibaret bir siyaset çözümlemesi, hele ülkemizdeki, çok özgün siyasetyapılanması itibariyle, ne kadar yavan görünüyor…Böyle bir çerçevede, bilhassa da kimi bilimcilerimizin, kestirmeden sayarsak, ANAP,DYP, MHP, BBP, LP (Liberal Parti), DTP (Demokrat Türkiye Partisi), keza dahaönceki FP, ya da şimdilerdeki SP (Saadet Partisi) ile AKP’yi (Adalet ve kalkınmaPartisi’ni) aynı bir “sağ kefeye”, CHP ve DSP’yi, bu arada CHP’den ayrılanlarınkurmakta oldukları SHP (Sosyaldemokrat Halk Partisi), keza DSP’den yeni olarakayrılanlarla, kurulması tasarlanmakta olan sosyal demokrat yeni oluşumu, aynı bir“sol kefeye” koymalarını (ya da koyacak olmalarını) yadırgıyor, bunu düşüncetembelliğinde, daha da ötesi hatta galiba, ehliyet özürlü bir yaklaşım olarakdeğerlendiriyorum.Ülkemizde, klasik anlamda bir “emek-sermaye” ayrışması hiç yok değil. Siyasianatomimiz, yani partilerimizin yapılanması, hemen her yerdeki gibi buradan hiç kökalmıyor değil. Ama siyasi yapılanmamızın kökeninde sadece ve sadece “emek” ve“sermaye” ögeleri bulunmuyor. Batı’da meydana gelmiş siyasi yapılanmadan, bunedenle oldukça farklı bir siyasi yapılanma, ülkemizde boy atıyor.Bunun derindeki sebebi, ülkemizde, “sanayileşme” ve “kentleşme” arasındakimünasebetin Batı’dakinden çok farklı çalışması. Batı’da “sanayileşme, kentleşmeninyegâne motoru”. Başka bir deyişle, Batı’da sanayileşme ile birlikte, insanlar kırsalkesimden kentlere cezbediliyorlar. Kentlere gelenler sanayi tarafından istihdamediliyor, emekleştiriliyor. Böylelikle, kestirmeden ifade edersek, “fabrikalarıkuranlar” ile, “fabrikalarda çalışanlar”, “emek” ve “sermaye” olarak karşı karşıyageliyor ve ayrışıyorlar.Bizde ise dediğim gibi, bu hiç yok değil. Ama bunun yanı sıra pek çok başka devinimde mevcut. Bir defa işte, kentler “cazibe merkezi”; kırsal kesimden insanlarımızıçekiyor. Diğer bir yandan “kırsal kesim” (“tarım alanlarının yetmezliği”, “geçimsıkıntısı”, “daha iyi yaşam koşullarına duyulan özlem”, “terör” gibi), birbirindendeğişik pek çok sebepten dolayı, oradaki insanlarımızı itiyor. Ama kentlere, çok zalimbir hayatın pençesinde olarak gelenler, buralardaki sanayi odakları tarafındantamamen istihdam edilemiyor. Hatta önemli bir ölçüde, deyimin tam anlamıyla,“sokakta kalıyor”. Güvencesiz, günü birlik, ayakta kalma mücadelesi içindeyaşamaya çabalıyor.Soyuta taşıyıp söylersem, bizde (Batı’dakinden iyice farklı olarak), “sanayileşmekentleşmenin yegâne motoru değil”; buna bağlı olarak, çarpıcı bir şekilde geniş birtoplum kesimimiz açısından, adeta bir “sosyal afet” yaşıyoruz. 2Şu var ki, kapıldıkları zorlu hayatın pençesindeki insanlarımız (çoğumuzun,olmamasını beklediğimiz için kınadığımız, ancak gerçekte anlamak durumundaolduğumuz bir biçimde), ama “memleketçilik” yaparak, ama “mezhepsel” ya da“etnik” dayanışmalar gelişitirerek, öz savunma refleksleriyle, öyle ya da böyle,siyasete ağırlıklarını koyuyorlar.Buradan, galiba çok kimsenin derinlemesine farkında olmadığı, ülkemize çok özgüboyutlarda yaşanan, “kentlere önden gelenler” ile “arkadan gelenlerin”, kabukkabuk kümeleşip, biteviye ayrışmalarını içeren bir siyasi yapılanma ortaya çıkıyor.Kimilerinin ayrıntı seçemeyen bir gözle baktığında, “orta sağ” - “orta sol” diyealgılayıp, “Bunlar niye birleşmiyorlar?” dediği, siyasi sahnedeki partilerimizgerçekte, ayrı ayrı, bu sosyal kabuklardan