Türkiye’de bir yöntem yanlışlığı söz konusu... 1920’li ve 30’lu yılları bir kenara bırakırsak bu yöntem yanlışı yüzyıl öncesinin mirası... Gündemden düşürülmeyen “Kürt Meselesi”nin çözümsüzlüğünün de ardından bu çıkıyor, siyasetin yargıya müdahalesinin de. Nasıl ki 80 Darbesi sonrasında hapishanelerde suçlarını bilmeksizin “eğitilen” binlerce insan olduysa bugün de Ergenekon, Balyoz derken yıllardır yargılanmaksızın hapishanelerde yatan binlerce insan var. Birileri de onlara ders vermeye çalışıyor. Bu ülkede tutuklu ve işçi çocuk ya da çocuk gelin sayısını bilen var mı? Çok fazla, gerçekten çok fazla. Bu ne demek biliyor musunuz? Yöntem yanlışı hem bugünümüzü hem geleceğimizi esir almış durumda. Son 30 yılda terör olgusu ülkemizi manevi ve maddi büyük kayba uğratmıştır. Önce manevi olanı dile getirmemin bilinçli bir sebebi var. Çünkü bu manevi kayıp ülke olma halimizi zorlayan bir etken. Görünen odur ki sorunu yaratanlarla çözmeye çalışanlar maalesef aynı aktörler. O aynı aktörler geçmişte GAP’ın gelişimine engel olurlarken bugün de Hasankeyf’i sular altında bırakacak Ilıca Barajı’nı inşa etmekte diretmektedirler. O aynı aktörler geçmişte seçimleri kazanmak için İstanbul’a göçün önünü açarlarken bugün İstanbul’un nüfusunun fazlalığından şikayet ederek nüfusu, kirliliği Trakya’ya kaydırmanın peşindeler. Neden? Çünkü yeni rant kapıları Trakya’da! İstanbul’un büyümesi başından beri yanlıştı; yıllardır söylediğimiz buydu. İstanbul’un büyümesi Türkiye’nin küçülmesi demektir. Ancak İstanbul’da yeni rant olanakları yaratmak için Trakya’yı kirletmeye kimsenin hakkı olamaz. O yüzden meseleleri Türklük, Kürtlük, Ermenilik ya da Alevilik gibi etnik ya da dini temellerde değerlendirmekten vazgeçmeliyiz. İnsanları hak etmedikleri bir yaşama mahkum eden zihniyet söz konusudur. Bugünün akilleri, Türk sinemasının taçsız krallarının Hollywood ile işbirlikleri yeni değildir. Amerikan rüyasının bu ülkeye girmesine izin verildiğinde taçsız krallardan başka kimseyi tanımıyordu bu halk. O günden bugüne değişen çok şey oldu bu topraklarda; ama değişmeyen çok önemli bir şey, eksik bilgiyle ve başkalarının aklına güvenerek hareket etmek oldu. Aksi durumda, ülke varlıklarını –doğasıyla, tarihiyle, kültürüyle- hiçe sayan, toplumdaki belirli zümrelerin çıkarlarına odaklanmış zihniyetin uygulamalarına ses çıkarılması gerekirdi.
Sokrates, felsefeyi tabiattan çok insana, fizikten çok ahlaka bağlarken yukarıdaki çelişkiyi görmüştü. Meselelere önce insanlar sahip çıkmalıdır. Gücünü, doğru şekilde bilgilenmiş ve süreçleri sorgulamaksızın kabul etmeyen insanlardan almayan her çözüm yöntemi çözümsüzlük yaratacaktır. Ülkemizde yaşanan budur. GELECEĞİNE SAHİP ÇIK!
Hakan Dedeoğlu
TEMA Vakfı Lüleburgaz Gön.(Hürfikir - 23.4.2013)
]]>