Prof. Dr. Tolga Yarman
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Tolga Yarman
 

SEÇİM SLOGANLARIMIZIN BOŞLUĞU VE SİYASİ YAPILANMAMIZIN İÇ YÜZÜ

Ne olur kimse alınmasın, ama, seçim sloganlarını oldukça “anlamsız” buluyorum.Hemen herkes, 19 Nisan sabahından itibaren, neredeyse derhal, işssizliğin biteceğini,tencerelerin kaynayacağını, enflasyonun düşeceğini, ücretlerin artacağını, hastanekuyruklarının önünün alınacağını, çetelerin kökünün kazınacağını, sağlık-eğitim-kenthizmetlerinin aksatılmadan ve iyileştirilerek yürütüleceğini (sanki daha önce değerlipartilerimizin ve bunların birbirinden değerli önderlerinin hiçbiri ortada yokmuş da,bu önderler hatta, daha önceleri hiç görev üstlenmemişler de, bir bakıma çiçeğiburnunda, yeni olarak siyasete atılıyorlarmış gibi), söylüyor.İşssizlik sahiden bitirilebilecekse, nasıl bitecek, bunu belirtmenin sanki bir anlamıyok! İşsizlik, “sloganda” öyle bir bitiyor ki, sanki, maksat hasıl olup, işsizlik bitecekdiyerek göreve talip olanlar, göreve geldikten sonra, hiç bitmese, pek mühim değil!Başta sessiz çoğunluk, hemen hepimiz; kimi siyasi hedeflere sempati duyuyor olarakkilitlensek de; kuzu kuzu, önümüz sıra tren gibi geçen, oylarımızla el salladığımız,adayları çoğunlukla bir yerlerde belirlenip “zenbille” sandıklarımızın yanı başınaindirilen seçime, birbirinden umut verici ama boş sloganlarının hipnozunda,bakakalmakla yetiniyoruz.Kimler oysa, şu kimi siyasi hedeflere nasıl kilitleniyor, yani ülkemizde siyasiyapılanma nasıl gerçekleşiyor? Cevabını partilerimizin de çok fazla bilmediklerinisandığımız bu soruna, hem siyaset gözlemlerimiz, hem de yeni olaraktamamladığımız bir araştırma uzantısında eğilmek isteğindeyiz.Bir defa hemen şunu belirtmeliyim ki, “sağ-sol”dan ibaret bir tasnif bizim siyasetyapılanmamız itibariyle fevkalde yavan. Böyle bir çerçevede, bilhassa da kimibilimcilerimizin, ANAP, DYP, MHP, BBP, hatta FP’sini aynı bir “sağ kefeye”, CHPve DSP’yi aynı bir “sol kefeye” koymalarını yadırgıyor, bunu ayrıca düşüncetembelliğinde, hatta ehliyetsizliğinde bir yaklaşım olarak değerlendiriyor,ayıplıyorum.Ülkemizde, “Marksist” anlamda bir “emek-sermaye” ayrışması hiç yok değil. Siyasianatomimiz, yani partilerimizin yapılanması buradan hiç kök almıyor değil. Amasiyasi yapılanmamızın kökeninde sadece ve sadece “emek” ve “sermaye” ögeleribulunmuyor. Batı’da meydana gelmiş siyasi yapılanmadan, bu nedenle oldukça farklıbir siyasi yapılanma ülkemizde boy atıyor.Bunun derindeki sebebi, ülkemizde, “sanayileşme” ve “kentleşme” arasındakimünasebetin Batı’dakinden çok farklı çalışması. Batı’da “sanayileşme, kentleşmeninyegane motoru”. Başka bir deyişle, Batı’da sanayileşme ile birlikte, insanlar kırsalkesimden kentlere cezbediliyorlar. Kentlere gelenler sanayi tarafından istihdam 2ediliyor, emekleştiriliyorlar. Böylelikle “fabrikaları kuranlar” ile, “bunlarınçalıştırdıkları”, “emek” ve “sermaye” olarak çatışıyor ve ayrışıyorlar.Bizde, dediğim