besleniyorlar.Biz bu süreci, belirgin olarak 1960’lardan beri yaşıyoruz. O zamanlar, başta İstanbul,büyük kentlere Karadenizliler gelmeye başlıyor. Biraz biraz da Doğulular. Buçerçevede, en önce “kentlerdeki yerleşikler” ile “Karadenizliler” ayrışmaya başlıyor.Karadenizliler, kentlerdeki yerleşiklere karşıt olarak, buralardaki dar gelirlilerdendestek buluyorlar; Doğulular’dan da…O zamanlar, “Toprak işleyenin, su kullananın”, “Ne ezen ne ezilen, hakça bir düzen”sloganlarında simgelenen, ayrıca aydın hareketiyle rüzgarlanan “demokratik solyükseliş”, böylelikle payandalanıp güçleniyor.Göç hareketinin ivmelenmesi ile, Doğulular, akın akın kentlere geliyor. İlginç birsüreç, boy atıyor. Bir yandan kentlere intikal etmiş olanlar, yerleşikleşme çabasındaoluyorlar; diğer bir yandan yeni gelenler, kentlerin varoşlarında, birbirlerinin üzerine,biteviye yığılıyorlar. Önden gelenler arkadan gelenleri, zaten kendilerine pek nefesaldırtmayan daracık “geçim alanlarından” kentin dışarılarına doğru itiyor; sonradangelip, gitgide daha uzaklardaki varoşlara yığılanlar ise, kendilerine “geçim alanları”oluşturmak üzere, kent merkezlerine sokulmaya çaba sarfederken, önlerindebulunanları, yaşam mücadelesi verdikleri alanlarda, itip kakıp sıkıştırıyorlar.Bu çerçevede; kentlere en önceleri gelmiş Karadenizliler ile sonradan gelmişKaradenizliler ayrıştıkları gibi; önden gelmiş Karadenizliler ile bunların arkasındangelmiş Doğulular; keza, bir süre önce gelmiş Doğulular ile daha sonra gelenDoğulular; ilk bakışta belli belirsiz olsa da, aslında kabuk kabuk kümeleşip, çatışıyorve siyaseten ayrışıyorlar.Bu o kadar böyle ki, bir bakıyorsunuz, işte partilerin içindeki, kimilerinin vukufsuzca“hizip” deyip geçtikleri siyasi ayrışmalar dahi, buralardan kökler alıyor. 3Ayrıntısıyla bilerek söylüyorum, on yıl kadar önce, bakın, Ankara – İstanbulistikametinde İstanbul’a doğru geldiğinizi düşünün, E-5 Karayolu, SHP (o zamanki,Sosyal Demokrat Halkçı Parti), örgütlerinin içinden geçiyormuş gibiydi (pek kimse debunun farkında değildi)! Tuzla, Pendik, Kartal ilçelerimizde, E-5 Karayolu’nun“deniz” tarafında oturan, yani önemli ölçüde yerleşikleşmiş olan SHP’liler (ozamanki Genel Sekreter) Sayın D. Baykal’ın etrafında kümeleniyorlardı; bu ilçelerdeE-5 Karayolu’nun öteki tarafında, sonraları geldikleri için ancak “tepelerde” yerbulmuş olarak, kente tutunmaya çabalayan SHP’liler ise (o zamanki) Genel BaşkanSayın E. İnönü’nün etrafında kümelenip, yaşam mücadelelerinde, birincilerleayrışıyor ve çatışıyorlardı. Bu sebeple SHP, habire iç kavgaya tutuşan bir partigörünümü veriyor, kan kaybediyordu, ama bu ilginç gelişmeyi ne parti yönetimi, nede hatta siyaset gözlemcileri ya da siyaset bilimcileri, bir türlü çözümleyemiyorlardı.SHP açısından, benzer durum, İstanbul’un hemen her ilçesinde olduğu gibi, bütün kıyıkoridorumuzda, o arada tabiatıyla Kocaeli, Ankara gibi büyük kentlerde degeçerliydi. Buralara kentlere önden gelenler ile arkadan gelenler, amansız biçimdeayrışıyor kavga ediyorlardı.1992’de, CHP yeniden açılınca, birincilerin önemli bir bölümü oraya gittilerdi.SHP’de kalanlar ise, yine aynı biçimde ayrıştılardı.Hemen kimse pek farkında değil; yakın bir zaman önce, Fazilet Partisi’nin, bugünedönük olarak, bir yandan Saadet Partisi, öte yandan ise, Adalet ve Kalkınma Partisiolarak çatlaması