Ersoy Arslan
Köşe Yazarı
Ersoy Arslan
 

KOKU

Bir koku sarmıştı yeryüzünü. Her geçen saniye, her geçen dakika artıyor, dayanılmaz bir noktaya evriliyordu söz konusu koku. Bilim çaresiz kalmıştı, insanlık çaresiz kalmıştı, kokuya bir çözüm bulunamıyor, acziyet günden güne çoğalmaya devam ediyordu. İnsanlar ormanlara, dağlara, şehirlerden çok çok uzak noktalara kaçmaya başladı, ama nafile... Koku her yerde, koku artık sadece burunlarda değil, yüreklerde, kemiklerde, iliklerin ta en içinde... Burnunu kapatmak, pamuklarla tıkamak, kokulara parfümlere boğmak asla yetmiyordu. Dünya üzerindeki diğer bütün maddesellik adeta yok olmuş, sadece koku kalmıştı geriye.  Yemeklerin lezzetini, hayatın tadını, komik anların keyfini, seksin bile zevkini alamaz oldu insanlık. Kokudan başka hiçbir şey var değildi zaten kâinatta... Ekonomi durdu, hayat durdu, insanlar işe gitmiyor, dünya ülkeleri peş peşe iflasını açıklıyordu. Ve işte o gün... Bir ses haykırdı Gök'ten Yer'e... “Ey Âdem’in çocukları… Günahın kokusu bu… Dayanabilen kurtulacak, dayanabilen azat olacak, hem kokudan hem günahlarından…” Kim konuştu, nerden geldi bu ses? Bilen yoktu, ama anlamıştı herkes içten içe… Fakat anlamak işine gelmiyordu kimsenin. Ne demekti şimdi bu? Günah neden koksundu ki? Fakat bazıları idrak etmeye ve kokuyu daha az hissetmeye başlamışlardı bile. Doğarken tazedir insan. Meyve gibi büyür, olgunlaşır ve sonra bayatlamaya başlar. İki çeşit insan vardı dünyada; bedende yaşayanlar, ruhta yaşayanlar... Biri çıkarcı, bencil, maddeci iken; diğeri iyiliksever, merhametli ve sevgi doluydu. Bedende yaşayanların kokusuydu bu, çünkü beden etti ve bayatlayan et kokmaya başlamıştı işte, çağların sonunda. Ruhta yaşayanlar da kokuyordu, çünkü onların da bayatlamaya yüz tutan bir bedeni, eti vardı. Ama Gök’ten gelen sesten sonra azaldı koku, çünkü ruhta yaşayanlar farkına vardılar nihayet; ruh bedenden öncedir, ruh bedenden güçlüdür. Ben günahsızım diyen, hep diğerlerini suç içinde görenler kokudan çıldırmaya, çırpına çırpına can vermeye başladı bir süre sonra. Alçakgönüllüler ise düzeliyordu anbean. Günah, bayatlamanın ta kendisiydi. Peki niye bayatlıyordu bedenler? Çünkü ruhun emri ve himayesinden çıkalı, Cennet’ten kovulalı epey olmuştu. İdrak edenlerin sayısı az idi. Çoğu başaramadı. Kalanlar, yeni bir dünyanın inşasına başladılar. Ve sonunda yeryüzü güzel kokmaya hazır bir haldeydi. Günahın köleliliğinden kurtulanlar için kötülük, hastalık ve ölüm diye bir şey yoktu; tertemiz, kokusuz havayı içlerine çektiler sonsuza dek…  
Ekleme Tarihi: 14 Ekim 2024 - Pazartesi
Ersoy Arslan

KOKU

Bir koku sarmıştı yeryüzünü. Her geçen saniye, her geçen dakika artıyor, dayanılmaz bir noktaya evriliyordu söz konusu koku. Bilim çaresiz kalmıştı, insanlık çaresiz kalmıştı, kokuya bir çözüm bulunamıyor, acziyet günden güne çoğalmaya devam ediyordu.

İnsanlar ormanlara, dağlara, şehirlerden çok çok uzak noktalara kaçmaya başladı, ama nafile... Koku her yerde, koku artık sadece burunlarda değil, yüreklerde, kemiklerde, iliklerin ta en içinde...

Burnunu kapatmak, pamuklarla tıkamak, kokulara parfümlere boğmak asla yetmiyordu. Dünya üzerindeki diğer bütün maddesellik adeta yok olmuş, sadece koku kalmıştı geriye. 

Yemeklerin lezzetini, hayatın tadını, komik anların keyfini, seksin bile zevkini alamaz oldu insanlık. Kokudan başka hiçbir şey var değildi zaten kâinatta...

Ekonomi durdu, hayat durdu, insanlar işe gitmiyor, dünya ülkeleri peş peşe iflasını açıklıyordu.

Ve işte o gün... Bir ses haykırdı Gök'ten Yer'e...

“Ey Âdem’in çocukları… Günahın kokusu bu… Dayanabilen kurtulacak, dayanabilen azat olacak, hem kokudan hem günahlarından…”

Kim konuştu, nerden geldi bu ses? Bilen yoktu, ama anlamıştı herkes içten içe… Fakat anlamak işine gelmiyordu kimsenin. Ne demekti şimdi bu? Günah neden koksundu ki? Fakat bazıları idrak etmeye ve kokuyu daha az hissetmeye başlamışlardı bile.

Doğarken tazedir insan. Meyve gibi büyür, olgunlaşır ve sonra bayatlamaya başlar. İki çeşit insan vardı dünyada; bedende yaşayanlar, ruhta yaşayanlar... Biri çıkarcı, bencil, maddeci iken; diğeri iyiliksever, merhametli ve sevgi doluydu. Bedende yaşayanların kokusuydu bu, çünkü beden etti ve bayatlayan et kokmaya başlamıştı işte, çağların sonunda. Ruhta yaşayanlar da kokuyordu, çünkü onların da bayatlamaya yüz tutan bir bedeni, eti vardı. Ama Gök’ten gelen sesten sonra azaldı koku, çünkü ruhta yaşayanlar farkına vardılar nihayet; ruh bedenden öncedir, ruh bedenden güçlüdür.

Ben günahsızım diyen, hep diğerlerini suç içinde görenler kokudan çıldırmaya, çırpına çırpına can vermeye başladı bir süre sonra. Alçakgönüllüler ise düzeliyordu anbean. Günah, bayatlamanın ta kendisiydi. Peki niye bayatlıyordu bedenler? Çünkü ruhun emri ve himayesinden çıkalı, Cennet’ten kovulalı epey olmuştu.

İdrak edenlerin sayısı az idi. Çoğu başaramadı. Kalanlar, yeni bir dünyanın inşasına başladılar. Ve sonunda yeryüzü güzel kokmaya hazır bir haldeydi. Günahın köleliliğinden kurtulanlar için kötülük, hastalık ve ölüm diye bir şey yoktu; tertemiz, kokusuz havayı içlerine çektiler sonsuza dek…

 

Yazıya ifade bırak !