gibi bu hiç yok değil. Ama bunun yanı sıra pek çok başka devinim demevcut. Bir defa işte, kentler “cazibe merkezi”; kırsal kesimden insanlarımızı çekiyor.Diğer bir yandan “kırsal kesim” (tarım alanlarının yetmezliği, geçim sıkıntısı, daha iyiyaşam koşullarına duyulan özlem, terör gibi), birbirinden değişik pek çok sebeptendolayı, oradaki insanlarımızı itiyor. Ne var ki kentlere, çok zalim bir hayatınpençesinde olarak gelenler, buralardaki sanayi odakları tarafından tamamen istihdamedilemiyor. Hatta önemli bir ölçüde, deyimin tam anlamıyla, “sokakta kalıyor”!Güvencesiz, günü birlik, ayakta kalma mücadelesi içinde yaşamaya çabalıyor.Soyutta yinelersem, bizde işte (Batı’dakinden iyice farklı olarak), “sanayileşmekentleşmenin yegane motoru değil”; çarpıcı şekilde buna bağlı olarak, geniş birtoplum kesitimiz açısından, adeta bir “sosyal afet” yaşıyoruz.Şu var ki, kapıldıkları zalim hayatın pençesindeki insanlarımız (çoğumuzun,olmamasını beklediğimiz için kınadığımız, ancak gerçekte anlamak durumundaolduğumuz bir biçimde), ama “memleketçilik” yaparak, ama “mezhepsel” ya da“etnik dayanışmalar” gelişitirerek, öz savunma refleksleriyle, öyle ya da böyle,siyasete ağırlıklarını koyuyorlar.Buradan, galiba derinlemesine çok kimsenin farkında olmadığı, ülkemize çok özgüboyutlarda yaşanan, “kentlere önden gelenler” ile “arkadan gelenlerin”, kabuk kabukkümeleşip biteviye ayrışmalarını içeren bir siyasi yapılanma ortaya çıkıyor.Kimilerinin vukufsuzca, “orta sağ” - “orta sol” diye algılayıp, “bunlar niyebirleşmiyorlar” dediği, siyasi sahnedeki partilerimiz gerçekte, ayrı ayrı, bu sosyalkabuklardan besleniyorlar.Biz bu süreci, belirgin olarak 1960’lardan beri yaşıyoruz. O zamanlar, başta İstanbul,büyük kentlere Karadenizliler gelmeye başlıyor. Biraz biraz da Doğulular…Bu çerçevede, en önce “kentlerdeki yerleşikler” ile “Karadenizliler” ayrışmayabaşlıyor. Karadenizliler, kentlerdeki yerleşiklere karşıt olarak, buralardaki dargelirlilerden destek buluyorlar; Doğulular’dan da… Karaoğlan’ın “Toprak işleyenin,su kullananın”, “Ne ezen ne ezilen, hakça bir düzen” sloganlarında simgelenen, ayrıcaaydın hareketiyle rüzgarlanan “demokratik sol yükseliş”, işte buradan beslenipgüçleniyor.Göç hareketinin ivmelenmesi ile, Doğulular akın akın kentlere geliyor. İlginç birsüreç boy atıyor. Bir yandan kentlere intikal etmiş olanlar, yerleşikleşme çabasındaoluyorlar; diğer bir yandan yeni gelenler kentlerin varoşlarında, birbirlerinin üzerine,biteviye yığılıyorlar. Önden gelenler arkadan gelenleri, zaten kendilerine pek nefesaldırtmayan daracık “geçim alanlarından” kentin dışarılarına doğru itiyor; sonradangelip, gitgide daha uzaklardaki varoşlara yığılanlar, kendilerine “geçim alanları”oluşturmak üzere, kent merkezlerine sokulmaya çaba sarfederken, önlerindekileri,yaşam mücadelesi verdikleri alanlarda, itip kakıp sıkıştırıyorlar. 