Genel tanımla bireylerin etniksel ya da dinsel yapısına bakmaksızın aynı haklara sahip olması anlayışı "yurttaşlık" kavramının temelini oluşturur. Türkiye Cumhuriyeti'nin anayasasında cumhuriyetin niteliklerini oluşturan ilkelerden biri olan "Milliyetcilik" ilkesi de bu anlayış üzerine kurulmuştur. Anlayış tamamen Türkiye'ye özgü bir model olup, etniksel ve dinsel ayrıma bakmaksızın tarihi bağları ve gelecek ülküsünü esas alır. Bu ülküye bağlı bireylerin bütünü milleti oluşturur. Bu amaca uygun olarak ilk yurttaşlık tanımı, 1924 Teşlikat-ı Esasiye Kanunu'nun 88. maddesinde "Türkiye'de yaşayan kişilerin din ve etnik kökenlerine bakılmaksızın Türk oldukları" şeklinde yapılmıştır. Maddede kullanılan "Türk" ifadesi ırksal bir tanım değil, Türkiye'de yaşayan "tüm bireyleri" yani, halkı ifade etmektedir. Buradan hareketle ülkede birlik ve beraberlik oluşturmanın zemini yaratılmak istenmiştir. Böylece tarihi süreç içerisinde kulluktan tebağlığa dönüşmüş olan toplum, yurttaşlığa evrilmiş olacaktır.
Öte yandan modern "yurttaşlık" kavramı yurttaşlık tanımını genişleterek, devlet ile olan ilişkilerinde bireyin sadakatini, haklarını ve ödevlerini ifade eden anayasal bir kavram olarak karşımıza çıkar. Bireyin devlete sadakati bir aidiyet bağının oluşmasına zemin oluştururken, birey aynı zamanda bir takım hak ve ödevlerle donatılmaktadır. Bu tanımda haklar öncelikle ödevleri yerine getirmek içindir ve bireyin devlete olan aidiyet bağı önceliklidir, önemlidir. Türkiye Cumhuriyeti çağdaş yurttaş inşa etmek için üç özelliği temel alır: Yurtseverlik, yurttaşlık hak ve yükümlülükleri ve son olarak tehdit ve tehlike.Yurtseverlik Cumhuriyet'in ilk yıllarından itibaren temel özelliğini korur. Bu kavram ülkeye sadakatin yanında etnik ve dinsel farklılığa bakmaksızın yurttaşlar arasında da sevgi ve hoşgörü içinde bir bağ kurulmasını ifade eder.Hak ve yükümlülükler ise, bir yurttaşın ülkesinin güvenliği ve gelişimi için etkin rol almasını gerektirecek hak ve ödevler bütünüdür. Her yurttaş doğduğu andan itibaren "yaşama hakkı"na sahiptir. Sahip olunan bir diğer hak "bireysel özgürlük hakkı"dır. Kanun ve kurallara uymak, ülke menfaatine zarar vermemek ve diğer yurttaşların bireysel özgürlük alanlarını tehdit ya da yok etmemek koşuluyla her bireyin özgürce istediğini yapma hakkı vardır. Düşüncelerini özgürce ifade etmek, yayınlamak, bir araya gelerek dernek kurmak, mülk edinmek, ticaret yapmak, çalışmak, eğitim almak, inanç özgürlüğü... gibi günümüzde de varlığını devam ettiren haklar bireysel hakları oluşturmaktadır. Devlet bu hakların kullanılması için, ilgili kurumlarıyla gereken düzenlemeleri yapmakla yükümlüdür.Son olgu tehdit ve tehlike kavramı "öteki"nin işaret edilmesiyle güvenliği tehdit edecek tehlikelere karşı toplumu uyanık tutabilmektir. Tehdit ya da tehlike dışardan ya da içerden gelebilir.Türkiye Cumhuriyeti kuruluşuyla birlikte çağdaş bir ulus yaratma amacıyla, "yurttaş" kavramını içselleştirmiş bireyler yaratma çabası içine girmiştir. Sürecin oluşturulmasında eğitim temel araç olarak kullanılır. Cumhuriyetle birlikte "yurttaş" inşası da başlatılmış, top yekün gelişimin önü açılmıştır. 1940'lı yıllara kadar çalışmalar başarıyla sürdürülmüş, hedeflenen yurttaşlar yaratılmıştır. Ancak 1940'lı yıllardan günümüze küreselleşme ile birlikte ulus-devlet yurttaşlığı içerik ve anlam kaybına uğramıştır.Batı dünyası "küresel yurttaşlık" kavramıyla ülkelerin kültürünü yok etmekte, içine girdiği ülkelere kendi kültürünü yaygınlaştırmaktadır. Ülkemizde ulus-devlet yurttaşlığı tarihsel ve ülküsel birliği esas alırken; küresel yurttaşlık dinsel ve etniksel kökleri öne çıkararak yurttaşları ötekileştirmekte ve çatışma ortamına zemin hazırlamaktadır. Ardından "eşit ve özgür halklar" sloganıyla ötekileşmiş grupların ulustan koparak kendi uluslarını yaratma talepleri oluşmaktadır. Küreselleşmenin yarattığı bu politikalar sadece kültürel değil aynı zamanda ekonomik ve siyasal açıdan da ülkeleri tahrip ve geleceklerini tehdit etmektedir. Küresel politikalar bir ülkede etkisini gösterdiğinde sivil toplum örgütleri, kent konseyleri, özerklik gibi kavramlar bireysel özgürlüğün olmazsa olmazları olarak topluma enjekte edilmekte; kültürün özüyle çatışan bu söylemler iç huzur, hoşgörü, devlete aidiyet duygusu, birlik ve beraberlik gibi ulus olma özelliklerini zayıflamakta ya da bölgesel bazda yok etmektedir. Ülkemiz de siyasal, ekonomik ve kültürel açıdan küresel politikaların olumsuz etkilerinden zarar görmeye devam ediyor.
2008 yılında dünyayı sarsan ekonomik krizle küreselleşmenin başarısızlığı görüldü. Bu kez küreselleşmenin tasarımcıları iki kutuplu dünya politikalarına geçiş yaptılar. Bu geçişin oluşturduğu ek tehditler yeniden ulus-devletin önemini öne çıkardı. Küreselcilerin ülke içindeki bağlantılarıyla oluşturduğu tehditlere ek, bu yeni tehditlerden ülkemizin kendisini koruyabilmesi ve geleceğini güvence altına alabimesi için biz yurttaşlara bazı görevler düşüyor. Öncelikle küreselleşmenin ülkemizde yarattığı kültürel, siyasal ve ekonomik etkilerin ne anlama geldiğini, gelecekte bizleri nelerin beklediğini anlamaya çalışmak, yani bilinçlenmek gerekiyor. Ardından farkındalığı gelişmiş bireyler olarak bir arada hareket etmek gerekiyor. Şuan içinde bulunduğumuz açmazdan kurtulmanın başka bir yolu yok. Yeniden kuruluşta tanımlanmış yurttaş özelliklerini anımsayıp, uygulamak ve aksiyon almak gerekiyor. Aksakta olsa hala hukuki haklarımız vardır; bu hakları sonuna kadar etkili bir biçimde kullanabilmek için sesimizi birlikte yükseltmeliyiz ve geleceğimizi yeniden inşaa etmeliyiz. Güzel yarınlara.. Hülya Akıl
]]>