Sizden Gelenler
Köşe Yazarı
Sizden Gelenler
 

Çıkış | Hatice Topçu Yazdı

Lozan görüşmeleri sürecinde, Gazi Mustafa Kemal Atatürk Ankara’da görüşmeleri takip etmektedir.Bu süreçte “bir ülkede yurttaşların zararına olarak yabancılara verilen ayrıcalıklar” olarak bilinen ‘kapitülasyonlar’ hakkındaki tespitleri Osmanlı’nın getirilmiş olduğu yeri görebilmek bakımından çok önemlidir. Bilindiği üzere kapitülasyonlar; siyasi, askeri ve ekonomik olmak üzere üç alanda uygulanmaktaydı. Büyük Atatürk’ten aktaracağım kapitülasyonlar konusundaki tespitleri Nutuk’tan alınmıştır. “Efendiler, biliyorsunuz ki Yeni Türk Devleti’nin aldığı Osmanlı Devleti Uhud-ı Atika (Eski anlaşmalar) adı altında birtakım kapitülasyonların tutsağıydı. Hıristiyan halkın birçok hakları ve ayrıcalıkları vardı. Osmanlı Devleti, Osmanlı ülkesinde oturan yabancılara karşı yargı haklarını uygulamazdı; Osmanlı yurttaşlarından aldığı vergiyi, yabancılardan alması engellenmiş bulunuyordu. Devletin varlığını kemiren ve kendi sınırları içinde yaşayan azınlıklarla ilgili önlemler alması mümkün değildi. Osmanlı Devleti, kendisini kuran temel unsurun, Türk Milletinin, insanca yaşamasını sağlayacak önlemleri alma bakımından da engellenmişti; ülkeyi imar edemez, demiryolu yaptıramazdı. Hatta okul yaptırmak bile serbest değildi. Bu gibi durumlarda, yabancı devletler hemen işe karışırlardı. Osmanlı hükümdarları ve yakınları, debdebe ve gösteriş içinde yaşayabilmek için ülke ve milletin bütün servet kaynaklarını kuruttuktan başka, milletin her türlü çıkarlarını peşkeş çekerek, devletin onur ve şerefini feda ederek, birçok dış borçlar yapmışlardı.  O kadar ki, devlet bu dış borçların faizlerini bile ödeyemeyecek duruma gelmiş, dünyanın gözünde iflas etmiş sayılmıştı.” Bütün bunlar günümüzde yaşananla ne kadar örtüşüyor değil mi? Kapitülasyonlar, İmparatorluğun planlı adımlarla iflas ettirilişi, devamında parçalanma noktasına getirilişi ve Birinci Paylaşım Savaşı’nda yenik devletler arasında yerini alması sonrasında işgallerle dört bir yanından kuşatılmasının başlangıcıydı. Tarihin o sayfasına dönelim. Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşından yenik çıkmış, işgaller başlamış ve Anadolu ateşler içinde yanmaktadır.  İtilaf devletleri Osmanlı’ya Sevr’i imzalatmak için baskı yapmaktadır. Sonunda, Tevfik Paşa başkanlığında oluşturulmuş bir heyet Paris’e giderek anlaşma taslağını teslim alır (11 Mayıs 1920). Tevfik Paşa metni okuyunca çok üzülür ve merkeze gönderdiği telgrafta, antlaşmanın değil bağımsızlık, devlet kavramıyla da bağdaşmadığını bildirir. Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Lozan görüşmeleri sürecindeki şu ifadeleri aslında emperyalizmin hesaplarını anlamak bakımından çok önemlidir: “…Görüşmeler ateşli tartışmalarla geçiyordu. Türk haklarını onaylayan olumlu bir sonuç görülmüyordu. Ben bunu çok doğal buluyordum. Çünkü, Lozan barış masasında ele alınan sorunlar, yalnız üç dört yıllık yeni döneme ait ve onunla sınırlı kalmıyordu. Yüzyılların hesapları görülüyordu. Bu kadar eski, bu kadar karışık, bu kadar kirli hesapların içinden çıkmak, elbette o kadar basit ve kolay olmayacaktı.”           Ne yazık kibugün içinde bulunduğumuz süreçte bu hesaplar devam etmektedir. Osmanlı Devleti’ne idam fermanını imzalatan emperyalist güçler, bugün ülkemizi göçler yoluyla kuşatmış, ekonomik olarak çökertmiş, Sermayenin egemenliği ile yağmalamış, yabancılara tanınan ayrıcalıklar ile Türk Milleti’ni açlığın, yoksulluğun pençesine sürüklemiştir. Bir önceki yazımda Atatürk’ün büyük nutkundan ve cumhuriyetin gençliğe emaneti sürecinden söz etmiştim.  O emanetin tehlikede olduğunu görmeyenler halen mevcut. Ancak, gelinen noktada yaşam koşullarındaki gerçeklik ile bir şeylerin yanlış gittiğinin farkındalar. Bu süreçte işlevselliğini kaybetmiş bulunan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde vekiller ısrarla bulunmayı sürdürmektedirler. Oysa yapılması gereken bütün dinamiklerin;demokratik kitle örgütleri, meslek kuruluşları, ülkenin çıkışı için çare arayan yurttaşlar ve halen varsa bu gidişten rahatsız seçilmişlerin, yaşanan haksız ve hukuksuz uygulamalar için birlikte güçlübir ses olabilmeleridir. Birlik ve beraberliğin güçlü baskısı karşı devrim yolunda ciddi yol almış emperyalizm ve yerli işbirlikçilerine ikinci bir ders verebilmenin en önemli adımıdır. Aksi, yaratılmış korku imparatorluğuna teslim olmak, yok olmakla eşdeğerdir. 19 Mayıs 1919 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkışı sonrasında asla geri adım atmadığını görmekteyiz.Onun yolu halkın yoluydu ve Samsun’dan başladığı yolculuğunu tamamladığında Anadolu’da Türkiye’nin ve dünyanın merkezinde; başkenti Ankara olan bağımsız bir Türk devleti kurulmuştur. 2023 yılının Cumhuriyet ile hesaplaşma yılı olacağı açıklamalarını yapan, Cumhuriyete yüz yıllık parantez diyen işbirlikçilere güçlü bir sesle Cumhuriyetimizin dimdik ayakta olduğunu göstermenin vakti gelmiştir. Unutmayalım ki, emperyalizme Birinci Paylaşım Savaşı’nda yenildikten sonra, koşulları ağır bir antlaşma olan (Sevr)sonrasında, önderinin yol göstericiliğinde yeni bir çıkışla emperyalizme diz çöktürülmüş bir milletin evlatlarıyız.Dolayısıyla buradan da önderinin, yol göstericiliğinde ve onun örgütlenme modeliyle -günümüz koşullarını ve araçlarını işin içine katarak- yeniden çıkabilecek şanlı bir mirasın evlatlarıyız. Biz “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir.” diyen büyük bir önderin evlatlarıyız ve: Özgürlük ve bağımsızlık bizim karakterimizdir…  ]]>
Ekleme Tarihi: 14 Mayıs 2022 - Cumartesi
Sizden Gelenler