3Bu çerçevede, kentlere en önceleri gelmiş Karadenizliler’le sonradan gelmişKaradenizliler ayrıştıkları gibi, önden gelmiş Karadenizliler’le bunların arkasındangelmiş Doğulular, bir süre önce gelmiş Doğulular’la daha sonra gelen Doğulular, ilkbakışta belli belirsiz olsa da, aslında kabuk kabuk kümeleşip, çatışıyor ve siyasetenayrışıyorlar.Bu o kadar böyle ki, bir bakıyorsunuz, partilerin içindeki, kimilerinin vukufsuzca“hizip” diyip geçtikleri siyasi ayrışmalar, işte buralardan kökler alıyor.Ayrıntısıyla bilerek söylüyorum, sekiz yıl kadar önce, bakın, Ankara – İstanbulistikametinde İstanbul’a geldiğinizi düşünün, E-5 Karayolu, SHP örgütlerinin içindengeçiyormuş gibiydi (pek kimse de bunun farkında değildi)! Tuzla, Pendik, Kartalilçelerimizde, E-5 Karayolu’nun “deniz” tarafında oturan, yani önemli ölçüdeyerleşikleşmiş olan, SHP’liler (o zamanki Genel Sekreter) Sayın Baykal’ın etrafındakümeleniyorlardı; bu ilçelerde E-5 Karayolu’nun öteki tarafında, sonradan geldikleriiçin ancak “tepelerde” yer bulmuş olup, kente tutunmaya çabalayan SHP’liler ise (ozamanki) Genel Başkan Sayın İnönü’nün etrafında kümelenip, yaşammücadelelerinde birincilerle ayrışıyor ve çatışıyorlardı.Benzer durum, İstanbul’un hemen her ilçesinde olduğu gibi, bütün kıyıkoridorumuzda, o arada tabiatıyla Kocaeli, Ankara gibi büyük kentlerde geçerliydi.Bu tablo, fevkalade ilginç olarak, “ülkemizdeki genel siyasi yapılanmanın haritasını”işaret ediyor. Kentlere önden gelenlerle arkadan gelenler, esas olarak, yalnızca birparti içinde ayrışıyor, buradaki “hizipsel hareketleri” besliyor değiller; bu daha derinbir sürecin türevi; gerçekte, kentlere “önden gelenler” ile (bunların, ya maiyet kılmakyahut püskürtmek istediği, ancak kendilerine yaşam alanı oluşturma çabasında olup,ayrıca önden gelenlerin maiyeti olmamaya direnirken onlara baskı yapan) “arkadangelenler”, böyle bir süreçte çeşitli partilerimizi oluşturmaktalar.Kentlere önden gelmiş olup, öyle ya da böyle kentlileşmiş olanlara “yerleşikler”diyorum. Arkadan gelenlere genelde “göçerler” diyorum. Bu deyimi Türkçemiz’in“geniş zamanında” olarak ifade ediyorum, çünkü özellikle Doğu’dan kentleregelenler, malum hemen “kentli” olmuyorlar; bunun için uzun bir süre çabasarfediyorlar.Bir de “göçmenleri”, eski deyişle “muhacirleri” tanımlamalıyım. Bunlar kentlereTrakya’dan, Yunanistan’dan, Bulgaristan’dan, şimdilerde Balkanlar’ın ötekiyörelerinden, biraz da Kafkaslar’dan gelenler. Bunları “göçerlerden” ayırıyorum.Bunun bir sebebi şu; buralardan, özellikle, evvelce gelmiş olanlar, biraz da devletpolitikaları itibariyle, iskan edildikleri, kendilerine iş imkanları oluşturulmaya özengösterildiği için, kentlileşmeye, “Doğulu göçerlere” oranla, daha ileri evrelerdenbaşlıyorlar.Kestirmeden ifade edecek olursak, ülkemizdeki siyasi anatomiyi, “yerleşikler”,“göçerler” ve “göçmenlerin” oluşturdukları “dinamikler” arasındaki çekişmeler,çelişkiler, buna da bağlı olarak ayrışmalar belirliyor. Böylesi bir ayrışma, aşikar(ulusal bütünlüğümüzü zedeleyecek ölçüde) birbirinden hayli farklı gelir gruplarını,dolayısıyla da hayli farklı “yaşam rahatlıklarını” ya da tam tersi “yaşam zorluklarını”işaret etmekte. 