Adanmak büyük davalara inanan insanların işidir, sözde büyük davalara inanmış olanların değil. Bugün yaşadıklarımız ülkemizin tam bir çöküşün içinde olduğudur.Bu noktaya emperyalizm ve yerli işbirlikçileri sayesinde getirildik.
Zor bir yerdeyiz ama umutsuz bir yerde değiliz. Umut insanı en çok onaran duygudur. Aynı zamanda mücadele motivasyonu da sağlayan bir duygudur. Elbette umudumuz da mücadele motivasyonumuz da var. Ancak düzeltmek, değiştirmek, dönüştürmek için önce içinde bulunulan durumu çok iyi analiz etmemiz, kayıplarımızı görmemiz gerekmektedir.
Anımsayalım Eylül 2018 tarihinde, TESK Genel Kurulu’nda Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı konuşmada:“İsraf ekonomisi değil, üretim ve verim ekonomisine geçiyoruz “demişti.
Üretim ve verim ekonomisine geçtik mi?
Yaşadıklarımız üretim ve verim ekonomisi vurgusu yapılarak tersi politikaların uygulandığını açık ve net olarak bizlere göstermedi mi?
Bilindiği üzere ülkemizde cumhuriyet döneminde büyük önem verilen ve kısa sürede gerçekleştirilen; şeker, demir, çay,kâğıt, fındık, elektrik, taş kömürü gibi fabrikalar yapılmıştı. Büyük Atatürk’ün 10. Yıl Nutkunda belirttiği gibi az zamanda çok ve büyük işler başarılmıştı.Atatürk’ün ölümü sonrasında başlayan karşı devrim adımları 12 Eylül 1980 darbesi ile liberal ekonomiye geçişi, 1990’lar itibariyle de özelleştirme furyasını başlattı. Özelleştirme politikaları AKP dönemindezirve yaptı.O kadar ki işi“Babalar gibi satarız”a kadar götürdüler.
Sattılar!…
Türk TELEKOM özelleştirmesi ile bir firmanın Türkiye Cumhuriyeti’ni dolandırıp kaçtığına şahit olduk!
Tepki gösterenler oldu elbette ama sonuç değişmedi.
Düşünün Türkiye Cumhuriyeti bankalarından aldığı kredilerle, Türk TELEKOM özelleştirme ihalesini kazanan firma, birkaç yıl boyunca yurttaşlardan para topladı ve kredi borcunu ödemeden çekip gitti.
Gelelim sekiz ilde üretim tesisi bulunan SEKA kâğıt fabrikalarına!
Türkiye bu fabrikalar sayesinde kâğıt ihraç ediyordu. Bugün döviz kuruna bağlı her gün zamlanan kâğıtfiyatlarına yetişilemiyor.Adeta gazete, kitap basacak ve ihtiyaçlar için kullanılacak kâğıt, peçete ve benzeri ürünlerbulunamaz oldu, bulunsadahi ulaşılamaz oldu. En acısı da Kâğıt Fabrikaları özelleştirmesi ile Türk kültür tarihinebüyük bir darbe vuruldu.
Satılanları listelemeye kalkacak olursak inanın sayfalar az gelecektir. Neler yok ki?
Özetlemeye çalışalım:Ereğli, İskenderun Demir Çelik, ASELSAN, HAVELSAN hisseleri, Eti Holding, PETKİM, TÜPRAŞ, BURSAGAZ, ESGAZ. TEDAŞ Başkent Elektrik, Çimento, gübre fabrikaları, TEKEL fabrikaları, Sümer Holding, Halı, Yün, İplik, deri ve kundura, Şeker Fabrikaları, Et ve Balık kurumları, Sigorta şirketleri, Lojmanlar, Oteller, İş Hanları, Tatil köyleri, Limanlar, Cam ve Çimento Sanayi, Gübre Sanayi İşletmeleri, TEKEL İşletmeleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri, Santraller, Elektrik Dağıtım Şirketleri, Bankalar, Eti Holding, Tershaneler, Liman ve Gemiler, Türkiye Denizcilik İşletmeleri…
Peki, neden satıldı bu devasa işletmeler?