Çıkış | Hatice Topçu Yazdı

Lozan görüşmeleri sürecinde, Gazi Mustafa Kemal Atatürk Ankara’da görüşmeleri takip etmektedir.Bu süreçte “bir ülkede yurttaşların zararına olarak yabancılara verilen ayrıcalıklar” olarak bilinen ‘kapitülasyonlar’ hakkındaki tespitleri Osmanlı’nın getirilmiş olduğu yeri görebilmek bakımından çok önemlidir.

Bilindiği üzere kapitülasyonlar; siyasi, askeri ve ekonomik olmak üzere üç alanda uygulanmaktaydı. Büyük Atatürk’ten aktaracağım kapitülasyonlar konusundaki tespitleri Nutuk’tan alınmıştır.

“Efendiler, biliyorsunuz ki Yeni Türk Devleti’nin aldığı Osmanlı Devleti Uhud-ı Atika (Eski anlaşmalar) adı altında birtakım kapitülasyonların tutsağıydı. Hıristiyan halkın birçok hakları ve ayrıcalıkları vardı. Osmanlı Devleti, Osmanlı ülkesinde oturan yabancılara karşı yargı haklarını uygulamazdı; Osmanlı yurttaşlarından aldığı vergiyi, yabancılardan alması engellenmiş bulunuyordu. Devletin varlığını kemiren ve kendi sınırları içinde yaşayan azınlıklarla ilgili önlemler alması mümkün değildi.

Osmanlı Devleti, kendisini kuran temel unsurun, Türk Milletinin, insanca yaşamasını sağlayacak önlemleri alma bakımından da engellenmişti; ülkeyi imar edemez, demiryolu yaptıramazdı. Hatta okul yaptırmak bile serbest değildi. Bu gibi durumlarda, yabancı devletler hemen işe karışırlardı.

Osmanlı hükümdarları ve yakınları, debdebe ve gösteriş içinde yaşayabilmek için ülke ve milletin bütün servet kaynaklarını kuruttuktan başka, milletin her türlü çıkarlarını peşkeş çekerek, devletin onur ve şerefini feda ederek, birçok dış borçlar yapmışlardı.  O kadar ki, devlet bu dış borçların faizlerini bile ödeyemeyecek duruma gelmiş, dünyanın gözünde iflas etmiş sayılmıştı.”

Bütün bunlar günümüzde yaşananla ne kadar örtüşüyor değil mi?