da, aşikâr biçimde açıklayageldiğim mekanizmadan kök alıyor.Başka bir deyişle, gidilse bakılsa; E-5 Karayolu’nun; Fazilet Partisi’ni, tam ortadanikiye biçtiği; bu yolun “deniz” tarafında oturan, yani önemli ölçüde yerleşikleşmişolan Faziletliler’in şimdi Saadet Partisi’nin bünyesinde yapılandıkları; E-5Karayolu’nun öteki tarafında, sonradan geldikleri için ancak “tepelerde” yer bulmuşolarak, kente tutunmaya çabalayan Faziletliler’in ise, bugün Adalet ve KalkınmaPartisi’nin bünyesinde yapılandıkları, görülebilecektir.Aynı bir çerçevede, SHP’nin 1989’da, sözgelişi İstanbul’da, bilhassa varoşlardanaldığı destekle, yerel yönetimde iktidar olması ile, Refah Partisi’nin 1994’deİstanbul’da yine bilhassa varoşlardan aldığı destekle, yerel yönetimde iktidar olmasıarasındaki tek fark; 1989’da SHP’ye giden oyların, 1994’te büyük bir çoğunluklaRefah Partisi’ne gitmiş olmasından ibarettir. Durum 1999’da ise, değişmişmemişolmaktadır.Bu tablo, fevkalade ilginç olarak, “ülkemizdeki genel siyasi yapılanmanın haritasını”işaret ediyor.Kentlere önden gelenler ile arkadan gelenler; “sonuçta, farklı farklı partilerdeyapılanmaya kadar giden hizip hareketlerini” beslemenin de ötesinde, işte esasolarak, değişik değişik partilerimizi oluşturmaktalar. 4Kentlere önden gelmiş olup, öyle ya da böyle kentlileşmiş olanlara “yerleşikler”diyorum. Arkadan gelenlere, genelde “göçerler” diyorum. Bu deyimi Türkçemiz’in“geniş zamanında” olarak ifade ediyorum, çünkü özellikle Doğu’dan kentleregelenler, malum, hemen “kentli” olmuyorlar; bunun için uzun bir süre çabasarfediyorlar.Bir de “göçmenleri”, eski deyişle “muhacirleri” tanımlamalıyım. Bunlar, kentlereTrakya’dan, Yunanistan’dan, Bulgaristan’dan, şimdilerde Balkanlar’ın ötekiyörelerinden, biraz da Kafkaslar’dan gelenler. Bunları “göçerlerden” ayırıyorum.Bunun bir sebebi şu; buralardan Türkiye’ye özellikle, evvelce gelmiş olanlar, biraz dadevlet politikaları itibariyle, iskân edildikleri, o arada sistemli olarak istihdamedildikleri için, kentlileşmeye, “Doğulu göçerlere” oranla, daha ileri evrelerdenbaşlıyorlar.Kestirmeden ifade edecek olursak, ülkemizdeki siyasi anatomiyi, “yerleşikler”,“göçerler” ve “göçmenlerin” oluşturdukları “dinamikler” arasındaki çekişmeler,çelişkiler, buna da bağlı olarak ayrışmalar belirliyor. Böylesi bir ayrışma, işteizlendiği üzere (ulusal bütünlüğümüzü zedeleyecek ölçüde) birbirinden hayli farklıgelir gruplarını, dolayısıyla da hayli farklı “yaşam düzeylerini” işaret etmekte.Bilhassa, 1995 Genel Seçimi bazında yaptığımız bir araştırma gösterdi ki, denizkentlerimizde, ANAP (yerleşikliğin bariz bir ölçüsü olan) denize en yakın sandıklardabaşta gelirken, buralardan geri planlara doğru çekildikçe silikleşmekte. Denizyakınında (o zaman), Refah Partisi, çoğunlukla hiç görünmezken, gerilere doğru,hayatın zorlaşmasına neredeyse paralel olarak, bu parti fırlamakta. (Bu işlevi, aynıbağlamda, bugün için ve şimdilik, çoğunlukla Adalet ve Kalkınma Partisi’ninüstlendiğini öngörmek, kehânet oluşturmasa gerek.)1995 itibariyle ANAP’ın karşısına (istisnalar ve örtüşmeler saklı olarak) denizdenyalnızca bir parça gerideki, örneğin esnaf çarşısında, DYP çıkmakta. Bu partininoyları da geri planlara geçildikçe düşmekte. Benzer görüntü sözgelişi Ümraniye gibisonradan kurulmuş bir ilçemizin ana caddesi ile bunun hemen arkasındaki