Değerli Konuklar
Köy Enstitüleri’nin kuruluşunun 82. yılında hepinizi saygıyla selamlayarak sözlerimebaşlıyorum. Bir toplumun ilerlemesini sağlayan en önemli unsur eğitimdir. Bir ülkenin varlığınıdevam ettirmek ve çağdaş ülkeler arasında yer almak için eğitime büyük yatırım yapılmasıgereklidir. Eğitime yatırım yapmayan toplumlar, karanlıklara doğru sürüklenirler. Eşsizliderimiz Atatürk’ün dediği gibi; “eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek birtopluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder.” Eğitim yasaları, ülkenin geleceğiolan çocukların, çocukluk dönemi ve sonrasındaki gelişimini sağlayacak düzenlemeleriiçermesi gerekir. Bunun yanında fırsat eşitliğinin sağlanması ve nitelikli bir eğitimle öğrenilentemel bilgilerin, bilimin ışığında yaşamla ilişkilendirilmesi hedeflenmelidir. Eğer hedefinizbugün ülkemizde yaşadıklarımız gibi farklıysa, eğitim konusunda geriye gidersiniz.Osmanlı döneminde kadın, insan sayılmazdı. Tiyatro, opera, bale, müzik, resim, heykel vespor yoktu. Arkeolojik eserler padişahın izniyle açık açık çalınarak, yurt dışındasergileniyordu. Okuma yazma oranı erkeklerde %6, kadınlarda ise binde altıydı. Okul yaşıgelen her dört çocuktan üçü okula gitmiyordu. Toplam 4894 ilkokul, sadece 72 ortaokul ve 85lise vardı. Kızların okula gitme oranı çok düşüktü, lisede okuyan 7.500 erkek öğrenciyekarşılık sadece 230 kız öğrenci vardı. Öğretmenlerin üçte birinin, öğretmenlik eğitimi yoktu.Üniversite denebilecek sadece darülfünun vardı ve medreseden çok farklı değildi.
Darülfünun’da 2.700 erkek öğrenciye karşılık 200 kız öğrenci okuyordu. Ülkede bilim yoktu,İbrahim Müteferrika’dan itibaren 150 yıl boyunca basılan kitap sayısı sadece 417 idi. Butopraklara kitap gelene kadar, Avrupa’da 3 milyona yakın farklı kitap basılmış ve satılmıştı.Osmanlı’da Meşrutiyetle birlikte eğitim konusuna önem verilmiştir ama uzun yıllar okullardahangi derslerin okutulacağının ve her derste hangi konuların öğretileceği gibi sadece dersekleyip çıkararak değişiklikler yapılmıştır. Bugün Osmanlı ile övünenlerin bütün bugerçeklerden haberi olduğunu sanmıyorum. Cumhuriyet yönetiminin devraldığı durum böylekötüydü. 1923 yılında yaklaşık 13 milyon olan nüfusun %80’i köyde yaşıyordu ve 40 binköyün %95’inde okul yoktu.Mustafa Kemal Paşa, Kurtuluş Savaşı sürerken eğitim konusunda arkadaşlarıyla planlamalaryapmaktaydı. Savaş kazanılsa bile kıtlık içinde bin bir türlü yoksulluk içinde boğuşan Türkhalkının bir şekilde kalkınması ve kurulacak yeni cumhuriyetin çocuklarının eğitilmesi çokönemli bir konuydu. Türkiye Cumhuriyeti henüz kurulmadan 15 Temmuz 1921 tarihindeMustafa Kemal, savaş meydanından gelerek Ankara’da Maarif (Eğitim) Kongresi’ni yönetmişve Türk Eğitim Sisteminin temellerini atmıştır. Eğitim sistemimizde önemli yer tutan MaarifKongresi, okul ve öğrenci mevcudunu belirlemek, bu konuda yapılması gereken çalışmalarıplanlamak ve eğitime milli bir yön vermek amacıyla toplanmıştır.Büyük önderimiz Atatürk 22 Eylül 1925 günü Samsun İstiklal Ticaret Mektebi’nde yaptığı birkonuşmada şöyle diyor: “Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, hayat için enhakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında mürşit aramak gaflettir, cehalettir,delalettir”. Atatürk’ün uygulamaya koyduğu ulusal, laik ve bilime dayanan çağdaş eğitim veöğretim; akılcı, gerçekçi, deneyci, araştırıcı, eleştirici ve yaratıcı bir öze dayanır.Cumhuriyetle birlikte eğitim felsefesi tamamen değişmiş ve ilerlemecilik ekolünedayandırılmıştır. İlerlemecilik ekolü yararcı felsefenin eğitime yansımasıdır. Yararcı felsefe,değişimi ve gelişimi amaçlar. Yararcı felsefeye göre gerçeğin esası değişim olduğu içineğitimin de sürekli bir değişim ve gelişim içinde olması gerekir. Yararcı felsefe, tutuculuğa,biçimciliğe, sıkı disipline ve dayatmacılığa kesinlikle karşıdır. Mustafa Kemal’in “iş içinde işaracılığıyla eğitim” sözleri, benimsediği yararcı felsefeye yönelik vurguyu ortaya koymaktadır.