Kapitülasyonlar, İmparatorluğun planlı adımlarla iflas ettirilişi, devamında parçalanma noktasına getirilişi ve Birinci Paylaşım Savaşı’nda yenik devletler arasında yerini alması sonrasında işgallerle dört bir yanından kuşatılmasının başlangıcıydı.

Tarihin o sayfasına dönelim. Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşından yenik çıkmış, işgaller başlamış ve Anadolu ateşler içinde yanmaktadır.  İtilaf devletleri Osmanlı’ya Sevr’i imzalatmak için baskı yapmaktadır.

Sonunda, Tevfik Paşa başkanlığında oluşturulmuş bir heyet Paris’e giderek anlaşma taslağını teslim alır (11 Mayıs 1920). Tevfik Paşa metni okuyunca çok üzülür ve merkeze gönderdiği telgrafta, antlaşmanın değil bağımsızlık, devlet kavramıyla da bağdaşmadığını bildirir.

Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Lozan görüşmeleri sürecindeki şu ifadeleri aslında emperyalizmin hesaplarını anlamak bakımından çok önemlidir:

“…Görüşmeler ateşli tartışmalarla geçiyordu. Türk haklarını onaylayan olumlu bir sonuç görülmüyordu. Ben bunu çok doğal buluyordum. Çünkü, Lozan barış masasında ele alınan sorunlar, yalnız üç dört yıllık yeni döneme ait ve onunla sınırlı kalmıyordu. Yüzyılların hesapları görülüyordu. Bu kadar eski, bu kadar karışık, bu kadar kirli hesapların içinden çıkmak, elbette o kadar basit ve kolay olmayacaktı.”

          Ne yazık kibugün içinde bulunduğumuz süreçte bu hesaplar devam etmektedir. Osmanlı Devleti’ne idam fermanını imzalatan emperyalist güçler, bugün ülkemizi göçler yoluyla kuşatmış, ekonomik olarak çökertmiş, Sermayenin egemenliği ile yağmalamış, yabancılara tanınan ayrıcalıklar ile Türk Milleti’ni açlığın, yoksulluğun pençesine sürüklemiştir.

Bir önceki yazımda Atatürk’ün büyük nutkundan ve cumhuriyetin gençliğe emaneti sürecinden söz etmiştim.  O emanetin tehlikede olduğunu görmeyenler halen mevcut. Ancak, gelinen noktada yaşam koşullarındaki gerçeklik ile bir şeylerin yanlış gittiğinin farkındalar.

Bu süreçte işlevselliğini kaybetmiş bulunan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde vekiller ısrarla bulunmayı sürdürmektedirler. Oysa yapılması gereken bütün dinamiklerin;demokratik kitle örgütleri, meslek kuruluşları, ülkenin çıkışı için çare arayan yurttaşlar ve halen varsa bu gidişten rahatsız seçilmişlerin, yaşanan haksız ve hukuksuz uygulamalar için birlikte güçlübir ses olabilmeleridir. Birlik ve beraberliğin güçlü baskısı karşı devrim yolunda ciddi yol almış emperyalizm ve yerli işbirlikçilerine ikinci bir ders verebilmenin en önemli adımıdır.

Aksi, yaratılmış korku imparatorluğuna teslim olmak, yok olmakla eşdeğerdir.

19 Mayıs 1919 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkışı sonrasında asla geri adım atmadığını görmekteyiz.Onun yolu halkın yoluydu ve Samsun’dan başladığı yolculuğunu tamamladığında Anadolu’da Türkiye’nin ve dünyanın merkezinde; başkenti Ankara olan bağımsız bir Türk devleti kurulmuştur.

2023 yılının Cumhuriyet ile hesaplaşma yılı olacağı açıklamalarını yapan, Cumhuriyete yüz yıllık parantez diyen işbirlikçilere güçlü bir sesle Cumhuriyetimizin dimdik ayakta olduğunu göstermenin vakti gelmiştir.

Unutmayalım ki, emperyalizme Birinci Paylaşım Savaşı’nda yenildikten sonra, koşulları ağır bir antlaşma olan (Sevr)sonrasında, önderinin yol göstericiliğinde yeni bir çıkışla emperyalizme diz çöktürülmüş bir milletin evlatlarıyız.Dolayısıyla buradan da önderinin, yol göstericiliğinde ve onun örgütlenme modeliyle -günümüz koşullarını ve araçlarını işin içine katarak- yeniden çıkabilecek şanlı bir mirasın evlatlarıyız.

Biz “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir.” diyen büyük bir önderin evlatlarıyız ve: Özgürlük ve bağımsızlık bizim karakterimizdir… 

]]>
Yazıya ifade bırak !

Diğer Yazıları

18
Mayıs
21
Ağustos
28
Haziran
23
Haziran
16
Haziran