sokaklaradönük olarak da geçerli. ANAP, ana caddede önde; biraz arka planda, DYP öneçıkabiliyor. Daha gerilere doğru ikisi de önemsizleşiyor.CHP (1995 itibariyle) merkezlerde pek yok gibi. Geri planlara doğru geçildikçehafifçe tırmanıyor.DSP (yine, 1995 itibariyle) ilginçtir, çoğunlukla “göçmen dinamiklerden” besleniyor.Kentlere Batı’dan gelen göçmen dinamikler, buralara Doğu’dan gelen “göçerdinamikler” ile (bunlara oranla birazcık daha üst gelir gruplarında bulunmaklıktan,o arada her halde etnik farklılıklardan dolayı), ayrışıyorlar. Bu sebeple DSPTrakya’da, keza, örneğin İstanbul’da Trakyalılar’ın çoğunlukla bulunduğu ilçelerde,sözgelişi bir Bayrampaşa’da, hayli öne çıkıyor. Aynı çizgideki çok ilginç başka birörneği; Batı’dan gelip, Bursa’nın Batısı’na yerleşmiş “göçmenlerin”; Doğu’dangelip bu ilimizin Doğusu’nda tutunmaya çabalayan Doğulu “göçerler” ile ayrışarak,DSP’ye yönelmeleri, oluşturuyor. Burada görülen durumun, 1999 Genel Seçimi’ndeiyice belirginleştiği, Trakya’dan başlayarak, Türkiye’nin hemen tüm Batısı’ndaDSP’nin birinci parti olduğu, anımsanabilir. 5Bu arada, MHP’nin, “Doğulu göçerler” ile aynı kent hinterlandında, yaşamkavgasında kapışan, “hayli dar gelir gruplarındaki kent gençlerinden”beslenegeldiğini vurgulamalıyım. 1999 Genel Seçimi’nde MHP oyları; gerekANAP’ta, gerek DYP’de, gerekse de Fazilet Partisi’nde, epey bir süredir, ama birnevi ödünç olarak duruyor olup, Doğulu dinamiklerle bilinen sebeplerle zıtlaşan“yoksul kesim ya da bunun biraz üstündeki sosyal katman oylarının”, ayrıca bunlarındevamındaki genç oyların, “ocak” sayılan adrese yönelmesi sonucu, yükselmişolmalıdır. Bu çerçevede şimdi MHP’de yoğunlaşmış (“milliyetçi” olsun,“muhafazakar” olsun), ne ki gerçekte kendilerine “ağababalık” taslayanlarabaşkaldıran, orta ya da ortanın altı sosyal katman özlemlerini, yekten “sağ” olarakyorumlamanın, dehşetli bir vukufsuzluk oluşturacağını önemle vurgulamak isterim.Açıklayageldiğim çizgiyle uyumlu olarak MHP’nin, en nihayet, 1999 GenelSeçimi’nde, en çok Orta Anadolu’da serpilerek, Batı’ya doğru, doğulu göçerdinamiklere belli bir karşıtlık oluşturduğunun, gözlemlenmesi yerinde olacaktır. * İşte bir yığın, birbirinden değişik, Türkçeleri bile (milliyetçisi, muhafazakarı, dincisi,ilericisine göre) farklılaşan sloganların, yer yer paravan, hatta bilinçsiz söylemleringizlediği siyasi yapılanmamızın hızlı bir dökümü.Neticede kötü olan şu ki, kabaca bakıldığında, Türkiye’nin Doğusu’nda olan partilerBatısı’nda yok. Batısı’nda olan partiler Doğusu’nda yok! 1999 Genel Seçimi’ninortaya çıkarttığı en önemli bulgulardan biri budur, diye düşünüyorum.Bu çerçevede ülkemizin Batısı, Doğusu’nun sorunlarını, herhangi bir biçimde“tedhiş” (terör) çağrıştıracak yöntemlerle ele almaya yeltenen çıkışlara, “demokratiktasarrufuyla”, şiddetli bir tepki vermektedir. Ülkemizin Doğusu ise, demokratiközlemlerinin olsun, geniş bir çapta yeterince algılanmamasına, yine “demokratiktasarrufu” ile, o da kendince, şiddetli bir tepki vermektedir. Bu denklemleri eldengeldiğnce yansız görmek, sağlıklı bir analiz yapmanın baş bir gereğidir.Türkiye; kabuk kabuk ortaya çıkmış olan, bölgeleriyle, gelir gruplarıyla, etnik dokuayrışmalarıyla iyiden iyiye belirginleşmiş, çok katmanlı kaotik bir siyasi anatomininsancılarını yaşıyor. Buna karşılık çoğumuz sanıyorum, iyice anlamsız bir