Küresel efendiler istedi diye!..
Bir de rant ekonomisinin yağma ekonomisine dönüşmesi var elbette. Bugün bunu o kadar derin yaşıyoruz ki… Halkın perişanlığı her geçen gün derinleşiyor.
Bütün bunlar olurken birileri hep konuşuyordu ve onlar halen konuşuyor. Ama süreç hiç takılmadan küresel efendiler ve yerli işbirlikçilerinin planları doğrultusunda tıkır tıkır işliyor.
Ne tuhaf değil mi?
Bütün toplumsal dinamikler mi ele geçirildi yoksa?
İşte bu noktada“Bağımsızlık benim karakterimdir”diyen tarihimizin o altın sayfasının liderinin özelliklerine bakmamız yerinde olacaktır.Elbette her dönem kendi koşullarıyla değerlendirilmelidir ama tarih ondan öğrenmeyi ve aynı yanlışları yinelememeyi gerektirir.Dünü anlayıp, anlamlandıramayanlar, yarını göremezler, gelecek oluşturamazlar.
Geleceksizleştiriliyoruz!…
Büyük Atatürk ileriyi gören, olayları iyi değerlendiren, yön gösteren birliderdi.Odonmuş doktrinlerin lideri değildi. Bu yüzden bizim cumhuriyetimiz bize benzer. Bizim cumhuriyetimiz dokumuza, yapımıza, kaynaklarımıza uyarlanmış bize özgü bir cumhuriyettir.
Büyük Atatürk Meşruluk yanlısıydı. O yetkilerini kongrelerden, meclisten almış ve bu yetkileri hiçbir zaman aşmamıştı.O aynı zamanda dünya yurttaşıydı. Dünyanın herhangi bir yerinde olan sıkıntı için bana ne demeyen bir liderdi. O sıkıntıyı tedavi ile önlemeliyiz diyebilen bir liderdi.Nasıl ki parmağımızın ucundaki ağrı bütün vücudu rahatsız ederse, dünyanın en ucundaki bozuklukta bize dokunur diyen bir liderdi.Yani o bütünü görebilen bir dünya liderdi.
İçinde bulunduğumuz çağda dünya bilimde, teknikte baş döndüren bir ilerlemeye sahne ama insanı öncelemede ve özüne değer vermede sınıfta kalmıştır.Sermayenin güdümündeki dünya o denli acımasızlaşmıştır ki adeta insanı nefessiz bırakmıştır.Amaca giden yolda yakıp, yıkmak, yok etmekse son derece olağan karşılanmaktadır.
Öyleyse geldik büyük Atatürk’ün insanlık anlayışına. O hümanist bir liderdi. Yani insanı önceleyen ve insana değer veren bir liderdi.
Büyük Atatürk kurtuluşu, kuruluşu gerçekleştirdi ama aydınlanma devrimlerine ömrü yetmedi. Pusuda bekleyenler ölümü sonrasında ortaya çıkarak ülkemizi bugünlere taşıdılar.
Ne yazık ki günümüzde dünyanın pek çok devletini demokrat görünümlü diktatörler yönetmektedir.Bu durum insanın tanrıya dönüşme sürecini hızlandırmıştır.
Yuval Noah Hariri: “Tarih insanın tanrıyı bulmasıyla başladı ve tanrıya dönüşmesiyle son bulacaktır.”Sözü içinde bulunduğumuz tehlikenin boyutunu göstermek bakımından çok önemlidir.
Dünyanın geldiği yer ve ülkemizin küresel efendiler ve yerli işbirlikçileri ile içine çekildiği durum bizlere her şeyimizi kaybetmek üzere olduğumuz göstermektedir.Bir adım ötesi ‘Sevr’e geri dönmektir. Amaç da budur!
Artık silkinip kendimize gelmemizin vakti gelmiştir.
Bulunduğumuz noktada çıkışhalk egemenliğini yeniden oluşturmak ve kaybettiklerimizi geri alabilmekten geçmektedir. Özetle çıkış büyük Atatürk’ün insanlık anlayışının benimsenmesi ve başlattığı devrimlerin tamamlanmasından geçmektedir.// Medya Siyaset
]]>