41995 Genel Seçimi bazında yaptığımız bir araştırma gösterdi ki, deniz kentlerimizde,ANAP (yerleşikliğin bariz bir ölçüsü olan) denize en yakın sandıklarda başta gelirken,buralardan geri planlara doğru çekildikçe silikleşmekte. Deniz yakınında Refah Partisiçoğunlukla hiç görünmezken, gerilere doğru, hayatın zorlaşmasına neredeyse paralelolarak fırlamakta.ANAP’ın karşısına (istisnalar ve örtüşmeler saklı olarak) denizden yalnızca bir parçagerideki, örneğin esnaf çarşısında, DYP çıkmakta. Bu partinin oyları da geri planlarageçildikçe düşmekte. Benzer görüntü sözgelişi Ümraniye gibi sonradan kurulmuş birilçemizin ana caddesi ile bunun hemen arkasındaki sokaklara dönük olarak da geçerli.ANAP, ana caddede önde; biraz arka planda DYP öne çıkabiliyor. Daha gerileredoğru ikisi de önemsizleşiyor.Devam ediyorum. CHP (1995 itibariyle) merkezlerde pek yok gibi. Geri planlaradoğru geçildikçe hafifçe tırmanıyor.DSP (yine, 1995 itibariyle) ilginçtir, sanki çoğunlukla “göçmen dinamiklerden”besleniyor. Kentlere Batı’dan gelen göçmen dinamikler, buralara Doğu’dan gelen“göçer dinamiklerden” (bunlara oranla birazcık daha üst gelir gruplarındabulunmaktan, o arada her halde etnik farklılıklardan dolayı), ayrışıyorlar. Bu sebepleDSP Trakya’da, keza, örneğin İstanbul’da Trakyalılar’ın çoğunlukla bulunduğuilçelerde, sözgelişi bir Bayrampaşa’da, hayli öne çıkıyor. Aynı çizgideki çok ilginçbaşka bir örneği; Batı’dan gelip, Bursa’nın Batısı’na yerleşmiş “göçmenlerin”;Doğu’dan gelip bu ilimizin Doğusu’nda tutunmaya çabalayan Doğulu “göçerler” ileayrışarak, DSP’ye yönelmeleri oluşturuyor.Bu arada, MHP’nin, “Doğulu göçerler” ile aynı kent hinterlandında, yaşamkavgasında kapışan, “hayli dar gelir gruplarındaki kent gençlerinden” beslendiğinivurgulamalıyım.İşte bir yığın, birbirinden değişik, Türkçeleri bile (milliyetçisi, muhafazakarı, dincisi,ilericisine göre) farklılaşan sloganların, yer yer paravan, hatta bilinçsiz söylemleringizlediği siyasi yapılanmamızın, hızlı bir dökümü.Neticede kötü olan şu ki, kabaca bakıldığında, Türkiye’nin Doğusu’nda olan partilerBatısı’nda yok. Batısı’nda olan partiler Doğusu’nda yok!Türkiye kabuk kabuk ortaya çıkmış olan, bölgeleriyle, gelir gruplarıyla, etnik dokuayrışmalarıyla iyiden iyiye belirginleşmiş, çok katmanlı bir siyasi anatomininsancılarını yaşıyor; çoğumuz ise sanıyorum, iyice soyut ve anlamsız bir hayalalemindeyiz. Siyasi süreç ise; dörtte birlik oy oranlarıyla en büyük kentlerimiziyönetecek olanları, üçte birlik oy oranlarıyla üçte ikilik parlamento çoğunluklarınıbelirlemeyi benimseniş olduğuna göre; iyice piyangolaştırılmış olarak, ne yazık ki,yaşamdan önemli bir ölçüde dışarlanıp marjinalleşmiş çoğunluğun acıları pahasına,hemen neredeyse, iktidar nemasına bu sefer kimlerin konup palazlanacağına zar atanbir mekanizmaya indirgenmiş bulunuyor. Prof. Dr. Tolga YarmanCumhuriyet, 10 Nisan 1999 ]]>