hayalalemindeyiz. Siyasi süreç ise; dörtte birlik oy oranlarıyla en büyük kentlerimiziyönetecek olanları, üçte birlik oy oranlarıyla üçte ikilik parlamento çoğunluklarınıbelirlemeyi benimseniş olduğuna göre; iyice piyangolaştırılmış olarak, ne yazık ki,yaşamdan önemli bir ölçüde dışarlanıp marjinalleşmiş çoğunluğun acıları pahasına,hemen neredeyse, iktidar nemasına bu sefer kimlerin konup palazlanacağına zar atanbir mekanizmaya indirgenmiş bulunuyor.Bunları bilirsek, geleceğe dönük, daha çok umutvar olabileceğimize inanıyorum. ]]>
Ekleme Tarihi: 27 Ocak 2022 - Perşembe
Prof. Dr. Tolga Yarman

TÜRKİYE’NİN SİYASİ ANATOMİSİNİN İÇYÜZÜ

TÜRKİYE’NİN SİYASİ ANATOMİSİNİN İÇYÜZÜProf. Dr. Tolga Yarman, Galatasaray & Işık Üniversiteleri

Jeopolitik, Sayı 3, 2002

“Sağ-sol”dan ibaret bir siyaset çözümlemesi, hele ülkemizdeki, çok özgün siyasetyapılanması itibariyle, ne kadar yavan görünüyor…Böyle bir çerçevede, bilhassa da kimi bilimcilerimizin, kestirmeden sayarsak, ANAP,DYP, MHP, BBP, LP (Liberal Parti), DTP (Demokrat Türkiye Partisi), keza dahaönceki FP, ya da şimdilerdeki SP (Saadet Partisi) ile AKP’yi (Adalet ve kalkınmaPartisi’ni) aynı bir “sağ kefeye”, CHP ve DSP’yi, bu arada CHP’den ayrılanlarınkurmakta oldukları SHP (Sosyaldemokrat Halk Partisi), keza DSP’den yeni olarakayrılanlarla, kurulması tasarlanmakta olan sosyal demokrat yeni oluşumu, aynı bir“sol kefeye” koymalarını (ya da koyacak olmalarını) yadırgıyor, bunu düşüncetembelliğinde, daha da ötesi hatta galiba, ehliyet özürlü bir yaklaşım olarakdeğerlendiriyorum.Ülkemizde, klasik anlamda bir “emek-sermaye” ayrışması hiç yok değil. Siyasianatomimiz, yani partilerimizin yapılanması, hemen her yerdeki gibi buradan hiç kökalmıyor değil. Ama siyasi yapılanmamızın kökeninde sadece ve sadece “emek” ve“sermaye” ögeleri bulunmuyor. Batı’da meydana gelmiş siyasi yapılanmadan, bunedenle oldukça farklı bir siyasi yapılanma, ülkemizde boy atıyor.Bunun derindeki sebebi, ülkemizde, “sanayileşme” ve “kentleşme” arasındakimünasebetin Batı’dakinden çok farklı çalışması. Batı’da “sanayileşme, kentleşmeninyegâne motoru”. Başka bir deyişle, Batı’da sanayileşme ile birlikte, insanlar kırsalkesimden kentlere cezbediliyorlar. Kentlere gelenler sanayi tarafından istihdamediliyor, emekleştiriliyor. Böylelikle, kestirmeden ifade edersek, “fabrikalarıkuranlar” ile, “fabrikalarda çalışanlar”, “emek” ve “sermaye” olarak karşı karşıyageliyor ve ayrışıyorlar.Bizde ise dediğim gibi, bu hiç yok değil. Ama bunun yanı sıra pek çok başka devinimde mevcut. Bir defa işte, kentler “cazibe merkezi”; kırsal kesimden insanlarımızıçekiyor. Diğer bir yandan “kırsal kesim” (“tarım alanlarının yetmezliği”, “geçimsıkıntısı”, “daha iyi yaşam koşullarına duyulan özlem”, “terör” gibi), birbirindendeğişik pek çok sebepten dolayı, oradaki insanlarımızı itiyor. Ama kentlere, çok zalimbir hayatın pençesinde olarak gelenler, buralardaki sanayi odakları tarafındantamamen istihdam edilemiyor. Hatta önemli bir ölçüde, deyimin tam anlamıyla,“sokakta kalıyor”. Güvencesiz, günü birlik, ayakta kalma mücadelesi içindeyaşamaya çabalıyor.Soyuta taşıyıp söylersem, bizde (Batı’dakinden iyice farklı olarak), “sanayileşmekentleşmenin yegâne motoru değil”; buna bağlı olarak, çarpıcı bir şekilde geniş birtoplum kesimimiz açısından, adeta bir “sosyal afet” yaşıyoruz.