Genç Türkiye Cumhuriyeti, büyük kurtarıcımız Atatürk önderliğinde her alanda büyükatılımlara imza atmıştır. Cumhuriyetin ilk 15 yılında Kemalist Eğitim anlayışıyla devrimleryapılmış ve büyük adımlarla ülke dönüştürülmüştür. Özellikle Eğitim Birliği Yasası, harfdevrimi gibi büyük atılımlar, eğitim sisteminin gelişmesinde etkili olmuştur. Türk Eğitimsisteminde 1924’den başlayarak hazırlanan ve uygulanan bütün eğitim programlarında milli,manevî, ahlâkî, kültürel ve sosyal değerler yer almış, programlar aracılığı ile bireyin,toplumun ve ülkenin gereksinimlerinin karşılanması amaçlanmıştır. Toplumu oluşturanbireyler vatandaşa dönüştürülmeye çalışılmıştır. O günlerin koşullarına göre bilinen bilimselyöntemlerle geliştirilen, bilimi temel almaya çabalayan programlarla Köy Enstitüleri, YüksekÖğretmen Okulları ve yaygın eğitim programları ile yurttaşlara ulusal değerler kazandırılmasıhedeflenmiştir.
Kurtuluş Savaşının kazanılmasının ardından Mustafa Kemal, milli eğitim konusunda birprogram hazırlamış ve bu programda dünyaca ünlü eğitimcileri Türkiye’ye çağırarak,ülkemizde bilim yapmalarını sağlamayı düşünmüştür. Cumhuriyetle birlikte uygulanacak yenieğitim anlayışını temellendirmek ve demokratik topluma uygun yeni öğretmen kadrosunuyetiştirme konularında fikirlerinden yararlanmak üzere Colombia Üniversitesi Profesörüeğitimci John Dewey (1959-1952) Türkiye’ye çağrılmıştır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, EğitimBirliği Yasası temelinde çağdaş, bilimsel ve laik esaslara dayalı bir eğitim reformugerçekleştirilmeye çalışılırken, John Dewey gibi uzmanların önerilerinden de yararlanılmıştır.John Dewey 19 Temmuz-10 Eylül 1924 tarihleri arasında İstanbul, Ankara ve Bursa’dagözlem ve incelemelerde bulunmuştur. Bunların sonuçlarını içeren ilk raporunu Türkiye’denayrılmadan vermiştir. Bu raporda eğitimle ilgili olarak devlet bütçesine koyulması gerekenödenekleri ele almıştır. ABD’ye döndükten sonra ikinci ve asıl rapor olan “Türkiye MaarifiHakkında Rapor” isimli otuz sayfadan oluşan raporunu paylaşarak, kurulacak yeni eğitimsistemi hakkındaki önerilerini sıralamıştır. John Dewey izlenimleri sonucu ele aldığı rapordaözellikle tarım-ziraat, okuma-yazma, okuma alışkanlığı, kütüphanecilik ve ilköğretimprogramları gibi konulardan söz etmiş ve okullarının fiziki durumlarının iyileştirilmesi, araçgereçlerin eğitim için yeterli miktarda sağlanması gibi konular üzerinde durmuştur. Eğitiminamaçları ve okul, örgütlenme, uygulama gibi üç temel başlık raporun odak noktasınıoluşturmaktadır.
John Dewey’in hazırladığı iki rapor, yeni kurulan bir cumhuriyet için önemli ve idealist biradımdır. Raporda sunulan başlıklar adeta bir toplumun gelişmesi için demirbaş niteliğitaşımaktadır ve Türk Eğitim Sistemi üzerindeki etkisi azımsanmayacak ölçüdedir. Hatta KöyEnstitülerinin kuruluş mantığında da bu raporun doğrudan yansımalarını görmekmümkündür. 1945 yılında ülkemize tekrar gelen John Dewey, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nüincelemiştir. Bu incelemenin sonunda “Benim düşlediğim okullar Türkiye’de Köy Enstitüsüolarak kurulmuştur. Tüm Dünyanın bu okulları görüp eğitim sistemini, Türklerin kurduğu buokulları göz önünde bulundurarak yeniden yapılandırması isabet olacaktır” sözleri batıbasınında da yayınlanmış ve tarihe geçmiştir. Bu sözleriyle, kurulan bu okullara tümdünyanın ilgisini çekmiştir. Köy Enstitüleri modeli, Türkiye eğitiminin dünya eğitimine büyükbir armağanıdır. UNESCO, Köy Enstitüleri’nden, “bütün gelişmekte olan ülkelere örnekolacak bir eğitim sistemi” diye övgüyle söz etmiştir.