Ekleme Tarihi: 29 Ocak 2022 - Cumartesi
Prof. Dr. Tolga Yarman

SEÇİM SLOGANLARIMIZIN BOŞLUĞU VE SİYASİ YAPILANMAMIZIN İÇ YÜZÜ

Ne olur kimse alınmasın, ama, seçim sloganlarını oldukça “anlamsız” buluyorum.Hemen herkes, 19 Nisan sabahından itibaren, neredeyse derhal, işssizliğin biteceğini,tencerelerin kaynayacağını, enflasyonun düşeceğini, ücretlerin artacağını, hastanekuyruklarının önünün alınacağını, çetelerin kökünün kazınacağını, sağlık-eğitim-kenthizmetlerinin aksatılmadan ve iyileştirilerek yürütüleceğini (sanki daha önce değerlipartilerimizin ve bunların birbirinden değerli önderlerinin hiçbiri ortada yokmuş da,bu önderler hatta, daha önceleri hiç görev üstlenmemişler de, bir bakıma çiçeğiburnunda, yeni olarak siyasete atılıyorlarmış gibi), söylüyor.İşssizlik sahiden bitirilebilecekse, nasıl bitecek, bunu belirtmenin sanki bir anlamıyok! İşsizlik, “sloganda” öyle bir bitiyor ki, sanki, maksat hasıl olup, işsizlik bitecekdiyerek göreve talip olanlar, göreve geldikten sonra, hiç bitmese, pek mühim değil!Başta sessiz çoğunluk, hemen hepimiz; kimi siyasi hedeflere sempati duyuyor olarakkilitlensek de; kuzu kuzu, önümüz sıra tren gibi geçen, oylarımızla el salladığımız,adayları çoğunlukla bir yerlerde belirlenip “zenbille” sandıklarımızın yanı başınaindirilen seçime, birbirinden umut verici ama boş sloganlarının hipnozunda,bakakalmakla yetiniyoruz.Kimler oysa, şu kimi siyasi hedeflere nasıl kilitleniyor, yani ülkemizde siyasiyapılanma nasıl gerçekleşiyor? Cevabını partilerimizin de çok fazla bilmediklerinisandığımız bu soruna, hem siyaset gözlemlerimiz, hem de yeni olaraktamamladığımız bir araştırma uzantısında eğilmek isteğindeyiz.Bir defa hemen şunu belirtmeliyim ki, “sağ-sol”dan ibaret bir tasnif bizim siyasetyapılanmamız itibariyle fevkalde yavan. Böyle bir çerçevede, bilhassa da kimibilimcilerimizin, ANAP, DYP, MHP, BBP, hatta FP’sini aynı bir “sağ kefeye”, CHPve DSP’yi aynı bir “sol kefeye” koymalarını yadırgıyor, bunu ayrıca düşüncetembelliğinde, hatta ehliyetsizliğinde bir yaklaşım olarak değerlendiriyor,ayıplıyorum.Ülkemizde, “Marksist” anlamda bir “emek-sermaye” ayrışması hiç yok değil. Siyasianatomimiz, yani partilerimizin yapılanması buradan hiç kök almıyor değil. Amasiyasi yapılanmamızın kökeninde sadece ve sadece “emek” ve “sermaye” ögeleribulunmuyor. Batı’da meydana gelmiş siyasi yapılanmadan, bu nedenle oldukça farklıbir siyasi yapılanma ülkemizde boy atıyor.Bunun derindeki sebebi, ülkemizde, “sanayileşme” ve “kentleşme” arasındakimünasebetin Batı’dakinden çok farklı çalışması. Batı’da “sanayileşme, kentleşmeninyegane motoru”. Başka bir deyişle, Batı’da sanayileşme ile birlikte, insanlar kırsalkesimden kentlere cezbediliyorlar. Kentlere gelenler sanayi tarafından istihdam