2Şu var ki, kapıldıkları zorlu hayatın pençesindeki insanlarımız (çoğumuzun,olmamasını beklediğimiz için kınadığımız, ancak gerçekte anlamak durumundaolduğumuz bir biçimde), ama “memleketçilik” yaparak, ama “mezhepsel” ya da“etnik” dayanışmalar gelişitirerek, öz savunma refleksleriyle, öyle ya da böyle,siyasete ağırlıklarını koyuyorlar.Buradan, galiba çok kimsenin derinlemesine farkında olmadığı, ülkemize çok özgüboyutlarda yaşanan, “kentlere önden gelenler” ile “arkadan gelenlerin”, kabukkabuk kümeleşip, biteviye ayrışmalarını içeren bir siyasi yapılanma ortaya çıkıyor.Kimilerinin ayrıntı seçemeyen bir gözle baktığında, “orta sağ” - “orta sol” diyealgılayıp, “Bunlar niye birleşmiyorlar?” dediği, siyasi sahnedeki partilerimizgerçekte, ayrı ayrı, bu sosyal kabuklardan besleniyorlar.Biz bu süreci, belirgin olarak 1960’lardan beri yaşıyoruz. O zamanlar, başta İstanbul,büyük kentlere Karadenizliler gelmeye başlıyor. Biraz biraz da Doğulular. Buçerçevede, en önce “kentlerdeki yerleşikler” ile “Karadenizliler” ayrışmaya başlıyor.Karadenizliler, kentlerdeki yerleşiklere karşıt olarak, buralardaki dar gelirlilerdendestek buluyorlar; Doğulular’dan da…O zamanlar, “Toprak işleyenin, su kullananın”, “Ne ezen ne ezilen, hakça bir düzen”sloganlarında simgelenen, ayrıca aydın hareketiyle rüzgarlanan “demokratik solyükseliş”, böylelikle payandalanıp güçleniyor.Göç hareketinin ivmelenmesi ile, Doğulular, akın akın kentlere geliyor. İlginç birsüreç, boy atıyor. Bir yandan kentlere intikal etmiş olanlar, yerleşikleşme çabasındaoluyorlar; diğer bir yandan yeni gelenler, kentlerin varoşlarında, birbirlerinin üzerine,biteviye yığılıyorlar. Önden gelenler arkadan gelenleri, zaten kendilerine pek nefesaldırtmayan daracık “geçim alanlarından” kentin dışarılarına doğru itiyor; sonradangelip, gitgide daha uzaklardaki varoşlara yığılanlar ise, kendilerine “geçim alanları”oluşturmak üzere, kent merkezlerine sokulmaya çaba sarfederken, önlerindebulunanları, yaşam mücadelesi verdikleri alanlarda, itip kakıp sıkıştırıyorlar.Bu çerçevede; kentlere en önceleri gelmiş Karadenizliler ile sonradan gelmişKaradenizliler ayrıştıkları gibi; önden gelmiş Karadenizliler ile bunların arkasındangelmiş Doğulular; keza, bir süre önce gelmiş Doğulular ile daha sonra gelenDoğulular; ilk bakışta belli belirsiz olsa da, aslında kabuk kabuk kümeleşip, çatışıyorve siyaseten ayrışıyorlar.Bu o kadar böyle ki, bir bakıyorsunuz, işte partilerin içindeki, kimilerinin vukufsuzca“hizip” deyip geçtikleri siyasi ayrışmalar dahi, buralardan kökler alıyor.

3Ayrıntısıyla bilerek söylüyorum, on yıl kadar önce, bakın, Ankara – İstanbulistikametinde İstanbul’a doğru geldiğinizi düşünün, E-5 Karayolu, SHP (o zamanki,Sosyal Demokrat Halkçı Parti), örgütlerinin içinden geçiyormuş gibiydi (pek kimse debunun farkında değildi)! Tuzla, Pendik, Kartal ilçelerimizde, E-5 Karayolu’nun“deniz” tarafında oturan, yani önemli ölçüde yerleşikleşmiş olan SHP’liler (ozamanki Genel Sekreter) Sayın D. Baykal’ın etrafında kümeleniyorlardı; bu ilçelerdeE-5 Karayolu’nun öteki tarafında, sonraları geldikleri için ancak “tepelerde” yerbulmuş olarak, kente tutunmaya çabalayan SHP’liler ise (o zamanki) Genel BaşkanSayın E. İnönü’nün etrafında kümelenip, yaşam mücadelelerinde, birincilerleayrışıyor ve çatışıyorlardı. Bu sebeple SHP, habire iç kavgaya tutuşan bir partigörünümü veriyor, kan kaybediyordu, ama bu ilginç gelişmeyi ne parti yönetimi, nede hatta siyaset gözlemcileri ya da siyaset bilimcileri, bir türlü çözümleyemiyorlardı.SHP açısından, benzer durum, İstanbul’un hemen her ilçesinde olduğu gibi, bütün kıyıkoridorumuzda, o arada tabiatıyla Kocaeli, Ankara gibi büyük kentlerde degeçerliydi. Buralara kentlere önden gelenler ile arkadan gelenler, amansız biçimdeayrışıyor kavga ediyorlardı.1992’de, CHP yeniden açılınca, birincilerin önemli bir bölümü oraya gittilerdi.SHP’de kalanlar ise, yine aynı biçimde ayrıştılardı.Hemen kimse pek farkında değil; yakın bir zaman önce, Fazilet Partisi’nin, bugünedönük olarak, bir yandan Saadet Partisi, öte yandan ise, Adalet ve Kalkınma Partisiolarak çatlaması da, aşikâr biçimde açıklayageldiğim mekanizmadan kök alıyor.Başka bir deyişle, gidilse bakılsa; E-5 Karayolu’nun; Fazilet Partisi’ni, tam ortadanikiye biçtiği; bu yolun “deniz” tarafında oturan, yani önemli ölçüde yerleşikleşmişolan Faziletliler’in şimdi Saadet Partisi’nin bünyesinde yapılandıkları; E-5Karayolu’nun öteki tarafında, sonradan geldikleri için ancak “tepelerde” yer bulmuşolarak, kente tutunmaya çabalayan Faziletliler’in ise, bugün Adalet ve KalkınmaPartisi’nin bünyesinde yapılandıkları, görülebilecektir.Aynı bir çerçevede, SHP’nin 1989’da, sözgelişi İstanbul’da, bilhassa varoşlardanaldığı destekle, yerel yönetimde iktidar olması ile, Refah Partisi’nin 1994’deİstanbul’da yine bilhassa varoşlardan aldığı destekle, yerel yönetimde iktidar olmasıarasındaki tek fark; 1989’da SHP’ye giden oyların, 1994’te büyük bir çoğunluklaRefah Partisi’ne gitmiş olmasından ibarettir. Durum 1999’da ise, değişmişmemişolmaktadır.Bu tablo, fevkalade ilginç olarak, “ülkemizdeki genel siyasi yapılanmanın haritasını”işaret ediyor.Kentlere önden gelenler ile arkadan gelenler; “sonuçta, farklı farklı partilerdeyapılanmaya kadar giden hizip hareketlerini” beslemenin de ötesinde, işte esasolarak, değişik değişik partilerimizi oluşturmaktalar.

