İnsanları eğitimsiz bırakmak ile tahrif edilmiş din ile aldatarak bilgisiz bırakıp kullanmak arasında, fark yok.
Ülkemiz çok büyük sorunlar içinde çökerken, muhalefet ve basının tutumunu, temeli çöken bir binanın kiremitlerini aktararak kurtaracağını sanmasına benzetiyorum. Daha da fenası, halkın da bilinçsiz olarak bu hayal âlemine inanmış olduğunu izliyorum. Her üçü de temeli onarmaya gitmedikleri için, çöküşün parçası olduklarının farkında değil gibiler.
Öğrenmenin sınırı olmadığına göre, eğitim sonsuz bir merdiven. Varılabilen basamak ta, herkes için başka. Devletin görevi, bireylerinin varabileceği basmağa erişebilme olanağını sağlamak, eğitimcilerin görevi de, herkesin kendi basamağına erişmesine yardımcı olmak.
Okulların, özellikle üniversite bozuntularının sayısını arttırmakla hiçbir toplum eğitimli yapılamaz. Öncelikle eğitim kavramının doğru anlaşılması gerekir. Genel olarak eğitimli demek, bilgili olmak, söyleneni körü körüne uygulayan değil, düşünen, öğrendiğini uygulayabilen olmaktır. Cehâlet ise anlamadığı bir dilde ezberletilenleri başkalarının söylemesiyle uygulamaktır.
Doğasının şartlarına bağlı olan yaşamdaki bir köylü için tarlasını zamanında ekebilmek, ürününü alabilmek, daha kolay ve fazla verim almak için düşünebilme yeteneğinde olmak, eğitimli, bilgili ve bilinçli olmaktır.
Köylümüzün her zaman kendi basamağında şehirliden daha uyanık ve temiz bilinçli olduğuna inanıyorum.
Gençleri illâ da lise veya üniversite bitirme yoluna zorlamak yanlıştır. Sanat okullarında doğru yetiştirilenler bu ülkeye belki diğerlerinden daha fazla sayıda lâzımdır ve onlar da eğitim basamaklarına erişmiş sayılır.
Öğretime aileden başlamalı, geleneksel temel kültürümüzü her bireye aşılanmalı, basamaklardaki yerine göre ayarlanacak millî düşüncenin oluşması, milli kültürün yerleşmesiyle taçlanmalıdır.
Bu temel prensip üzerinden hareket edilerek, geri kalmış Türk toplumunun eğitimine Köy Enstitülerinin kurulması ile başlanmış ve 3-4 yıl içinde diğer ülkeleri bile hayrette bırakan ilerlemelere erişilmişti.
Toplum temelinden eğitilme yoluna hızla girmişti. Bu başarıya Halk Evlerinin kurulmasıyla merdivenin daha yüksek bir basamağında devam edildi. O da son derece başarılı oldu. Birçok düzeyde, birçok genç ve yaşlı, arzu ettikleri dalda ve düzeyde istediklerini öğrenmek olanağına eriştiler. Toplum daha üst düzeyde bilinçlenmek için hazırlanmaya başladı.
Halk evleri sâyesinde hükümet ve yerel yönetimler halkla teması, halkın sesini duymayı ve kendi seslerini onlara duyurmayı, bire bir düzeyde başarmıştı. Toplum kendisi tarafından bilinçli olarak yönetilebilme olanağına kavuşmak yolundaydı. Ben o aydınlık günleri yaşadım.
1945’ten başlayarak, ABD bağımlılığına girmeye başlamamızı takip eden 1950-1960 DP aralığında her iki girişim de planlı olarak kapattırıldı. Türk toplumunun temelden eğitimi ve uyanışı da son bulmuş oldu. Bu önemli darbenin dostluk ve yardım örtüsü altında ABD baskısıyla, Sevr antlaşmasını hazmedememiş Batı’nın eliyle yapıldığı, halka anlatılmadı. Baştakiler ülkeyi batırmak isteyenlerle iş birliği yapmış oldular. Bu olaylar 1923’ten yaklaşık 1944’e kadar süren devrimlerin ve kalkınmanın sona ermesi demekti. Durumun kabulü ve bugünlere kadar uygulanan çökeltme süreci, dörtnal giden bir toplumu, güdülen bir kuzu sürüsüne döndürdü.
1950’den sonra yapılan eğitimler, çarpıtılmış din örtü ve baskısını kullandı ve aydınlanma yoluna girmek üzere olan halk, biat karanlığına sürüklendi. Oluşmamış temeli var sayarak üst düzeyde eğitime yöneldi. 70 yıl sonra varılan noktada yönetime gelen sözde eğitimlilerden (!) oluşan hükümetlerle ülkemiz batma durumuna geldi.
Ismarlama tezler ile, uydurma üniversite bozuntularından alınan diplomalarla iş başına gelen bilgisizler, halkımızı içinde olduğumuz çöküşe sürüklediler. Halk bölündü, gruplar oluştu, herkes birbirini suçlar oldu. Batı’nın istediği, çok zaman kurguladığı çöküş, bizim kendi cehâletimizle gerçekleşti.
Câhil okumuşlar, bilgilendirilmemiş suçsuz okumamışları suçladılar, parçalanmayı ve çöküşü desteklemiş oldular. Ülke sözde okumuşları yüzünden çökerken, bilinçsiz halk seyirci kaldı.
Aile yönetimi olan Osmanlı hanedanından kurtulup, Cumhuriyeti kurduğumuzdan beri toplumumuzun en büyük sosyal sorunu, Atatürk’ün dinsiz olduğu yalanıyla halkımızın bölünmüş olmasıdır. Atatürk’ün yalanlardan arındırılmış dine bağlılığı, kendi dilinden, kaleminden, söylevde, kendi el yazılarında, yurdun değişik yerlerinde verdiği demeçlerde, TBMM kayıtlarında, şüphe edilemeyecek bir açıklıkla kayıtlardadır. Tamamen yalanlara dayanan inanışı kırmak için, var olan yüzlerce delili bir kitapçıkta toplayarak, herkese dağıtıp bilinç yaratmış olmamız gerekirdi. Artık bunu yapmak zorundayız. Yapay olarak yaratılmış, yersiz ve gereksiz olan Atatürk düşmanlığını yok etmeden, bu toplumu kalıcı olarak birleştiremeyiz ve dolayısıyla ilerleyemeyiz.
Yüzyıllar boyunca neredeyse meslek hâline gelen yobazlığı önleyemeyebiliriz. Fakat yobazların suçsuz kurbanlar yetiştirmesine engel olabiliriz, olmalıyız.
Öncelikle herkes kendi basamağında bir şey yapabilir. En ufak bir katkı bile o basamak içinde kısıtlı olsa bile temel bir kalkınmayı sağlar. Genel olarak 1938 fabrika ayarlarına geri dönmemiz en sağlam başlangıçtır.
Onarıma sorunları bir bir temelinden düzeltmekle başlamamız gerektiğini halka anlatmalı öğretmeliyiz.
Devamı “Eğitim, Bilgi ve Bilinç (2/2)” yazımda.
]]>