Eğitim üzerine etkili çalışmalar yapan İsviçreli pedagog Johann Heinrich Pestalozzi (1746-1827), iş ile eğitimi birleştirerek, yoksul köylüyü refaha kavuşturmak istemiştir. ÜlkemizdePestalozzi’nin eğitim yaklaşımının yansımaları da Köy Enstitülerinde görülmektedir.Okuma yazma oranı sadece %4 olan bir toplum için, eğitim çok önemliydi. Gençcumhuriyetin Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati, 1926 yılında, 4 tane Köy ÖğretmenOkulunun açılmasına öncülük etmişti. Köydeki çocukların sadece %20 kadarı okulagidebiliyordu. Bu çocuklardan sadece %1’den daha azı, bir üst kademedeki okullara devamedebiliyordu. Geri kalan çocuklar ise ailelerine yardımcı oluyor, zamanla okuryazarlıklarını da unutuyorlardı. Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1935 yılında yapılan 4. Kurultayı’nda ilköğretiminyaygınlaştırılması amacıyla bazı kararlar alındı. Bunların en önemlisi ilköğretiminyaygınlaştırılması amacıyla, askerliğini çavuş olarak yapan köy gençlerinin, kısa bir eğitiminardından, kendi köylerinde eğitmen olarak görevlendirilmesi için bir proje uygulamayakonuldu. İlk uygulama Temmuz 1936 tarihinde başladı ve 84 köylü genç Eskişehir-Çifteler’dealtı aylık yoğun bir eğitimin ardından köy eğitmeni olarak görevlendirildi. Bu eğitmenler, kendiköylerine verilerek, üç sınıflı ilkokullarda karma, iş eğitimine dayalı, uygulamalı öğretimyapmaya başladılar. Uygulamanın başarılı olması üzerine kursların sayısı arttırıldı,eğitmenlere toprak, tohumluk, fidan ve tarım araçları da verilerek, bulundukları bölgedetarımsal çalışmalara öncülük etmeleri sağlandı.1937 yılında konu daha kapsamlı olarak ele alındı ve Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’ınöncülüğünde Köy Eğitmenleri Yasası çıkarılarak Eskişehir-Çifteler’de (1937), İzmir-Kızılçullu’da (1937), Edirne-Karaağaç’ta (1938) (bu okul daha sonra Kırklareli-Kepirtepe’yetaşındı) ve Kastamonu-Gölköy’de (1939) Köy Eğitmen okulları açıldı. Bu okullar 1939 yılındaçıkarılan yasayla Köy Öğretmen Okulları adını aldı.Bu çalışma Hasan Âli Yücel’in 28 Aralık 1938 tarihinden sonra Milli Eğitim Bakanı olmasınınardından daha da genişletildi. Başlatılan yeni programın mimarı, dönemin İlköğretim GenelMüdürü İsmail Hakkı Tonguç idi. Köy Enstitüleri’nin ilk çalışma deneyimleri, Köy ÖğretmenOkullarında yapılmış ve istenilen verimin alındığı görülmüştü. Bu gelişmeler sonucunda, 17Nisan 1940 tarihinde Köy Enstitüleri Yasası çıktı. Bu yasa Köy Öğretmen Okullarınınenstitüye dönüştürülmesini ve 17 yeni Köy Enstitüsünün açılmasını öngörüyordu. MeclisteKöy Enstitüleri’nin yasalaşması çok tartışmalı geçti. Birçok tutucu, dinci, toprak ağaları; baştaKazım Karabekir, Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Emin Sazak olmak üzerehalkın aydınlanmasını istemeyen milletvekilleri bu yasaya karşı çıktılar. Yasa meclisteoylanırken red oyu çıkmadı ama 278 kabul oyuna karşılık, 148 milletvekilinin oylamayakatılmaması, yasaya olan tepkinin belirtisiydi.
1940 yılında 10 enstitü daha açıldı: Sakarya-Arifiye, Antalya-Aksu, Balıkesir-Savaştepe,Isparta-Gönen, Adana-Düziçi, Kayseri-Pazarören, Samsun-Akpınar, Trabzon-Beşikdüzü,Kars-Cılavuz , Malatya-Akçadağ. Bundan sonra açılan 7 enstitü Konya-İvriz (1941), Ankara-Hasanoğlan (1941), Sivas-Yıldızeli (1941), Erzurum-Pulur (1942), Diyarbakır-Dicle (1944)Aydın-Ortaklar (1944), Van-Ernis (1948) ise diğer enstitülerde okuyan öğrencilerinyardımlarıyla yapılmıştır.Karma öğretim sistemine dayanan enstitülerin öğretim süresi beş yıldı. Öğrencilerin ilk üçyıllık başarı düzeylerine bakılarak, en başarılılar öğretmenliğe, geri kalanlar diğer köyhizmetlerine yönlendirilecekti. Okullar aynı zamanda birer tarım işliği, sağlık ocağı olarakişlev görecek, çeşitli tohum ve tarım araçlarının ilk denemeleri buralarda yapılacaktı.Enstitülere alınan öğrenciler, okulun yapım işlerinde ve örnek tarım uygulamalarında dagörev aldılar. Derslerde uygulanan metotların özü, öğrencileri çalışmalara yönlendirerek,onlara bilgiyi iş içinde ve iş aracılığıyla öğretmekti.
Köy Enstitüleri, izlediği eğitim metotları bakımından da pedagoji biliminin dikkatle incelediğibir model oluşturmaktadır. Enstitüde okutulan dersler üç gruba ayrılmıştır. Bunlar; %50’sikültür dersleri ve genel bilgi dersleri (Türkçe, tarih, coğrafya, yurttaşlık bilgisi, matematik,fizik, kimya, yabancı dil, öğretmenlik bilgisi, müzik, resim, kitap okuma, tartışma, piyes, gezi,araştırma vb.), %25’i tarım dersleri ve uygulamaları (tarla tarımı, bahçe tarımı, zootekni,kümes hayvancılığı, arıcılık, ipek böcekçiliği, balıkçılık, su ürünleri vb.) ve %25’i de teknikdersler ve uygulamalarıdır (demircilik, tenekecilik, ev ve el sanatları vb.). Enstitülerde yıllıköğrenim süresi 10,5 ay (320 gün), yıllık sürekli izin ise 1,5 aydı (45 gün).Köy Enstitüleri’ne öğretmen yetiştirmek amacıyla 1942-1943 öğretim yılında AnkaraHasanoğlan Köy Enstitüsü’ne bir Yüksek Köy Enstitüsü eklendi. Köy Enstitüleri’nin en