2ediliyor, emekleştiriliyorlar. Böylelikle “fabrikaları kuranlar” ile, “bunlarınçalıştırdıkları”, “emek” ve “sermaye” olarak çatışıyor ve ayrışıyorlar.Bizde, dediğim gibi bu hiç yok değil. Ama bunun yanı sıra pek çok başka devinim demevcut. Bir defa işte, kentler “cazibe merkezi”; kırsal kesimden insanlarımızı çekiyor.Diğer bir yandan “kırsal kesim” (tarım alanlarının yetmezliği, geçim sıkıntısı, daha iyiyaşam koşullarına duyulan özlem, terör gibi), birbirinden değişik pek çok sebeptendolayı, oradaki insanlarımızı itiyor. Ne var ki kentlere, çok zalim bir hayatınpençesinde olarak gelenler, buralardaki sanayi odakları tarafından tamamen istihdamedilemiyor. Hatta önemli bir ölçüde, deyimin tam anlamıyla, “sokakta kalıyor”!Güvencesiz, günü birlik, ayakta kalma mücadelesi içinde yaşamaya çabalıyor.Soyutta yinelersem, bizde işte (Batı’dakinden iyice farklı olarak), “sanayileşmekentleşmenin yegane motoru değil”; çarpıcı şekilde buna bağlı olarak, geniş birtoplum kesitimiz açısından, adeta bir “sosyal afet” yaşıyoruz.Şu var ki, kapıldıkları zalim hayatın pençesindeki insanlarımız (çoğumuzun,olmamasını beklediğimiz için kınadığımız, ancak gerçekte anlamak durumundaolduğumuz bir biçimde), ama “memleketçilik” yaparak, ama “mezhepsel” ya da“etnik dayanışmalar” gelişitirerek, öz savunma refleksleriyle, öyle ya da böyle,siyasete ağırlıklarını koyuyorlar.Buradan, galiba derinlemesine çok kimsenin farkında olmadığı, ülkemize çok özgüboyutlarda yaşanan, “kentlere önden gelenler” ile “arkadan gelenlerin”, kabuk kabukkümeleşip biteviye ayrışmalarını içeren bir siyasi yapılanma ortaya çıkıyor.Kimilerinin vukufsuzca, “orta sağ” - “orta sol” diye algılayıp, “bunlar niyebirleşmiyorlar” dediği, siyasi sahnedeki partilerimiz gerçekte, ayrı ayrı, bu sosyalkabuklardan besleniyorlar.Biz bu süreci, belirgin olarak 1960’lardan beri yaşıyoruz. O zamanlar, başta İstanbul,büyük kentlere Karadenizliler gelmeye başlıyor. Biraz biraz da Doğulular…Bu çerçevede, en önce “kentlerdeki yerleşikler” ile “Karadenizliler” ayrışmayabaşlıyor. Karadenizliler, kentlerdeki yerleşiklere karşıt olarak, buralardaki dargelirlilerden destek buluyorlar; Doğulular’dan da… Karaoğlan’ın “Toprak işleyenin,su kullananın”, “Ne ezen ne ezilen, hakça bir düzen” sloganlarında simgelenen, ayrıcaaydın hareketiyle rüzgarlanan “demokratik sol yükseliş”, işte buradan beslenipgüçleniyor.Göç hareketinin ivmelenmesi ile, Doğulular akın akın kentlere geliyor. İlginç birsüreç boy atıyor. Bir yandan kentlere intikal etmiş olanlar, yerleşikleşme çabasındaoluyorlar; diğer bir yandan yeni gelenler kentlerin varoşlarında, birbirlerinin üzerine,biteviye yığılıyorlar. Önden gelenler arkadan gelenleri, zaten kendilerine pek nefesaldırtmayan daracık “geçim alanlarından” kentin dışarılarına doğru itiyor; sonradangelip, gitgide daha uzaklardaki varoşlara yığılanlar, kendilerine “geçim alanları”oluşturmak üzere, kent merkezlerine sokulmaya çaba sarfederken, önlerindekileri,yaşam mücadelesi verdikleri alanlarda, itip kakıp sıkıştırıyorlar.

