Sevgili okurlarım, bu yazım 5 Kasım 2021’dekiyazımın tekrarıdır.
“Hangi Cumhuriyet?
Atatürk hayattayken yapılan önemli devrimler nedeniyle, bütün Dünyânın takdir ile baktığı en hızlı ilerleyen ülke iken, neden şimdi Kongo ile aynı sıradayız? Bu düzeye nasıl ve neden düştük?
Atatürk dehâsından bile ders alamadık. Konuların, sorunların temeline odaklanmıyoruz. Biz nasıl yönetildiğini bilmeyen bir toplumuz. Eğer bilseydik, kötüye gideceğimizi görür, içinde olduğumuz duruma düşmeyi önlemiş olurduk! İrdeleyelim.
Cumhur, halk demektir. Cumhuriyet de, halkın, halka mahsus, anlamındadır ve kelime halkın yönetimi olarak kullanılmıştır. Sistem doğru uygulandığında; değişik dallardaki bilgili kişileri, halk kendisini yönetmesi için, oy vererek başa getirir. Seçilenler de halkın yararına çalışmakla sorumludur. Denetim ve sorumluk ta, zincirleme olarak halkındır. Aksi hâlde sistem halkın değil, azınlık bir grubun yönetimi olur.
Ben 1946 yılından beri oy veriyorum. Bir tek defa bile kimse benim fikrimi sormadı ve benim sorgulamam ya da önermem fırsatını vermedi. Ben toplumumuzun % 95’inin aynı durumda olduğunu düşünüyorum. Çünkü uzun yıllar geçti ve gelişmeler oldu, ama hâlâ benim, halkımızın, seçilecek kişiler hakkında ne sorgulama, ne söz ne de iletişim olanağımız var. Yazsak ta cevap almıyoruz. Belediye seçimlerinde bile reis adayı, yukarıdan, partiden, hattâ parti başkanı tarafından atanıyor. Kişiler kendi yaşadıkları yerin ihtiyaçlarımı karşılayacak, ilçelerini yönetecek kişiyi, kendileri belirleyemiyor ve kendi istediklerini seçemiyor.
Belediye seçimlerinde de genel seçimlerde de partiye girmemiş vatandaşların adaylıklarını koymayı başarsalar bile, seçilme şansıları sıfıra yakın.
Bana göre, Cumhuriyetimiz halkın yönetimi niteliğinde hiçbir zaman olmadı. Henüz Banana ülkesi olamasak ta, Halk Cumhuriyeti değiliz. Cumhura, yâni halka dayanmadığı için de, cumhuriyet olamadık, ancak “Partiler Yönetimi” olabildik. Sonra da kendi oyumuzla “Tek adam” sistemini seçtik.”23 Aralık 2020 tarihli “Halk yoksa” isimli yazıma bakınız”.
DP 1950 de irticaya ve toprak ağalarına tavizler vaat ederek, dışarının desteği ile seçildi. 2002 de AKP daha evvel unutulmuş olan aç halkın karnını doyurup dinciliği destekleyerek, dışarının yardımı ile seçildi.
İkisi arasında bazılarının dincilere tavize devam etmeleri dışında, hiçbir parti halka dayanmadı ve bağımsız olmadı, cumhuriyet sisteminin ana kurallarını uygulamadı. Her aday, her seferinde baştakiler tarafından belirlendi, halk kişiye değil, tanımadığı hatta kendi bölgesinden olmayanlara, kendisini yönetmesi için, parti bazında oy vermek zorunda kalarak oyunu kullandı. Eğer yapılan ve hâlâ yapılmakta olan bu yanlış doğru sonuç vermiş olsaydı, bugün Kongo’nun sırsında olmazdık.
Cumhuriyet olmak istiyorsak, cumhura inmek zorundayız. Eğer benim gibiler bile sesini duyuramıyor, sual sorduğunda cevap alamıyor, parti kişileriyle diyalog kuramıyorsa ve onlara erişemiyorsa, yöneticiler ve yönetenler halktan tamamen kopuk demektir. Gerçek te budur. Partiler halktan kopuktur.