başarılı öğrencileri, öğretmenler kurulu kararı ve sınavla, üç yıllık olan bu okula alındı.Yüksek Köy Enstitüsü, 1947 yılında kapatılana kadar 204 mezun verdi.1946 yılında çok partili sisteme geçildikten sonra, yeni kurulan Demokrat Parti’nin yoğuneleştirileriyle karşılaşan Köy Enstitüleri bu dönemde bir duraklama sürecine girdi. 1947yılında baştan beri Köy Enstitüleri’ne karşı olan Sivas Milletvekili Reşat Şemsettin Sirer’inMilli Eğitim Bakanlığı sırasında, eğitim programları köklü değişikliklere uğratıldı veHasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatıldı. Köy Enstitüleri’nin yönetici ve öğretmenlerideğiştirildi, İsmail Hakkı Tonguç görevden alındı. Enstitülerde öğrenciyi merkez alaneğitimden, kültür ve sanat etkinliklerinden vazgeçildi, iş eğitimi, tarım ve teknik eğitimiprogramdan çıkarıldı.Cumhuriyet Halk Partisi hükümeti, Köy Enstitüleri’ne yaptığı yanlışlıklardan sonra, 1948yılından itibaren din konusunda tavizler vermeye başlamıştı. 15 Şubat 1949 tarihindeilkokullarda seçmeli din derslerinin okutulması, imam hatip kurslarının açılması ve 4 Haziran1949 tarihinde de Ankara'da ilk ilahiyat fakültesinin açılması kararları alınmıştı. Ancak CHP,gericiliğe ödün vermesine karşın yine de 14 Mayıs 1950 seçimlerini kaybetti. 1950seçimlerinde iktidara gelen Demokrat Parti önce enstitülerin sağlık bölümlerini kapattı, sonrada 1951 yılında Köy Enstitüleri’nin programını klasik ilköğretmen okullarının programıylabirleştirdi. 1954 yılında çıkarılan bir yasayla da Köy Enstitüleri tamamen kapatıldı. KöyEnstitüleri’nin adı İlköğretmen Okulu olarak değiştirildi. Böylece çeşitli bahanelerle köyünaydınlanmasının önü kesildi.Yapılan bu önemli eğitim atılımları Atatürk’ün ölümünden sonra yavaşlatılmış, bazı çağdaşatılımlar ise frenlenmişti. Atatürk döneminde yazdırılan başta tarih kitapları olmak üzereokullarında okutulan kitapların yerine 1941 yılında yeni kitaplar yazdırılmıştır. BöyleceKemalist hareketler henüz amaçlarına ulaşma yolundayken, din istismarı da yapılarakdevrimlerin önüne engeller çıkarılmış ve Köy Enstitüleri kapatılmıştır.Köy Enstitüleri, kuruluşundan itibaren Atatürk Devrimlerinin itici gücü olma yolunda hızlı biryol almış, iç ve dış egemen güçleri korkutmuştu. Köy Enstitüleri’nde kapatıldıkları 1954 yılınakadar 17.341 öğretmen, 8.675 eğitmen, 1.599 sağlık memuru yetişti. Enstitülerden çoksayıda şair, yazar, araştırmacı, eğitimci yetişti. 1935’lerde %20 olan okuma yazma oranı,daha yükseklere çıkarıldı. Köy Enstitüleri’nde 15.000 dönüm verimsiz toprak işlenerek tarımalanı yapıldı. 250.000 ağaç dikildi, 2.500 dönüm sebzelik oluşturuldu, 1.200 dönüm bağyapıldı. Binlerce büyük ve küçük baş hayvan yetiştirildi.Ülkemizde eğitim alanındaki devrim karşıtı hareketlerden biri de 27 Aralık 1949 tarihindeimzalanan Fulbright Anlaşması olarak anılan ‘Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında EğitimKomisyonu Kurulması hakkındaki Anlaşma’ ile başlamış ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden13 Mart 1950 tarihinde geçerek 5596 sayılı yasa çerçevesinde çalışmalarına başlamıştır.Fullbright Anlaşması ile cumhuriyetin eğitim programları üzerinde değişiklikler yapılmış,Atatürk döneminde, Türk Tarih Kurumu tarafından yazılmış kitapların hepsi öğretimprogramından kaldırılarak, yerine kendi istedikleri şekilde yazılmış tarih kitapları konulmuştur.Böylece çocuklarımız kendi gerçek tarihlerini bilmeden yetiştirilmeye başlanmıştır. Eğitimsistemimiz, sınav odaklı test sistemi haline getirilmiştir. Bunların yanında emperyalizmin yeşilkuşak projesi adına, eğitimde dinselleştirme ağırlık kazanmıştır.Fulbright Anlaşması, Türk Milli Eğitim sistemini altüst eden, Türkiye’yi parçalayacak alt yapıyıoluşturan ve Atatürk’ün Türk Milliyetçiliği fikir sistemini yok etmeyi planlayan bir anlaşmadır.ABD, Fulbright bürosu, Fulbright komisyonu, Fulbright bursu, Fulbright kredisi gibi çok sayıdaisimlerle, sadece Türkiye’de değil, hemen bütün ekonomik ve siyasal işgali altındakiülkelerde çalışmalarını sürdürmektedir. Bu anlaşmaya göre 4 Türk ve 4 ABD temsilcisindenoluşan Eğitim Komisyonu kurulmuştur. ABD Ankara Büyükelçisi ise bu komisyonun fahribaşkanı olmuştur. Oyların eşitliği halinde fahri başkanın kararı belirleyici oluyordu.
Bu anlaşmanın tarihinin Köy Enstitülerinin kaldırılması ile aynı zamana denk gelmesi dedüşündürücüdür.Fullbright Anlaşması’nın en önemli özelliği; Türkiye’de kazanılmak istenen Amerikan yanlısıkadroların eğitilme biçiminin saptanması ve bu iş için gerekli giderleri karşılama yöntemlerininbelirlenmesidir. Bu belirlemeler aynı zamanda, ABD’nin Türkiye’ye göndereceği uzman,araştırmacı, öğretim elemanı adı altındaki personel için de geçerlidir. ABD’ye yardım edipişbirliği yapacak, geleceğin Türk yöneticilerini yetiştirmek üzere, ABD’ye götürülecek Türköğrenci, öğretim elemanı ve kamu görevlilerinin konumları da bu anlaşmaylabelirlenmektedir.