3Bu çerçevede, kentlere en önceleri gelmiş Karadenizliler’le sonradan gelmişKaradenizliler ayrıştıkları gibi, önden gelmiş Karadenizliler’le bunların arkasındangelmiş Doğulular, bir süre önce gelmiş Doğulular’la daha sonra gelen Doğulular, ilkbakışta belli belirsiz olsa da, aslında kabuk kabuk kümeleşip, çatışıyor ve siyasetenayrışıyorlar.Bu o kadar böyle ki, bir bakıyorsunuz, partilerin içindeki, kimilerinin vukufsuzca“hizip” diyip geçtikleri siyasi ayrışmalar, işte buralardan kökler alıyor.Ayrıntısıyla bilerek söylüyorum, sekiz yıl kadar önce, bakın, Ankara – İstanbulistikametinde İstanbul’a geldiğinizi düşünün, E-5 Karayolu, SHP örgütlerinin içindengeçiyormuş gibiydi (pek kimse de bunun farkında değildi)! Tuzla, Pendik, Kartalilçelerimizde, E-5 Karayolu’nun “deniz” tarafında oturan, yani önemli ölçüdeyerleşikleşmiş olan, SHP’liler (o zamanki Genel Sekreter) Sayın Baykal’ın etrafındakümeleniyorlardı; bu ilçelerde E-5 Karayolu’nun öteki tarafında, sonradan geldikleriiçin ancak “tepelerde” yer bulmuş olup, kente tutunmaya çabalayan SHP’liler ise (ozamanki) Genel Başkan Sayın İnönü’nün etrafında kümelenip, yaşammücadelelerinde birincilerle ayrışıyor ve çatışıyorlardı.Benzer durum, İstanbul’un hemen her ilçesinde olduğu gibi, bütün kıyıkoridorumuzda, o arada tabiatıyla Kocaeli, Ankara gibi büyük kentlerde geçerliydi.Bu tablo, fevkalade ilginç olarak, “ülkemizdeki genel siyasi yapılanmanın haritasını”işaret ediyor. Kentlere önden gelenlerle arkadan gelenler, esas olarak, yalnızca birparti içinde ayrışıyor, buradaki “hizipsel hareketleri” besliyor değiller; bu daha derinbir sürecin türevi; gerçekte, kentlere “önden gelenler” ile (bunların, ya maiyet kılmakyahut püskürtmek istediği, ancak kendilerine yaşam alanı oluşturma çabasında olup,ayrıca önden gelenlerin maiyeti olmamaya direnirken onlara baskı yapan) “arkadangelenler”, böyle bir süreçte çeşitli partilerimizi oluşturmaktalar.Kentlere önden gelmiş olup, öyle ya da böyle kentlileşmiş olanlara “yerleşikler”diyorum. Arkadan gelenlere genelde “göçerler” diyorum. Bu deyimi Türkçemiz’in“geniş zamanında” olarak ifade ediyorum, çünkü özellikle Doğu’dan kentleregelenler, malum hemen “kentli” olmuyorlar; bunun için uzun bir süre çabasarfediyorlar.Bir de “göçmenleri”, eski deyişle “muhacirleri” tanımlamalıyım. Bunlar kentlereTrakya’dan, Yunanistan’dan, Bulgaristan’dan, şimdilerde Balkanlar’ın ötekiyörelerinden, biraz da Kafkaslar’dan gelenler. Bunları “göçerlerden” ayırıyorum.Bunun bir sebebi şu; buralardan, özellikle, evvelce gelmiş olanlar, biraz da devletpolitikaları itibariyle, iskan edildikleri, kendilerine iş imkanları oluşturulmaya özengösterildiği için, kentlileşmeye, “Doğulu göçerlere” oranla, daha ileri evrelerdenbaşlıyorlar.Kestirmeden ifade edecek olursak, ülkemizdeki siyasi anatomiyi, “yerleşikler”,“göçerler” ve “göçmenlerin” oluşturdukları “dinamikler” arasındaki çekişmeler,çelişkiler, buna da bağlı olarak ayrışmalar belirliyor. Böylesi bir ayrışma, aşikar(ulusal bütünlüğümüzü zedeleyecek ölçüde) birbirinden hayli farklı gelir gruplarını,dolayısıyla da hayli farklı “yaşam rahatlıklarını” ya da tam tersi “yaşam zorluklarını”işaret etmekte.