4Kentlere önden gelmiş olup, öyle ya da böyle kentlileşmiş olanlara “yerleşikler”diyorum. Arkadan gelenlere, genelde “göçerler” diyorum. Bu deyimi Türkçemiz’in“geniş zamanında” olarak ifade ediyorum, çünkü özellikle Doğu’dan kentleregelenler, malum, hemen “kentli” olmuyorlar; bunun için uzun bir süre çabasarfediyorlar.Bir de “göçmenleri”, eski deyişle “muhacirleri” tanımlamalıyım. Bunlar, kentlereTrakya’dan, Yunanistan’dan, Bulgaristan’dan, şimdilerde Balkanlar’ın ötekiyörelerinden, biraz da Kafkaslar’dan gelenler. Bunları “göçerlerden” ayırıyorum.Bunun bir sebebi şu; buralardan Türkiye’ye özellikle, evvelce gelmiş olanlar, biraz dadevlet politikaları itibariyle, iskân edildikleri, o arada sistemli olarak istihdamedildikleri için, kentlileşmeye, “Doğulu göçerlere” oranla, daha ileri evrelerdenbaşlıyorlar.Kestirmeden ifade edecek olursak, ülkemizdeki siyasi anatomiyi, “yerleşikler”,“göçerler” ve “göçmenlerin” oluşturdukları “dinamikler” arasındaki çekişmeler,çelişkiler, buna da bağlı olarak ayrışmalar belirliyor. Böylesi bir ayrışma, işteizlendiği üzere (ulusal bütünlüğümüzü zedeleyecek ölçüde) birbirinden hayli farklıgelir gruplarını, dolayısıyla da hayli farklı “yaşam düzeylerini” işaret etmekte.Bilhassa, 1995 Genel Seçimi bazında yaptığımız bir araştırma gösterdi ki, denizkentlerimizde, ANAP (yerleşikliğin bariz bir ölçüsü olan) denize en yakın sandıklardabaşta gelirken, buralardan geri planlara doğru çekildikçe silikleşmekte. Denizyakınında (o zaman), Refah Partisi, çoğunlukla hiç görünmezken, gerilere doğru,hayatın zorlaşmasına neredeyse paralel olarak, bu parti fırlamakta. (Bu işlevi, aynıbağlamda, bugün için ve şimdilik, çoğunlukla Adalet ve Kalkınma Partisi’ninüstlendiğini öngörmek, kehânet oluşturmasa gerek.)1995 itibariyle ANAP’ın karşısına (istisnalar ve örtüşmeler saklı olarak) denizdenyalnızca bir parça gerideki, örneğin esnaf çarşısında, DYP çıkmakta. Bu partininoyları da geri planlara geçildikçe düşmekte. Benzer görüntü sözgelişi Ümraniye gibisonradan kurulmuş bir ilçemizin ana caddesi ile bunun hemen arkasındaki sokaklaradönük olarak da geçerli. ANAP, ana caddede önde; biraz arka planda, DYP öneçıkabiliyor. Daha gerilere doğru ikisi de önemsizleşiyor.CHP (1995 itibariyle) merkezlerde pek yok gibi. Geri planlara doğru geçildikçehafifçe tırmanıyor.DSP (yine, 1995 itibariyle) ilginçtir, çoğunlukla “göçmen dinamiklerden” besleniyor.Kentlere Batı’dan gelen göçmen dinamikler, buralara Doğu’dan gelen “göçerdinamikler” ile (bunlara oranla birazcık daha üst gelir gruplarında bulunmaklıktan,o arada her halde etnik farklılıklardan dolayı), ayrışıyorlar. Bu sebeple DSPTrakya’da, keza, örneğin İstanbul’da Trakyalılar’ın çoğunlukla bulunduğu ilçelerde,sözgelişi bir Bayrampaşa’da, hayli öne çıkıyor. Aynı çizgideki çok ilginç başka birörneği; Batı’dan gelip, Bursa’nın Batısı’na yerleşmiş “göçmenlerin”; Doğu’dangelip bu ilimizin Doğusu’nda tutunmaya çabalayan Doğulu “göçerler” ile ayrışarak,DSP’ye yönelmeleri, oluşturuyor. Burada görülen durumun, 1999 Genel Seçimi’ndeiyice belirginleştiği, Trakya’dan başlayarak, Türkiye’nin hemen tüm Batısı’ndaDSP’nin birinci parti olduğu, anımsanabilir.