Bu anlaşmanın içeriğinde, Milli Eğitim Bakanlığı’nda bugün çalışmalarını etkin bir biçimdesürdüren, personel politikalarından, ders programlarına kadar pek çok konuda stratejikkararlar önerebilen, “Milli Eğitimi Geliştirme” adlı bir komisyon vardır. 1994 yılında 60personeli olan bu komisyonda çalışanların üçte ikisi ABD vatandaşıydı.Yalnızca Milli Eğitimde değil, diğer bazı bakanlıklara da, 1949 yılından başlayarak ABD’liuzmanlar yerleştirilmiş ve Türkiye, ABD’nin yarı sömürgesi durumuna düşürülmüştür. EğerFulbright olayını iyi kavrarsak, tarihimizin neden bizlere yanlış öğretildiğini ve gerçekAtatürk’ün neden anlatılmadığını kolaylıkla anlarız. En ilginç olan ise, 1949 yılından bu yanagelen hiçbir hükümetin, bu anlaşmayı yürürlükten kaldırmaya çalışmamasıdır.Milli olmaktan çıkarılan eğitim sistemimiz, yapılan bazı değişikliklerle sürdürüldü. 1975 yılındailk, orta ve lise bitirme sınavları kaldırıldı ve CHP-MSP koalisyon hükümeti zamanında Ahlakdersi konuldu. 12 Eylül sonrasında ise zorunlu Din dersi okutulmaya başlandı. Ezberci ve testsistemine bağımlı olarak bugünlere geldik; düşündüren ve sorgulayan sistem unutuldu.1995 yılında Türk milletinden gizlenerek, Tansu Çiller tarafından imzalanana Hizmet TicaretiGenel Anlaşması adı verilen GATS Anlaşması (The General Agreement on Trade inServices), ülkelerdeki hizmetlerin özel sektöre devrini öngören uluslararası bir anlaşmadır.GATS Anlaşması’na göre savunma, güvenlik, sağlık, eğitim gibi hizmetler kamu hizmetiolmaktan çıkarılarak, özelleştirilecektir. Yani kamu hizmetleri parayla alınıp satılan metahaline getirilecektir. Buradaki amacı kısaca şu şekilde özetleyebiliriz; ulus devleti var edenhizmetler, emperyalist piyasaya devredilerek, ulus devletlerin altı oyulacaktır.Bu süreçte Dünya Bankası tarafından ülkelere uzmanlar gönderilerek, eleman yetiştirilmesi,ABD’de burslar ve kurslar verilmesi planlanmıştır. 1995 yılında Dünya Bankası’nınaracılığıyla SPAN adlı Amerikan Eğitim Danışmanlık Şirketi, YÖK Dünya Bankası Dairesindeon yıl çalışarak, zihin çökertme tuzaklarıyla dolu yeni ders kitaplarını hazırladı ve öğrenciyeparasız dağıtıldı. Bu süreçte eğitim sistemimizin sosyal öğretim programından, liberal öğretimprogramına geçirilmesi sağlandı.2006 yılında kamuoyundan gizli şekilde, basında hiç tartışılmadan, kapalı oturumda geçirilen5544 sayılı yasayla kurulan Mesleki Yeterlilik Kurumu (MYK), Çalışma ve Sosyal GüvenlikBakanlığı’na bağlı Sosyal Güvenlik Kurumu’nun içindedir. Anaokulundan üniversiteye kadartüm örgün ve yaygın eğitim kurumlarımızı küresel piyasanın istediği biçimde yenidenşekillendirmekle görevli bir kadro burada bulunmaktadır. MEB’in amaçlarını bu yöndedeğiştiren kurum burasıdır. MEB o nedenle artık şirket mantığıyla yönetilmekte, hangidairelerin açılacağı, başına hangi işletmecilerin getirileceği de MYK’de belirlenmektedir.Müfredatları 3 aylık sertifikalı paralı kurslara çevirmekle görevli 10 yabancı uyruklu (ABD)uzmanın çalıştığı MYK, kamucu eğitimimizi piyasaya devretmeyi iyi beceren, bununyasalarını ve kararnamelerini hazırlayan, YÖK’ten ve Milli Eğitim Bakanlığı’ndan dahayukarıda, tek yetkili bir çeşit sömürgeci piyasa üst kuruludur. Eğitime indirilen bu darbeyasası, 2006 yılında, TBMM’deki üç partinin katılımıyla kapalı oturumda geçirilmiş,
Anayasaya aykırılığı ortadayken, Anayasa Mahkemesi’ne götürülmemiş ve zamanıncumhurbaşkanı tarafından da onaylanmıştır.MYK, “yaşam boyu öğrenme” adı altında paralı çıraklık kursları ve paralı sınırsız sınavgetirmekle işe başlamıştır. MYK yasası, Dünya Ticaret Örgütüyle birlikte hazırlanmış piyasacıeğitim darbesidir, bir karşı devrimdir. Adına “Yaşam Boyu Öğrenme” denen olay, paralıkurslar tuzağından başka bir şey değildir.
Milli Eğitim Bakanlığı, gerek öğretim programlarında, gerek ders içeriklerinde, gerekse okulkitaplarında laik ve bilimsel eğitime ters düşen birçok değişiklik yaptı. Yapılan değişikliklerinülkemizi çağdaş dünyadan koparacağı bellidir. Bilimin en temel gerçeklerinden birisi olanEvrim Teorisi’nin ders içeriklerinden çıkarılması başlı başına bir skandaldır. Evrim Teorisi,iktidarın özellikle 4+4+4 sonrasında hayata geçirdiği dindar ve kindar nesil yetiştirmeprojesine kurban edilmiştir. Yeni ortaöğretim tarih dersleri içeriğinde Atatürk’e, ilke vedevrimlerine daha az yer verildiği görülmektedir. Aslında yapılmak istenen Cumhuriyetdevrimleriyle hesaplaşmaya çalışarak, Atatürk’ü yok saymaktır.