Sâde o değil, basın da halktan kopuktur. Yâni ülke halkı, yönetiminin her dalından dışlanmıştır.
Bile bile dışarıya bağımlı kişileri seçmek zorunda bırakılarak ve başka seçenek olmadığından oy veriyoruz, 80 yıldır cumhuriyet olamadığımız gibi şimdi de olamayız. Geçici olarak ümitlere kapılmanın da olumlu sonuç vermediğini gördük.
Belediye seçimlerinden başlayarak, sistemi aşağıdan yukarıya çalışır yapmadıkça da hiçbir ilerleme gerçekleştirilemez. Halkın varlığını ön plana almayan bir sitem demokrasi de, cumhuriyet te olamaz.
Durumumuz ağaçlardan ormanı görmemeye benziyor. Partilerden, halkı göremiyoruz. Partiler bile değil, parti başkanlarının elinde bir yönetim sistemi ile 80 yıldır gerilemekteyiz. Hele, bütünleşmek yerine, devamlı yeni partiler kurarak parçalanmayı arttırmakla, hiçbir şekilde, hiçbir aydınlığa çıkamayız.
Yukarıdaki nedenlerle halkımız artık, Laik Atatürkçüler, dine bağlı yönetimi destekleyenler ve etnik ayrılıkları öne sürerek özel statüler isteyenler olarak üçe bölündü.
Tanınmayan Sevr anlaşması geri getirmeye çalışanları sevindiren bu duruma seyirci kalmak, çöküşümüzün temelindeki ana sorunlardan birisidir. Eğer gerçekten cumhuriyet olmak istiyorsak Atatürk’ün, “Bağımsızlık ve özgürlük karakterimdir” ilkesinden yola çıkalım. Onun 6 ok prensiplerine geri dönelim.
Sağda, solda, ortada yer arama saçmalığını bırakalım. Tek olunacak yer, Atatürk ilkelerine bağlı, bağımsız, özgür, laik bir Cumhuriyettir. Bu topraklar üzerinde 10 bin yıldır yaşayan ırklardan oluşan kişiler olarak, birlikte, kardeşçe yaşamaya geri dönelim.
Bize demokrasiyi vaat eden partiler, en antidemokratik kurallarla yönetiliyor. Ve bu yüzden de partilere de bağımsız ve gerçek cumhuriyetçi ve Atatürkçü kişilerin girmesi, başa geçmesi, kısıtlanabildi, bağımlılığımız arttı. Yapılacak onarım ve temizliğe, partilerin tüzüklerinden başlamak gerekir.
Olanları dikkatle izleyenler, halkın değil, sistemin değil, kişilerin konuşulduğunu ve kişiler değiştiğinde sorunların biteceğinin söylendiğini görürler. Bu yalana, bu uyutma yöntemine kananların âkibeti de, olduğumuz yeri aratacak boyuta gider.
Konuşulması gereken günlük ayrıntıların tekrarı değil, halka neyin nasıl öğretileceği ve bilinçli katkısını verebilmesinin kaçınılmaz olduğudur. Halkın varlığına olan ihtiyâcımızı, halkın anlamasının teminidir
Basının bunu gündemde tutmasını sağlamadan da hiçbir başarıya erişemeyiz. Çünkü gündemde tekrarlanmadan, okumayan bu toplumda kimseyi içerisinde oldukları uykudan uyandıramayız.
Aksi hâlde birkaç yıl sonra Cumhuriyet Bayramını kutlama şansımız olmayabilir.”
Ne yazık ki o günden beri hiçbir düzelme yoluna İktidar, iktidarsız, muhalefet etkisiz ve halk sessiz, seyirci. Biz bu bayramı ve nedenini hak etmek için hiçbir şeyi doğru yapmıyoruz! Hak etmiyoruz.