41995 Genel Seçimi bazında yaptığımız bir araştırma gösterdi ki, deniz kentlerimizde,ANAP (yerleşikliğin bariz bir ölçüsü olan) denize en yakın sandıklarda başta gelirken,buralardan geri planlara doğru çekildikçe silikleşmekte. Deniz yakınında Refah Partisiçoğunlukla hiç görünmezken, gerilere doğru, hayatın zorlaşmasına neredeyse paralelolarak fırlamakta.ANAP’ın karşısına (istisnalar ve örtüşmeler saklı olarak) denizden yalnızca bir parçagerideki, örneğin esnaf çarşısında, DYP çıkmakta. Bu partinin oyları da geri planlarageçildikçe düşmekte. Benzer görüntü sözgelişi Ümraniye gibi sonradan kurulmuş birilçemizin ana caddesi ile bunun hemen arkasındaki sokaklara dönük olarak da geçerli.ANAP, ana caddede önde; biraz arka planda DYP öne çıkabiliyor. Daha gerileredoğru ikisi de önemsizleşiyor.Devam ediyorum. CHP (1995 itibariyle) merkezlerde pek yok gibi. Geri planlaradoğru geçildikçe hafifçe tırmanıyor.DSP (yine, 1995 itibariyle) ilginçtir, sanki çoğunlukla “göçmen dinamiklerden”besleniyor. Kentlere Batı’dan gelen göçmen dinamikler, buralara Doğu’dan gelen“göçer dinamiklerden” (bunlara oranla birazcık daha üst gelir gruplarındabulunmaktan, o arada her halde etnik farklılıklardan dolayı), ayrışıyorlar. Bu sebepleDSP Trakya’da, keza, örneğin İstanbul’da Trakyalılar’ın çoğunlukla bulunduğuilçelerde, sözgelişi bir Bayrampaşa’da, hayli öne çıkıyor. Aynı çizgideki çok ilginçbaşka bir örneği; Batı’dan gelip, Bursa’nın Batısı’na yerleşmiş “göçmenlerin”;Doğu’dan gelip bu ilimizin Doğusu’nda tutunmaya çabalayan Doğulu “göçerler” ileayrışarak, DSP’ye yönelmeleri oluşturuyor.Bu arada, MHP’nin, “Doğulu göçerler” ile aynı kent hinterlandında, yaşamkavgasında kapışan, “hayli dar gelir gruplarındaki kent gençlerinden” beslendiğinivurgulamalıyım.İşte bir yığın, birbirinden değişik, Türkçeleri bile (milliyetçisi, muhafazakarı, dincisi,ilericisine göre) farklılaşan sloganların, yer yer paravan, hatta bilinçsiz söylemleringizlediği siyasi yapılanmamızın, hızlı bir dökümü.Neticede kötü olan şu ki, kabaca bakıldığında, Türkiye’nin Doğusu’nda olan partilerBatısı’nda yok. Batısı’nda olan partiler Doğusu’nda yok!Türkiye kabuk kabuk ortaya çıkmış olan, bölgeleriyle, gelir gruplarıyla, etnik dokuayrışmalarıyla iyiden iyiye belirginleşmiş, çok katmanlı bir siyasi anatomininsancılarını yaşıyor; çoğumuz ise sanıyorum, iyice soyut ve anlamsız bir hayalalemindeyiz. Siyasi süreç ise; dörtte birlik oy oranlarıyla en büyük kentlerimiziyönetecek olanları, üçte birlik oy oranlarıyla üçte ikilik parlamento çoğunluklarınıbelirlemeyi benimseniş olduğuna göre; iyice piyangolaştırılmış olarak, ne yazık ki,yaşamdan önemli bir ölçüde dışarlanıp marjinalleşmiş çoğunluğun acıları pahasına,hemen neredeyse, iktidar nemasına bu sefer kimlerin konup palazlanacağına zar atanbir mekanizmaya indirgenmiş bulunuyor.

Prof. Dr. Tolga YarmanCumhuriyet, 10 Nisan 1999

]]>
Yazıya ifade bırak !

Diğer Yazıları

27
Mayıs
28
Ekim
28
Mayıs
15
Şubat
05
Eylül