Ülkemizde yıllardır ve sistemli bir şekilde laik ve bilimsel eğitim terk edilmektedir. Ülkemizinşiddetle bilime, teknolojiye ve üretime ihtiyacı varken, teknik meslek liselerini kapatarak,yerine imam hatip okulları açılmaktadır. Ülkemizde gereğinden fazla imam hatip okulu veilahiyat fakültesi açılmıştır. Bu okullarda cumhuriyet ve laiklik karşıtı öğrenciler yetiştirilerek,ülkemizde laik-dinci kutuplaşması yaratılmaktadır. Milli eğitimde ilk, orta ve lisede dini içerikleyetişen nesiller, üniversiteye gelince de değişmiyorlar, yıkanan beyinleri laiklik düşmanıolmalarını sağlıyor. Demokratik ve laik cumhuriyetimizi dinsel kurallarla yönetmeyihedefleyen siyasi iktidar, düşünmeyen, sorgulamayan dindar ve kindar nesil yetiştirmeyeçalışmaktadır. Bu nedenler bilimsellik yerine inanç temelinde eğitime yön vermektedir.Laikliği sakıncalı düşünce olarak gören çağdışı zihniyet, 1000’den fazla imam hatip okuluaçmıştır. İmam hatip okulu açmak için elli bin nüfus koşulu yerine, yerleşim birimi merkeznüfusunun beş bin olması kararı da, bütün okulları imam hatipleştirmeye yönelik projelerinindevamıdır. Yeni açılacak okulların ortak standartlarını belirleyen Milli Eğitim Bakanlığı, herokula abdest alma yeri ile kadın ve erkek için ayrı ayrı olmak üzere mescit bulundurmazorunluluğu getirdi. Resmi ve kaçak Kuran kursları açılarak, küçük çocuklara anlamınıbilmedikleri bilgiler verilmektedir. Bu kurslarda küçük beyinlere laiklik karşıtı söylemleröğretilmektedir. Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde, İncil Kursu vb. adlar altında böylesineyaygın ve yüksek sayıda bir dini kurs uygulaması yoktur. Din kuralları değişmez kabul edilirve sorgulanamaz. Oysa bilimsel ve akılcı bir sistemde sorgulama en temel etmendir.Değişmez kurallara sahip din, toplumu yönetmeye kalktığında, toplumun gelişimini önler veçağın dışına iter.Aralık 2019 tarihinde dünyanın düzeninde küresel salgın ile yeni bir sayfa açıldı. Mart 2020tarihinde okullar zorunlu çevrimiçi eğitime geçti. Çocuklarımız, arkadaşlarıyla koşupoynamaları gereken uzun bir zamanı evde sosyal yalıtımla geçirdiler. Çevrimiçi eğitimleekranda öğretmenlerini dinleyen çocuklar, arkadaşlarıyla sosyalleşmeye çalıştılar. Okul,öğrenciyi hayata hazırlayan sanat, müzik, spor gibi beden ve bilincin ortak beslendiği kültüreletkinlikleri de düzenler. Oysa ekrandaki dersleri takip edip ödevlerini yapmalarını istedik.Arkadaşlarıyla oynamayan çocuklarımızın, duygusal ve sosyal açıdan sağlıklı gelişimçizgisinde olduklarını düşündük. Çevrimiçi eğitimin sonucunda çocuklarımızda kaygıbozukluğu, depresyon, akademik performans düşüklüğü, sosyal yalıtım, obezite ve teknolojibağımlılığı gibi sorunlarla karşılaştık.Kapsayıcı ve eşitlikçi, içeriğinde bilimi temel alan, eğitim bilimlerinin ilkelerine uygun olarakhazırlanan, sağlıklı bir altyapıda uygulanan eğitim, “Nitelikli Eğitimdir.” Devletler,yurttaşlarının eğitimini güvence altına almak ve herkes için eğitimi desteklemek zorundadır.
Süresi yasalarla belirlenen zorunlu eğitimi bütün kız ve erkek çocuklarının ücretsiz, adil venitelikli kurumlarda tamamlamalarının sağlanması devleti yönetenlerin görevidir.Kendi Devletini “Sosyal Devlet” ifadesiyle tanımlayan ülkeler, eğitim ve öğretimi devletinbaşta gelen ödevi sayar. Tüm vatandaşlarına eşit fırsatlar tanıyarak, bilimsel, düşündüren,sorgulatan, bilinçlendiren, yaratıcı, barışçı, laik ve demokratik eğitim hizmetini parasız olarakvermek zorundadır. Eğitim yoluyla bireylere eleştirel düşünme, problem çözme, sorgulama,bilgiye erişim, analiz, sentez, iletişim, yenilik, yaratıcılık, merak, hayal, etik kurallara uygundavranma, adapte olma, esneklik, evrensel vatandaşlık, sosyal ve kültürler arası etkileşim, işbirliği, girişimcilik, özyönetim, üretkenlik, sorumluluk ve liderlik gibi beceriler kazandırılmalıdır.2021 Aralık ayında 20. Milli Eğitim Şûrası’nda oy çokluğu ile kabul edilen bir öneri şöyledir:“Okul öncesi öğretim programında çocuğun gelişim düzeyi dikkate alınarak din, ahlak vedeğerler eğitimi yer almalıdır.” Ayrıca 4-6 yaş grubu çocukların gönderildikleri Kurankurslarında verilen ‘eğitimin’ de, okul öncesi eğitim sayılması düzenlemesi gündeme getirildi.Yapılan bu düzenleme, okul öncesi 4-6 yaş arasındaki çocuklarımızın akıl ve ruh sağlıklarıiçin ciddi bir tehlike oluşturacaktır. Sürekli olarak tarikat ve cemaat yurtlarındaki taciz,tecavüz, intihar olaylarının gündeme gelmesi de eğitimin dinselleştirilmesininsonuçlarındandır. Hiç laik ve bilimsel eğitim yapılan kurumlarda böyle olaylararastlanılmamaktadır.Geçtiğimiz Şubat ayında Öğretmenlik Meslek Yasası kabul edildi. Okulların nitelikli veniteliksiz olarak ayrılmasından sonra bu yasayla iyi öğretmen-kötü öğretmen ayrımı dabaşlayacaktır. Bu yasa sorunları çözmekten uzak, eğitim ve öğretimi daha da içindençıkılmaz bir duruma getirecektir.