5Bu arada, MHP’nin, “Doğulu göçerler” ile aynı kent hinterlandında, yaşamkavgasında kapışan, “hayli dar gelir gruplarındaki kent gençlerinden”beslenegeldiğini vurgulamalıyım. 1999 Genel Seçimi’nde MHP oyları; gerekANAP’ta, gerek DYP’de, gerekse de Fazilet Partisi’nde, epey bir süredir, ama birnevi ödünç olarak duruyor olup, Doğulu dinamiklerle bilinen sebeplerle zıtlaşan“yoksul kesim ya da bunun biraz üstündeki sosyal katman oylarının”, ayrıca bunlarındevamındaki genç oyların, “ocak” sayılan adrese yönelmesi sonucu, yükselmişolmalıdır. Bu çerçevede şimdi MHP’de yoğunlaşmış (“milliyetçi” olsun,“muhafazakar” olsun), ne ki gerçekte kendilerine “ağababalık” taslayanlarabaşkaldıran, orta ya da ortanın altı sosyal katman özlemlerini, yekten “sağ” olarakyorumlamanın, dehşetli bir vukufsuzluk oluşturacağını önemle vurgulamak isterim.Açıklayageldiğim çizgiyle uyumlu olarak MHP’nin, en nihayet, 1999 GenelSeçimi’nde, en çok Orta Anadolu’da serpilerek, Batı’ya doğru, doğulu göçerdinamiklere belli bir karşıtlık oluşturduğunun, gözlemlenmesi yerinde olacaktır.

*

İşte bir yığın, birbirinden değişik, Türkçeleri bile (milliyetçisi, muhafazakarı, dincisi,ilericisine göre) farklılaşan sloganların, yer yer paravan, hatta bilinçsiz söylemleringizlediği siyasi yapılanmamızın hızlı bir dökümü.Neticede kötü olan şu ki, kabaca bakıldığında, Türkiye’nin Doğusu’nda olan partilerBatısı’nda yok. Batısı’nda olan partiler Doğusu’nda yok! 1999 Genel Seçimi’ninortaya çıkarttığı en önemli bulgulardan biri budur, diye düşünüyorum.Bu çerçevede ülkemizin Batısı, Doğusu’nun sorunlarını, herhangi bir biçimde“tedhiş” (terör) çağrıştıracak yöntemlerle ele almaya yeltenen çıkışlara, “demokratiktasarrufuyla”, şiddetli bir tepki vermektedir. Ülkemizin Doğusu ise, demokratiközlemlerinin olsun, geniş bir çapta yeterince algılanmamasına, yine “demokratiktasarrufu” ile, o da kendince, şiddetli bir tepki vermektedir. Bu denklemleri eldengeldiğnce yansız görmek, sağlıklı bir analiz yapmanın baş bir gereğidir.Türkiye; kabuk kabuk ortaya çıkmış olan, bölgeleriyle, gelir gruplarıyla, etnik dokuayrışmalarıyla iyiden iyiye belirginleşmiş, çok katmanlı kaotik bir siyasi anatomininsancılarını yaşıyor. Buna karşılık çoğumuz sanıyorum, iyice anlamsız bir hayalalemindeyiz. Siyasi süreç ise; dörtte birlik oy oranlarıyla en büyük kentlerimiziyönetecek olanları, üçte birlik oy oranlarıyla üçte ikilik parlamento çoğunluklarınıbelirlemeyi benimseniş olduğuna göre; iyice piyangolaştırılmış olarak, ne yazık ki,yaşamdan önemli bir ölçüde dışarlanıp marjinalleşmiş çoğunluğun acıları pahasına,hemen neredeyse, iktidar nemasına bu sefer kimlerin konup palazlanacağına zar atanbir mekanizmaya indirgenmiş bulunuyor.Bunları bilirsek, geleceğe dönük, daha çok umutvar olabileceğimize inanıyorum.

]]>
Yazıya ifade bırak !

Diğer Yazıları

27
Mayıs
28
Ekim
28
Mayıs
15
Şubat
05
Eylül