Geçtiğimiz Mart ayında hiç red oyu verilmeden 277 kabul ve 10 çekimser oyla DiyanetAkademisi kurulmuştur. Üstelik bu akademide eğitim görecek erkek öğrencilerin “alacaklarıeğitimin kesintiye uğramaması” gerekçesiyle askerlikten muaf sayıldılar ki bu anayasanıneşitlik ilkesine aykırıdır. Bu yasa doğrudan Cumhuriyet’in eğitim birliği ilkesiyle hesaplaşmazihniyetiyle hazırlanmıştır.15 Nisan Cuma günü AKP genel başkanı 1934 yılından bu yana müze statüsünde olanAyasofya’nın 2020 yılında cami olarak ibadete açılmasının ardından bu kez tarihi yapınınyanında “Ayasofya Fatih Medresesi” açılışını yaptı. Açılışta isim vermeden Atatürk vedevrimlerini eleştirdiği konuşmasında “bugün bu açılışla emanete sahip çıkmıyoruz, tek partizihniyetinin tarihimize sürdüğü bir utanç lekesini daha ortadan kaldırıyoruz” sözleriyle, dinikullanarak her zamanki gibi tahriklerini artırarak sürdürmektedir. Sürekli laik eğitime darbevurarak, ortaçağa doğru gidişe destek olmaktadır.
Zaten 30 Temmuz 2008 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından AKP’nin “laiklik karşıtısöylem ve eylemlerin odağı olduğu” karara bağlanmıştı. Ancak AKP kapatılmamış sadecehazine yardımı kesilmiştir. Laik ve demokratik cumhuriyetimizi, “laiklik karşıtı söylem veeylemlerin odağı olduğu” tescillenen bir partinin yönetmesi ise, çelişkilerin ve tutarsızlıklarınen büyük örneklerindendir. Böyle bir iktidarın çıkardığı laiklik karşıtı yasaları AnayasaMahkemesi’ne götürmeyen muhalefet partileri de yok hükmündedir.
Her okula kitaplık açmak gerekirken, mescit açılmaktadır. Böyle bir eğitim sistemi dünyanınhiçbir gelişmiş demokratik ülkesinde yoktur. Biz çocuklarımızın geleceğini düşünmüyoruz,ülkemizin geleceğini karanlıklara sürüklüyoruz. Ülkemizde ortalama başarı düzeyinin çokdüşük olduğunu PISA (Program for International Student Assessment - Uluslararası ÖğrenciDeğerlendirme Programı) sınav sonuçlarında görmekteyiz. Okullarımızda ortalama olarakesnek olmayan, okumayan, okuduğunu anlayamayan, düşünmeyen, sorgulamayan,tartışmayan, yabancı dil bilmeyen, her şeye boyun eğen çocuklar yetiştiriyoruz. Bu sonuçlara
göre eğitim düzeyimizin çok düşük olduğu bellidir. Laik ve bilimsel eğitim yerine, dinseleğitimle farklı bir sonuç almak olanaksızdır.2020 yılı verilerine göre 0-6 yaş grubu hariç toplumumuzun eğitim durumuna bakıldığındakorkunç bir tablo ile karşılaşıyoruz: Okuma yazma bilmeyen %3 Okuma-yazma bilip okul mezunu olmayan %10 (diplomasız) 5 yıllık İlkokul Mezunu %24 8 yıllık İlköğretim mezunu %8 Ortaokul ve Dengi Meslek Okulu %18 Lise ve Dengi Meslek Mezunu %21 Yüksek Okul/Fakülte Mezunu %14 Yüksek Lisans ve Doktora Mezunu %2Kısaca toplumumuzun %45’i ilkokul mezunu, diplomasız okuma-yazma bilenler ve okuma-yazma bilmeyenlerden oluşmaktadır. 1938 yılından sonra ülkemizi yöneten tüm siyasiiktidarların bu konuda büyük hataları, yanlışları ve bazılarının da ihanetleri olduğunuunutmamalıyız. Diploması olmayanların bile büyük makamlara getirildiği bir ülkede, budurumlara şaşırmamak gerekir.Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’ne (OECD) dahil ülkelerde 3-5 yaş okullaşmaortalaması %87 iken, ülkemizde bu oran %40’dır. Türkiye, kamu kaynaklarından okulöncesieğitim kurumlarına yapılan harcamalar listesinde de sonlarda yer almaktadır. Eğitimin ilkkademesi, çok önemlidir, sonraki kademelere ve geleceğe ışık tutmaktadır.Bugün ülkemizdeki eğitimin durumu şu şekildedir: Eğitim Birliği Yasası çiğnenmiştir. Öğretim kurumlarında çeşitli dini vakıfların eğitim yapması için protokollerimzalanmıştır. Köylerdeki okullar ve yatılı bölge ilköğretim okulları kapatılmış, yakın köylerdentaşımalı, uzak köylerden yurtlarda kalmalı uygulamaya geçilmiştir. Devlete ait yurtlar kapatılarak çocuklar cemaat ve tarikat yurtlarına mecbur edilmiştir. Yoksul aile çocuklarını örgün eğitim dışına atan uygulamalar yapılmıştır. Paralıeğitime destek verilerek bu yolla çocuk hakları ihlâline fırsat hazırlanmıştır. Temel Eğitim Yasası’nın Karma Eğitim ilkesi çiğnendiği gibi, bilimsellik ilkesi deçiğnenmiş, eğitim dinselleştirilmiştir. Ücretli ve sözleşmeli öğretmenlik gibi uygulamalarla, çocuklar yarınını göremeyen,güvencesiz öğretmenlere teslim edilmiş ve nitelikli eğitim alma hakları ihlâl edilmiştir. Her kademe ve türdeki eğitim kurumlarında yöneticiler, dini inançları ve iktidarayakınlığına göre kadrolaşmaya gidilmiştir. İhtiyaç, fayda, maliyet analizleri yapmadan çok sayıda vakıf üniversitesi açılmasıdesteklenmiş, yükseköğretimde de niteliğin düşmesine ortam hazırlanmıştır. 1924 yılında Eğitim Birliği Yasası’nın uzantısı olarak yasaklanan sübyan mektebi vemedreseler 2014-2015 eğitim-öğretim yılından itibaren çeşitli dini örgütler tarafındanDiyanet’in “Kuran Kursları Okul Öncesi Din Eğitimi Projesi” ile ülke genelineyayılmıştır ve böylece laiklik ilkesi çiğnenmiştir. Çeşitli vakıfların yurt ve kurslarında, bilim dışı, din dışı ve ahlâk dışı uygulamalar,çocuk istismarları yaşanmaktadır.Eğitim sistemimizin iyileştirilmesi için bazı önerileri şöyle sıralayabiliriz:
Eğitim sistemi yapılanması kesintisiz olarak 1+8+3 olarak oluşturulmalı; bilimsel, laikve demokratik bir yapıya kavuşturulmalıdır. Bütün okullarda tekli öğretime geçilmelidir. Zorunlu din dersi programdan kaldırılmalıdır. Bütün öğretim kademelerini içine alan köklü bir eğitim reformu yapılmalıdır. Bununsonucunda öğretim programları yeni kuşakları, çağın gerektirdiği akıl, bilim, kültür vesanat ortamlarına hazırlamalıdır. Okul binaları, laboratuarlar, okul bahçeleri, kütüphaneler, görsel sanatlar, müzik vespor salonları ve öğretim araçları nitelikli hale getirilmelidir. Çocuğa okullu kimliği kazandıracak çağa uygun giysiler seçilmelidir. Öğretmen giysileri, dinî iletiler içermemeli, çağdaş öğretmene yakışır olmalıdır. Sınıf mevcutları 20-22 öğrenci arasında olmalıdır. Halen hizmet vermekte olan özel öğretim kurumları kamuya devredilmelidir. Okul binalarında dinin gereklerine göre yapılan mekânlar bilimsel eğitim ortamlarınadönüştürülmelidir. İmam hatip ortaokulları genel ortaokula dönüştürülmelidir. Bilimsel yöntemlerle yapılacak araştırmalar ile dünyadaki gelişim göstergelerinedayalı lise program tür ve sayıları belirlenmelidir. Lise programları ile üniversite giriş sınavı uyumlu duruma getirilmelidir. Eğitim sistemi sınav odaklı değil, öğrenme odaklı olmalıdır. Düşünmeyi vesorgulamayı öğreten bir sistem getirilmelidir. Üniversitelere öğrenci alımı, lise başarıları göz önüne alınarak, bilimsel, akılcı ve adilbir yapıya dayandırılmalıdır. Vakıf üniversiteleri kamulaştırılmalıdır. Her ile ve ilçeye üniversite açılmamalı; üniversiteler, niteliği arttırılarak büyükkentlerde açılmalıdır.Bu önerileri daha da fazlalaştırmak mümkündür. Ama şunu aklımızdan çıkarmayalım:temelinde sevgi olan eğitim başarısızlığa uğramaz. Eğitim, gençlere yalnızca bilgi vermez,yaşamda doğru davranış yolunu bulmaya alıştırmak için düşünme alışkanlığı verir. Laik,bilimsel ve demokratik eğitimin olmadığı yerde, düşünme ve sorgulama da olmaz. Eğitim,gençlerin dünyayı, toplumu ve insanları anlamalarını, sevmelerini ve saygılı olmalarını sağlar.İyi bir doktor, iyi bir mühendis, iyi bir öğretmen, iyi bir sosyal bilimci olmadan önce, iyi birinsan olmayı sağlayamayan bir eğitim, hiçbir işe yaramaz.Cumhuriyetimizin ilanından 100 yıl sonra, ülkemizde eğitim başta olmak üzere hiçbir konudagenel durum iyi değildir, parlak değildir. Ancak içinde Atatürk sevgisi taşıyanlar ile Atatürk’üngençleri için umutsuzluğa yer yoktur. Atatürk'ün ilkelerini özümseyerek, bilinçli ve kararlı birşekilde tüm yurtseverlerin örgütlenerek yapacağı haklı ve demokratik bir mücadele ile umudave aydınlığa doğru yeniden yol alınacaktır. Mustafa Kemal Atatürk’ün çağdaş uygarlıkyolunda daima ileriye doğru gideceğimiz ışıltılı günlerin özlemiyle katılan tüm konuklarateşekkür ediyorum.
Azim ve Karar, 18 Nisan 2022.
(*): 16 Nisan 2022 tarihinde Atatürkçü Düşünce Derneği Çorum Şubesinin düzenlediği “KöyEnstitüleri ve Dünden Bugüne Eğitimimiz” adlı konferans konuşması.
]]>